1
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
677
Okunma
„Ne Atam’ı canlı yaşadım,
nede Gandi’yi,
Dalai Lama’yı bile
paylaşyım
karımın mutlu gözbebeklerinde,
o görmüş Güneşin Gülümsemesi’ni!
Nazım’la
birlikte yatmışız Bursa’da,
-10 yıl arayla habersiz birbirimizden-
aynı havayı solumuşuz yani bilmeden;
O mahpusda, ben yatılı,
kuşbakışı.“
„Bir filmi gösteriliyordu,
- „Yol“ idi adı zannımca..-
konuştuk mutlu,
hanımı ve annem yanımda
önümde Beyaz Perde,
sağım, solum,sırtımda genç beyinler;
Her yönüm GÜNEY
Kana-kana susmak,
çölde susamak denli ölüm!
Bağırmak
boğazın patlıyasıya;
"Güm-güm!"
kulak derisi yırtılaya,
anlamsız!
Yanlış yolun dönüşü zordur yalnız,
durmak ise en hızlısı.
Bilirim kaybetmeyi hiç sevmez insan,
ama sen in bu sonu belirsiz yolculuktan.
doğruya doğru at ilk adımı;
Kıraçta bağırıp-çağıracağına
dur-düşün dene,
değiştir kendini,
ve
orada ara kaybettiğini…
Filim bitti“
„Ben dengesizliğin değil, dengenin neferiyim;
Dokuz ay boyu çekerim çelişkinin sancısını,
belleğimde bilerim acının haksızlığını,
bilirim;
Etimden et çıkacak
ve adı "Sen" olacaksın filim.
Dokundum mu kara kalemi tıklayarak yavaştan;
"Ho-hooop!" çıktı siyah silindir şapka’dan tavşan?
Hayır! Cambaz değilim lafta
kuş saklamam küllahta,
Ne dil çabukluğuyla göz boyarım,
ne hokkabaz nede madrabazım,
çünki yön verir sihirli kutuma gerçek;
İçi ak-pak, dışı iki makara,
üç-ayaklı-mercek.
İstesende-istemesende
sokarım seni
kara kutuma,
sıçrar çekerim perdeyi;
“Abra-Kadabra!“
Gösteririm geleceğini, gelmişini, geçmişi
bir ileri, bir geri,
ama olduğu gibi kanıtlarım,
dalarım kara kutuma;
„Abra-kadabra!“
Gerçeği sahteden ayıklar, yalanı irdeler, yanıtlarım,
Sen şaşarsın benzerin olduğuna;
„İkiz miyiz biz Ayna?“
„Sim-sala bim!“ ile
kaybederim bir çırpıda seni de,
yanar ışıklar,
kalırsın baka-şaşar
yapa-yalnız kaybolduğun yerde,
Beyaz Perde!
Yada durdururum zamanı bir hamlede,
tek karede;
„Şip-şak!“
Büyük parmağımı orta parmağıma şaklatarak
ne hünerler sökerim
bu parmakların arasından,
yalan altınlar dökerim
burun delikleri ve kulaklarından.
Birde baka-baka gözlerine
dalarım en derinine,
okudum beynini,
açarım o körolası güzel gözlerini,
ama asla boyamam,
boş lafla da oyalamam;
Nabzın şerbeti, parmağın balı,
zevkin gıdığı, dalkavuğun yağı
denen
lerden
de
değilim ben.
Girerim yine sihirli kara kutuma
sohbet ederim dostça
bağrı yanık-eli böğründe ölülerle.
Görüntü gerçek olmasa bile;
Canlandırır yaşatırım onları Beyaz Perde‘de
ama gerçekten inan!
İnfazdan önce,
yada yitik kavgadan;
"Duuuuur!" Diyerek haksıza,
çeker-çıkarırım halkadan boyunları,
o güzel, o çıplak,
o korkusuz ayakların altına
sokarım hakkettiği doğayı.
Filimde olsa, sevinir halk.
Zıplatırım
bir makaramdan-öbürüne .
kaydederim anıları, çeviririm alın yazısını tersine
baştan-geri
feleğin çarkına sıç(r))arım,
sömürüleri
ve kırılan umutları dışlarım filmimde;
Kesilen başlar dim-dik dikilir haklı omuzlarda,
yeniden yerden ayağa kalkar düşmüş gövdeler,
susturulmuş ağızlar, bağlanmış ayaklar, kelepçeli eller...
Ve "Mutluluğun Türküsü"nü söylenmeye başlar
yoldaşlar.
Yıllar boyu yatarım haksızlığın dört duvarında
haklı olarak
bunu bil;
Kimi üzgün, kimi yorgun fakat
asla "Pişman" değil!
Derlerim halkın derdini daima,
"Hak" yaparım kaderime.
Yılmaz’ım dedim ya!“
"DÜŞÜNMEK"
Suç değildir sayın komiserim aslında,
öyle olsa
herkes suçlu, sen bile.
Ben hele;
Elebaşı Haylazlar Kampı’nda.
"CİGARA"
Zehirdir sayın savcı bey,
canımla ödediğim,
bu katmerli katil
uyuşturucuların en ucuzudur bunu bil!
El-kol sallaya suçsuz gezer.
sokar ciğerime hançer,
kanar,
kalp dayanmaz isine-pisine bu tesellinin!
İntehar?
Yakala, tutukla,
yasakla, yargıla
yada en iyisi;
astırsana mereti.
"İÇKİ"
Na’merttir sayın yargıç bey;
"Bir tek daha ver! "
Demeden önce
düşün,
vurmadan tokmağını,
yargılamadan
beni.
"HAKSIZLIK"
Hapistir sayın adil adalet!
Suçsuz, duvarsız,
demir parmaklıksız, anahtarsız
diri-diri gömerler içine,
dünyam mahpushane.
„GECEM“
benim hapistir duvar,
rüya bile göremem
yasak,
gardiyanlar var,
görmeden alırlar gözkapaklarımdan.
„GÜNDÜZÜM“
kollarım pusuları, pusuları beni.
Ben dünyanın en büyük, en aydınlık,
en modern, en medeni
en insancıl, en kalabalık
Mahpushanelerinden biriyim.
„Sefası mutlu, bir sarhoş bir yargıç kadeh elinde
yargılamış Kara Oğlan’ımı set yemeğinde adil terazisinde,
hanımının yanında
demiş " Pezevenk"
ve "Bilmem ne’nin çocuğu!"
Ana ve avradına söverek;
"Birde, cübbeni giyeydin ya, mubarek."
Taciz, saldırı, küfür, iftira…
Nefs-i-müdafa,
kanunsuz hüküm;
"Güm, güm. güm, güm!"
İnfaz!
Haksız yargı’nın bile afffı vardır gülüm,
katil yargıç olsa bile İnsaf!
Renklerin en efesi,
acının nefisi,
ölümün yakışıklısı,
masumun kabadayısı,
garibanın babası...
Ne roman, ne filim, nede Şiir
anlatamaz seni,
bunu bil!
Çirkin, adil, yalnız, sadık Sevgili.
Bulacağım o yargıçın kabrini,
koyacağım mezar taşına;
" Yılmaz Güney Kara Kinaye Filim Ödülü" nün ilki,
dim-dik diken kaktüs çiçeği;
"Destuuuuuuuuur!" Diyerek,
toprağına su dökerek
anacağım seni.
5.0
100% (2)