zam’an// . . . onu bunu boş ver, boş vermesine de savaşı, sureti, marşı, hatta bayrağı olmayan kızıl bir meydandık sanki biz, ikimiz ne bileyim çatallı mı çatallı, kirpiği, güneşi olmayan karanlığı çiğnemeden yutmuş alaca bir sabahtık belki de göz kapaklarımızda bizi bize yazan, bizi, bize kazıyan hangi dilin, hangi kaderin alfabesi, coğrafyasıydık ki birbirimizi t/adımlayamadık gibi, gibiydik, tanıdık gibiydik sanki, hani, bir gecenin koynuna ilişen kurudukça, karıncalaştıkça musonlaşan yağmur gibiydik, hep yağar gibiydik kirimize hiç gün yüzü görmedik, göremedik heceledikçe kekeleyen bilmeceydik ne bileyim, körebeleştikçe düşgezenliğimize dekoltesiz bir yıldız daha şişeler, içerdik tensizliğimize ahh.. gününe, güneşine uzandıkça gölgesinde bir o kadar kaybolanım söyle, daha kaç gece yalnızlığıma yataklık edeceksin, daha kaç şafak dudağına hapsolan yalnızlığınla sevişeceksin unutma, unutma ki, zaman yalandır, talandır zaman ki, esarete kelepçelenmiş en acımasız gardiyandır, şeytanın en kahpe icadıdır “an”ise, "ahh" Tanrının biz kullarına bahşettiği en mukaddes armağanıdır e hadi, ne duruyorsun çık gel, gel artık doymak bilmeyen, kadir, kıymet bilemeyen uzağından. her ne kadar sokak, sokak kaçışan yorgun bir şehir olsam da kim bilir, cılız da olsa hala ışığımdır, hala aşığımdır belki de bize, ikimize… . . . // ilhanaşıcıocakikibinyirmibir |
Yüreğine emeğine sağlık
_________________________________Selamlar