ÇOCUKLAR AĞLAMASINİman etmek; teslim olmak; güvenmek; umut etmek; umutla beklemek... O umudu sevmek. yüzmek; teslim olmak; inanmak; güvenmek; umut etmek; suyun kaldırma gücüne inanıp; Azmetmek ve yüzebilecigin o ana kadar vazgeçmemek. Balıklar ve kuşlar; yüzmek ve uçmak... Denizin üzerinde tonlarca ağırlıkta yüzen gemiler ve gökyüzünde devasa demir kütlesi; uçaklar... İman; inanarak ve güvenerek teslim olmaktır. Kimi zaman o kadar çok inanır ve güveniriz ki! Hiç sorgulamayız. Teslim olmanın verdiği huzurun keyfini çıkarırız. Bisiklet binmeyi öğretirken; kendini bana bırak. Pedal çevir ve ilerle. Bana güven düşmeyeceksin. Ne kadar çok inanırsa, o kadar çabuk ögrenir. Yüzme de aynı. Mantığı kabul etmezken, her şey daha zordur. Ama belki bir saliselik bir zaman diliminde hissettiği inanç sayesinde suyun yüzeyinde batmadan durabilirsin. Sadece iman...Sadece teslimiyet... İnandığın sürece dalgalar arasında yüzebilirsin. Azıcık zaafa düş; korkunç bir sona doğru sürüklenirsin. O üzerine gelen dalgalar yutuverir seni. İkna edemediğimiz bir kişiye; "Sen bana inancını kaybetmişsin. Ben ağzımla kuş tutsam nafile! deriz. Çünkü guvenmiyordur artık. İnanmıyor ki neden teslim olsun! Emanet edeceğimiz yer güvenlikli değil. Ya da biz öyle inanıyoruz. Bitti nokta. Ne malımızı ne canımızı emanet edemeyiz. İnanmıyoruz. İnanırsak başarırız. Kendimize güvenmek için bile inanmaya ihtiyacımız var. Sınava girecek birisi; ben bu sınavı kazanamam. Kendime hiç güvenmiyorum derse. Geçmiş olsun! Mutlaka performansı düşecektir. Az ya da çok. İman etmek; yani inanmak o kadar önemli ki her işin başı inanmakla başlar. Bir hikaye; ... Yıllar önce Amerika’da yaşlı bir kayıkçı Mississippi Nehri’nin bir yakasından öteki yakasına doğru yolcu taşıyarak geçimini sağlıyordu. Yaşlı kayıkçı kayığındaki küreklerden birinin üstüne “inanmak”, diğerine ise “çalışmak” yazmıştı. Bunun ne anlama geldiğini soranlara, kayıkçı şöyle yanıt veriyordu: “Nehri Karşıdan karşıya geçmek için her iki küreğe de ihtiyaç vardır. Çalışmaksızın inanmak veya inanmadan çalışmak, sizi olduğunuz yerde döndürür durur. Yaşam yoluna da tek kürekle çıkmam, nehri tek kürekle geçmekten farksızdır. Yerimizde döner durur, hiç bir yere gidemeyiz.” (alıntıdır) ... Allah’a iman da böyle değil midir? Önce inanır, sinra güvenir, daha sonra teslimiyet gösterir, kendini emanet edersin, ve umutla beklersin... İnancın o kadar sağlam olur ki, emniyetine sonsuz güvendiğin için de hiç düşünmeden; malını, canını, ruhunu, oglunu, kızını, evini barkını velhasıl kısaca, her seyini O’na tereddüt etmeden emanet edersin. Teslimiyetin, o paha biçilmez huzururuna râm olarak hemhal olursun, bahtiyar olursun. Allah’a iman ederek ve teslim olarak aslında hem dünya hem de ahiret hayatında kendini emniyete almanın keyfini yaşayabilmek kadar kıymetli ne olabilir ki? Sorarım size; bu değerli konforu, bu paha biçilmez serveti kim istemez ki? ... Çok öfkeliydim; neye öfkeli olduğumu bilmeden. İnsanlara küsmüştüm. Suçlarını bilmiyordum bile. Ama bir gün gelecek