25 GÜNÜM
Söze, kelimelere, yani nasıl yazacağımı bilemiyorum,
Nasıl anlatsam, baştan mı başlasam, karar veremiyorum, Neredeyse bir film hikayesi aslında bu yirmi beş gün Ne kadar kararsız olsam da, maceramı yazmak istiyorum. Akdeniz’in incisi Mersin’den çıktık deniz yoluna, Gökyüzünde güneş, masvavi deniz, rotamız Kanada, Girit Bataman Sicilya, ışıltılar arasında geçtik Cebelitarık, İskele Afrika, Sancak Avrupa, Atlantik te başladı macera. Akdenize akan güneşli mavilik duruldu, Üzerimize kara bulutlar kuruldu, Sesler geliyor gökyüzünden, dehşetli, Gökyüzünde bir savaş ki, korkunç uğultulu. Rüzgâr sirkeliyor mavi kumaşı toz atıyor, Gün batımında ıslık çalıp, gelmeyin diyor, Gelmeyin bu deryalara, fırtına pusu kurdu, Gümüş kanatlı balıklar enginlerden kaçıyor. Denizciyiz, yüreğimiz geniş, gözümüz kararmış, Günbatımı ateşi önümüzde, fırtına deniz kabarmış, Tan yerinin ensesinde, siyah örtü inmiş mavilere, Dumanlı ummanı kamçılayıp, şaha kaldırmış. Atlantik Piramitlerle dolu, sanki Amarilli’deyiz, Burnumuzun dibinden geçiyor çıldırmış deniz, Ve önümüzde oluşan köpüklü kuyrukluyıldızları, İzleyen ama, duyularını yitirmiş bedenimiz. Bir düş gibi çığlık çığlığa ummanın deniz atlıları, Zülfikar’la kesilmiş gökyüzünün şah damarı, Düşman bildi bizi boğmak istiyor sudan kaleler, Yıldız kayması gibi yağıyor üzerimize ışın kılıçları. Kan denizi içinde yürüyen ayakları görünce, Yüreğimiz sığmıyor artık engin kafesine, İçimizde var olan gözü kara denizci, Yatıyor korku dolu ölümün kızıl secdesine. Bata çıka sallanarak gidiyoruz, işte Azor, Azor’dan uzaklaştıkça yaklaşıyoruz, zar zor Geçiyoruz yanından, ipi kopmuş adaların, Güverte de deniz, gökyüzünde kızıl kor. Önümüzdeki çılgın bir umman mı? Bizi bekleyen dağ dağ dalgalar mı? Yüksek tepeler, ak başlı Toroslar mı? Ağızlarında salyalarla, deniz arslanları mı? Asma dalındaydı gemi, başı gözü döndü, Mavi öpüşmelerin yerine geçti, acı bir ürkü, Söylediler hep birlikte sonsuzlukta yatan, Ölümü şarap yapan denizcilerin türküsünü. Dalgalar baş döndüren kara bir örgü, Örgüde kıvranırken gemi acılarımız göğtü, Dalgalardan tepeler, ışık duman azgın sular, İçinde kısılıp kaldığımız bir ejderha göğsü. Duyuyorum, deniz kızları çağırıyor beni, Bir göz var karşımda, kocaman, mavimi mavi, Işık saçan o sınırsız, o hareli gözlere, Aldanıyor içimdeki var olan, o ikinci kişi. Deniz kızı koydu dudağını ağız kıyıma, yok böyle tat, Elim ayağım uzattım puntere, yanağımda bir tokat, Ağulu bakışlarla, beni benden alan ince bir kesit, -Ne yapıyorsun Ümit? – Getirsene salavat! Karşımda duruyor gibi İzmit’imin saat kulesi, 24 saattir gördüğüm yer dalgaların esrikliği, Kara bungun dalgalı deniz oynarmış benimle, Bana gel diyen dümen suyunun köpüklü izleri, Köpüklü mavi kara denizin kıvranışlarında, Büyütüp kalbimi böldü binlerce parçaya, O yumuşacık, pamuk-su sesli, gelin-cik yüzlü, Mutluydu tenim, onu gördüm, o orada. Bana, o orada, onu gördün diyen kurt, Geceyi duy, aşkı hisset, uzat elini uzat, tut, Kemiriyor beynimi, - durma atla