BÜLBÜLKalplerde ki karanlık asumana yayılmış Uzza, Menat, Lat gibi putlar kutsal sayılmış Türlü türlü barbarlık denk tutulmuş mertliğe Kızları katletmenin adı töre sayılmış Acıma duyguları topyekûn terkedilmiş Cemiyet fenalığa önceden sevk edilmiş Ukaz Panayırında anlattı Kus bin sa’de Dedi: “ Uyanın artık, dolmaya yakın vade” Bir güneş doğdu fecre nurlu, Hira Dağından Ayrıldı bütün yollar zaman ile birlikte Kurtuldu beşeriyet zulmün karanlığından Fevc fevc akıp vardılar nurun aydınlığına Son verdi yüce Server asrın karanlığına Başıbozuk cihana koca bir Sultan geldi Yaşayan bedenlerde ölmüş ruha can geldi Asılardır hedefsiz beşere, yol gösteren Yanlışlardan doğruyu ayıran Furkân geldi Manevîyat duygusu kalplerden kovulmuştu Vicdânlar paramparça her yana savrulmuştu Bahira’nın yaşları karışırken çöllere Hakkın hasreti ile yürekler kavrulmuştu O ne müthiş bir duygu, o ne biçim bir andı Belli ki o Resûlün geleceği zamandı Sanki zaman durmuşta mekânlar değişmişti Görünen bu vak’alar akıl almaz bir işti Hira mağarasında bir tefekkür hali ki Beden, fikir ve ruhu atînin eşiğinde Bu koca kâinâtın elbet vardır mâliki Karışmıştı zihinde eşyanın “var”ı “yok”u Vahiy edildi O’na Rabbin adıyla oku Kuraklıktan kurumuş çöllere yağmur geldi Katılaşmış kalplere ebedi sürûr geldi Kesildi baykuş sesi her taraf gül-zâr oldu Bülbül nağmeleriyle âleme huzur geldi Asırların ahı var mazlumların yaşında Çile ile gam vardı katığında aşında Cemiyet başıbozuk korku içinde herkes Korkular küçük büyük herkesin bakışında Zaman zamana gebe insan zamana mahkûm Sona erdi karanlık sona erdi tahakküm Bütün rütbeler eşit ha komutan ha nefer Gönüllere yapıldı ebedi kutlu sefer Bir nur parlayıverdi Kuaykıan dağında Ona nazire yaptı Ebu Kubeys tepesi Ayın iki parçası solunda ve sağında Cehaletin babası “dedi ki bu bir sihir Abdullah’ın yetimi göklere etti tesir” Her zaman ümmet için yanan bir gönül geldi Susuz kalmış çöllere misk kokulu gül geldi Katılaşmış kalpleri ilahi nağmelerle Nur dolu seherlere çağıran bülbül geldi Kızgın çöller üstünde, terk edilen bir vatan Her şey geride kaldı, onlarla giden iman Habeş diyarlarında titriyorken Necaşi Nurun zuhûru için demek ki geldi zaman İslam’ın adı artık uzaklarda duyuldu Vatanında esirdi, vatanından kovuldu Bu ne çileli durum, bu nasıl bir imtihan Ebedi kurtuluşun asıl kaynağı iman Bir kutsi yolculuk ki tanımaz zaman mekân Bilinmeyen haliyle Rabbinin karşısında Fırsat kollayan için: “ işte en büyük yalan” Koştular Ebu Bekr’e sordular “ nasıl olur ?” Açıkladı fikrini “ O dediyse doğrudur” Azap vadeden değil âleme rahmet geldi Hakk’ın rızâsı için mümine gayret geldi Mirâc’dan döndüğünde O’nun ile birlikte Ebedi kurtuluşa erdiren berat geldi. Yaşlanmış yorgun dünya, yeni bir asra gebe Zor ile tebliğ olmaz nerden bilsin Ebrehe Bin yıldır yanan ateş, sönüverdi mum gibi Ne bir anlam verildi, ne bulundu bir çare Bütün bu hadiseler kimseye etmez tesir Ha geldi ha gelecek o muhteşem misâfir Yeni gelen dönemin duyuldu ayak sesi Asra vuruldu damga günlerden pazartesi İki zaman haline ayrıldı koca cihan Savruldu dört bir yana ilk devrenin külleri. Kâbe’de ki putlardı sadece geri kalan Save çöle dönerken, Semâve coştu taştı Kisrâ’nın burçlarıysa, yıkılmış birer taştı. Eskimiş bu cihana yeni bir sîmâ geldi Pas tutmuş gönüllere neşe ve safâ geldi Zalimlerin zulmünden kısılmışken sesimiz Mâ-verâdan duyulan ulvî bir sedâ geldi. Yokluğuna alışmak yüreklere zor gelir Sığamaz yere göğe, koca âlem dar gelir Aşkın ile yanmayan, muhabbet beslemeyen Sana gönül vermeyen, kim olsa ağyar gelir Sendin cihanın nuru, karanlığı kararttın ! Sana bende ümmeti , yetim bırakıp gittin. Teşrifleri aydınlık pazartesi günüydü Yine bir pazartesi ayrılığın günüydü Hakka vuslat haberi duyulunca bir anda Yürekler alev alev gözlerde yaş sel gibi. O andan itibaren Resul yoktu cihanda. Yangın yerine dönen yürekler gamlı bu gün, Neşe sevinç ve sürur kalplerden sürgün bu gün. Aydınlık semamıza kapkara duhan geldi Umutları solduran mevsim-i hazan geldi Bir anlık şaşkınlıktan herkes kaldı çaresiz Lâl olan dilimize feryad ü figân geldi |