insanlardan intikamımı alacaktım. Yıllarca bu duygularla mücadele ettim. Öyle bir sustum ki kendi kendime bile konuşmadım. İnsanlarla hep mesafeli oldum. Hiç arkadaşım olmadı. Hiç dostum olmadı. Gerçek manada bir can yoldaşım olmadı. Hep kaçtım kendimden. Hep saklandım içimdeki derdimden. Bir gün öyle bir şey oldu ki; tüm soru işaretleri cevabını buldu. Ve benim kendimle oynadığım saklambaç oyunu bir anda son buldu. Kaybolan kendimi buldum yıllar sonra. Her şey bitti derken, kaybolduğum labirentten tam zamanında çıktım ve düştüğüm kuyuya sanki bir anda gün ışığı doldu. Zifiri karanlıktan kurtuldum. Kuyunun dibine uzanan bir ele tutunup yeryüzüne çıktım adeta... Küçük yaşta annemi kaybetmiştim. Altı yaşındaydım ve ölüm denen kavramla çok erken tanışmıştım. Bana annemin cennete gittiği söylendiğinde, cennetten nefret etmiş ve anneme beni götürmediği için küsmüştüm. Gülmeye, yemeye içmeye, oyun oynamaya ve en kötüsü kendime küsmüştüm. Kendimi çok suçladım çocuk aklımla. Ben annemi üzmüştüm. Annem de üzüntüsünden hasta olmuştu... Annesinin sözünü tutmayan, yaramaz bir çocuk olarak kendi kendimi yargıladım ve kendi cezamı kestim. Suçum kötü bir evlat olmak; cezam ise annemden ayrılmaktı. Daha doğrusu annem tarafından terkedilmekti cezam. Bu suçluluk duygusu beni içine kapanık bir çocuk yapmıştı. Bunun farkına varan çevremde ki büyüklerim bana annemin beni terk etmediğini söylediler. Bana yardım ettiklerini zannederlerken, beni yeni bir kaosun içine ittiler... -Annen öldü seni terk etmedi. Çünkü Allah böyle emretti. Allah neden böyle kötü bir şeyi bana reva görmüştü? Cennetin çok güzel bir yer olduğunu anlatan babannem; cennete de iyi insanların gireceğini anlatmıştı. Annem çok iyi bir insandı. Çok iyi bir anneydi. Demek oluyordu ki annem cennete gitmişti. Cennet artık çok güzel bir yerdi. Çünkü annem oradaydı. Cenneti seviyordum... Anneme olan öfkem de geçmişti. O beni terk etmemişti. Onu affetmiştim. Tüy gibi hafiflemiştim. Aslında öfkem geçmemiş sadece yön değiştirmişti. Allah’ın annemi cennetine almış olması beni çok mutlu ediyordu. Ama yine de onu benden alana karşı öfkem bir türlü geçmiyordu. Her gece yumruklarımı sıkarak, ağlayarak uykuya dalıyor, kabuslarla sabahı ediyordum. Uyandığımda ağlarken buluyordum kendimi. Sanki uykumda ağlamaya devam ediyordum. Annemin kokusu odamdan hiç gitmiyordu. Sanki odamda bir yere saklanmış ve bir anda ortaya çıkarak bana sürpriz yapacaktı. Altı yaşında bir çocuk için çok ağırdı bu yaşadıklarım. Öfke kurt gibi kemirip duruyordu içimi. Allah annemi benden almıştı. Yaşadığım bu sıkıntıların tek suçlusu oydu. Minicik kalbim artık dayanamaz hale gelmişti. Kime kinlenecek, kime öfkelenecektim? Duygularım karmakarışıktı... Bu zor günler senelerce etkisi altına almıştı beni. Büyüdüm; içimdeki çocuk hiç büyümedi. Öfkem yedi bitirdi beni. İçimdeki çocuk hep ağladı. Hiç ama hiç susmadı. Sessizce içini çekti durdu... Ve bir gün o çocuk sustu. Hıçkırıkları durdu. Ağlamayı kesti. Kuşlar gibi özgürdü artık. Gülümsedi doğan güneş gibi... Ne