kucağına, Haydi atla uçsuz bucaksız kainata, dön veyahut. Senin kanatların var, çık punterlerin üzerine, Kanatlarını çırparak uç, uç bekleyen sevdiğine, Sev seni seveni, sev, - sev, - ev, - ev, - evim! Benim evim!...Ben neredeyim?...Gemide!... Sesi kulaklarımda hala, alevli kamçılarıyla, Kaburgalarında ateş yakan kara ejderha, Şövalyenin kızıl miğferi gibi soğuktan, Bir yağmur gibi, kilden ölümler gibi ya da. Dalga dalga dağlar, üzerimize yağıyor, Emergency tulumlarını giyinmek ne zor, Bir ümit, bir ölüm vardır bu tulumların içinde, Gemi bağırıyor, - bana da, bana da verin, diyor. Bakındık gökyüzüne, dünya gözüyle son kere, Yıldızlar, samanyolu belki oradadır diye, Mezarlıklar suskun kemiklerle dolu, Bizim mezarımız yelkensiz olacak bu denizlerde. Ölümün gelmesi geçitten, madem mukadder, Yaşım elli, yaşadığım bu hayat bana zaten yeter, Eşim, çocuklarım, acaba geride kalanlar, Bedenim boğulurken benim için kim bilir ne der? Burada arkadaşlarla beraber kol kola ölmek, Burada kâinatın sonsuzluğuna gömülmek, İşte bu kader, karanlık bir kader, Yürek ister ölümün kimsesizler nehrinde yüzmek. Kim bilir, belki göremeyeceğim bir daha, Ela gözlerin benim kelebeğimdi bir damlada, Kim bilir, belki duyamayacağım bir daha, Kalbimi okşayan sözlerin her daim avucumda. Ama bil ki, dağılsa da bedenim denizde, Eriyip gitsem, çürüsem de zerre zerre, Sonunda gelip dikilecek minicik bir tanem, Senin olduğun yere, olacak bir menekşe. Avucuma yazıyorum vasiyetimi, iğneyle, Boyam deniz mürekkebi, çıkmayan dövme, Birden bir ses duyuyoruz derinden, gaipten, -Hava düşüyor, herkes görev yerine. İçimizde bir sevinç, sevinçle dolu keder, Gülüştük, sarıldık öpüştük hep beraber, Şükür tespihi çekiyorum birer birer, Ümit olmasaydı, yaşamak neye değer? Beynimde davullar vuruyor, uyu uyu, Demiri çoktan aldı gözlerimdeki uyku, Kucakladım, sakladığım yakamozları, Enkaz gibi soyut, ama içim umut dolu. Rüya gördüm, bir yaslı ses dön diyor, Döndüm, bir titrek el, elimi tut diyor, Tuttum elinden gittik uzak sahillere, Öptüm dudaklarını, - bana mı öyle geliyor! Öptüm mü acaba! Yoksa! Kararsızım şimdi, Sevgilim mi beni öptü! Güz yaprakları gibi, Yakamozların sıcaklığı bedenimde, ıslak ateş gibi, Zincirinden kurtulmuş ak bir hayalet gibi. Yalnızlığımı çevreleyen istiridyeler gibi, Göğü yırtan entrikacı yaman atlılar gibi, Bir kuş var kıyısında rüzgarın, öpüşür gibi, Yakamoz da saklanmış, bir deniz kızı gibi. Uzun uzun öpüştük, sanki parolamız gibi, İnsanların bir çeşit kendini tatmin etmesi gibi, Bir ağacın kökleri gibi, günahkarlar gibi, Sanki var olan her şey, bendeymiş gibi. Gözlerimi açtım, dedim rüyadayım, Lombozu açıp şöyle dışarı baktım, Gördüm ki deniz, sahil, kara, Varmışız Kanada kıyılarına. Dediler, dikkat edin buz dağlarına, Titanik’in battığı bu soğuk sularda, Yol kestik, ağır ağır ilerledik, Çok şükür limandayız yirmi beş gün sonra. ÜMİT NADİR ESİRCİ 20:05:2019 26.GÜN |
*** 25 GÜNÜM *** şiirini, beğeniyle okudum. Nice güzel şiirlere diyor, Şair Arkadaşımı içtenlikle KUTLUYORUM...