SEVDAN YORDU KALBİMİ
Hissiyat seninle uyandı derin uykusundan
Ruhumun mahzenlerine düştü yorgun ve ölgün gölgen Bir çınar altına gömdüm senden arda kalan yıpranan hatıraların kırıntılarını Bana ayağa kalkmasını, ayakta kalmasını sen öğrettin ey güzel şehir!... Umut sağanakları altında bekleşirken yine üşür mü masmavi koyların? Zarafetin yine her gece kıskandırır mı ayın on dördünü? Yağmur yıkar zamanın kirlenen saçaklarını Rüzgâr dağıtır seherlerde dört bir yana lüle lüle saçlarını Üşütür zemheriler, buz keser sana ve zamana dair duygularımı Balıkçılar sevgi denizlerine açılır umut takalarıyla Gece vakti bir tutam tebessüm, bir buket sevgi götürürler yuvalarına Rıhtımdan, ufukları saran karanlığa ışık taşırlar Umutlar yeşerir şimdi yürek tarlalarında Çaresizliklerim, kırgınlıklarım, korkularım toprağına gömülür Maziden hâle akan umut çeşmelerinden doldururum gönül tasımı Akçaabat kokar düşlerim, ısıtır içimi senden kalan gülüşlerim Kelimeler kifayetsiz kalır güzelliğini tasvir etmede Yârsın, bir güzel diyarsın gönül gözümde Yorgun akşamüstlerinde elimden tutan şehir!... Sen ve ben; hayatın yularını sıkıca kavrayan süvariler gibiyiz Hüzün kuşanan çerileriz ayrılıkların şafağında Gönül sermayesini yüklemişiz gayri ecel atlarına Düşlerin batağına saplanıp kalıyor umutlarımız Deniz gözlü, tatlı sözlü, ay yüzlü, bahar kokulu şehir!... Büyüsü bozuldu Kaf Dağı’na aşırdığımız masalların Sen Leyla’sın ben Mecnun, toprağın sevda çölü Kadim zamanlarda kaldı denizlerin kalbine gömdüğümüz hayaller… Sen ki çöldeki su değerindesin, son nefesimde soluduğum hava… Hüzzam şarkılar ayaklanır, isyana durur gece yarılarında Kıyama kalkar şehrin düne bakan munis ve berrak yüzü Bir türkü tuttururum mendireğin koynunda Deniz kokusu sarar sabahlarımı, büyüdükçe büyür hasretin kollarımda Sana dair sancılarım, vuslat nöbetlerim tekerrür edince Gözyaşlarımı içime akıtırım gurbet akşamlarında Bir sigara sararım taze Akçaabat tütününden Düşümde Pulathane’yi görmek için sımsıkı kaparım gözlerimi Uşakların toprağa diz vuruşu titretir gönül tellerimizi Orta Mahalle’de ahşabın saltanatı direnir zamanın soğuk metal yüzüne Köfteler sevgiyle yoğrulur, nefasetle sunulur nezih sofralarda Sargana’dan duyulur kılıçların gök kubbede yankılanan şakırtısı Başlar kelebeklerin coşkusu, efsunlu bahar gelir yaylalara Her dem Akçaabat’tan kaçar Akçaabat’a sığınırım ben… M..NİHAT MALKOÇ |
kalemin daim olsun..((:-...selamlarımla...