mi oldu? Annem bana cennetten mektup yolladı. Bir mektup! İyi ki Allah kalemi yaratmıştı. İyi ki annem eli kalem tutan, duygularını kağıda döken bir kadındı. İyi ki benim annem Allah’a inancı olan bir insandı... Annemin yazdığı bir mektup geçti elime. Ölümünden on sene sonra elime geçen ve içimdeki çocuğa yol gösteren, düştüğü dipsiz kuyudan çıkması için elini uzatan bir mektup!.. Teyzeme bırakılan fakat teyzemin bana vermeyi unuttuğu bir mektuptu bu. Can simidi gibi; gaflet denizinde boğulmak üzere iken imdadıma yetişen bir can simidi... ... Canım oğlum: Eğer ki bir gün şu fani dünyayı terk edersem. Bu mektubum sana vasiyetim olsun. Beni sakın merak etme. Ben; bizi yaradan Yüce Allah’ın ahiret yurdunda seni bekliyor olacağım. O ki en merhametli O ki en bağışlayan. Bil ki emin ellerde ve en güzel yerdeyim. Bana inan bana güven ve kavuşacağımız vuslat gününü sabırla bekle. Seni de O Allah’a emanet ediyorum. O yüzden içim rahat. Seni ahiret yurdunda özlemle bekliyor olacağım. İyi bir insan ol. Allah’ın yüce kitabına uygun bir yaşam sür. Tek yapacağın bu. Allah daima yardımcın olacaktır. Sen sadece O’na inan ve kendini O’ a teslim et. İyi bir müslüman olman yeter. Ahiretini mamur etmen ve Allah’ın rızasını kazanman için sadece hayırlı bir kul ol. Seni Yüce Mevla’ ya emanet ettiğim için kalbim mutmain içim rahat. Seni daima sevecek olan annen... Sanki annem elini uzatmış; içimdeki hiç susmayan o masum çocuğun saçlarını okşamıştı. Mektup, artık bir yetişkin olan bana değil de hiç büyümeyen hep altı yaşında kalan çocukluğuma yazılmıştı. Sakinleşti içimdeki çocuk. Rahatladı ve derin bir nefes aldı. Hayatıma dokundu annemin sözleri. Anlamsız ve tekdüze olan yaşantıma yön verdi. Artık nefes almamın bir amacı vardı. Yolcuydum ama nereden gelmiş ve nereye gidecegimi bilmiyordum. Kaybolmuştum bir pusulam yoktu. Mektup pusulam olmuştu. İçimdeki çocuk barışmıştı kendisiyle. Artık hiç kimseye küs değildi. Hafiflemişti... Minicik yüreğine yılan gibi çöreklenen intikam duygusunu yok etmişti Allah ve ahiret inancı. Anne olmak böyle bir şeydi işte. Kendisinden önce her zaman çocuklarını düşünür yokluğunda bile korur kollardı onları. Teşekkür ederim anneciğim Allah senden bir defa değil bin defa razı olsun... bu gece ağlayan olmasın üzülmesin hiç kimse istiyorum her damlaya bir buse kondurmak yüreğınden öpmek istiyorum çocukların saçlarını okşamak tüm yetimlerin hangi çehrede güller açmaz hangi gözbebeğinde yıldızlar oynaşmaz sevildiğinde hey doğacak güneş yarın çok cömert doğ gülümse tüm sevdiklerime hey saksıdaki mor menekşe kırmız gül beyaz papatya gülümseyin sizlerin de öpüyorum yanaklarınızdan hey gece şu kara yüzün gülsün hiç yüksünmeden öpüyorum seni de benim adım umut hey ağlayan bebek yüreği yanan ana parlayan yıldızlar dolunay hey hüzün sen de gülümse sakla kendini bir yerlere mümkünse unut adını hey benim adım umut uyumak yok bu gece hey uyku öpüyorum gözlerinden seni de hadi gülümse |
YİTİK AŞKLAR MEZARLIĞI tarafından 4/23/2020 12:44:44 AM zamanında düzenlenmiştir.