Felsefe Şiirleri
DENGBEJ
dünyanın bütün öbür uçlarının en son rıhtımında ürperen deniz fenerlerinin çırağındaki buğuyu bronşlara çeken şuur avuçlarının insafını yurtsayan milyarla örgüyü hatırlatmıyor gibi anımsatırken hatırlamaların sayıklamalara dönüştüğü dehirlerden beri nezihlik asıl cennet cennet saflığın düşünden artan güzellik göynüdükçe göğnündeki kesik fuadoğlu vur gürzünü Rahmân aşkına kırklardağına can garib can suskun can paramparça arif fakların duldasında fitilsiz filintalar yâre mutluluğu özgürlükte arayışlar ne hebâ oysa ins hürlükten bir kölelik için gülbank en azgın muhteris, hırstan en çok yakınan dilinden kibri düşürmeyen en magaloman iyilik taslayıp tevazuda gizlenen en habis riya devir ölçüsüz mizanların lipit çektiği peşkeş elaleme kanıtlamanın fukarası değil ihlas değil kraterlerinde lav yetiştiren baht civan kulun değil benim zannın bile senin değil eslemtü lirabbil âlemîn! ve kıyar kendisine İbrahim milletinden yüz çeviren her sine özlerdeki bent, usturalar döken bir sakura Kirmanşahlı Dinaveriden oku tabiat cüzünü hatmet Harirîden, Mukrîden irfan estetiğini belle İbnülesîrden dininin bikes şehnamesini Hallikânlar, Bahauddinler yeniden fısıldasın Şâh-ı Necmeddin Eyyub sırrı Salâhaddinleri Fahrulnisâlar doğursun Takiyyüddinleri Ebûfidânın, Sühreverdî yürekli Cezerînin oy Batê mevlidi harlasın, kavursun ciğerleri çiğnenir Bitlisîlerin görklü şerefnamesi dindir Teremaxî, Feqîyê, Xanî gözlerini Bağdâdî, Arvasî, Nursî, Şeyh Said-i Kurdî bir umutları cano! sende duyuyor musun DÖRT MEVSİM HAKKANİYET kim olursa olsun, rengi, dili, nesebi yiğitler yiğit, üstünler üstün, iyiler iyi nereye dek şu -biz- peçeli benlik şirki ne zaman uçmağı öğreneceksin kündelerinden sıyrıl oğul, sen bensin neye yarar iktidar, parya iken nefsine vuracak sırtından, putsadığın rejim halinden, safından sorguya çekileceksin bir günlük cihanda yahut daha biraz süründen gayrısına satılmayan cakanla kibrini kült edinmiş iblislerden olarak hak aşkıyla öfkeden nerdeyse çatlayacak ateşin keşkeden döşüne sürüleceksin ne olursa olsun, cinsi, tipi, şîvesi edipler edip, elitler elit, eminler emin yırtınsan da, paralasan da kendini şu yobazlıkla katımıza yükselemezsin yüzmeyi belle oğul, akmayan kokar ölmeden öl, doğmadan doğmak için ne mutlu mahşeri dünyadan başlayanlara dayatan zorba dindaşların hesabı ne çetin baskınlığı, haklılık zannetme dalaleti değil mi ki yeğlik takvada, adalet orada arkasını, beşeri totemlere dayamayan buruk mustazaflara Rabbi yeter her çağda kim olursan ol, yeter ki pusma, putsama ne olursan ol, haklıysan, haykır namusluca fitne zamanı diyen münafığa aldırma İslam’ın devletine dön, kıbleni şaşırma değildir müslümanlık, seccade, takke, tesbih doğrular kaybetmez, kaybedilir, umutma TOY bir bakış ateşle göğün içindeki boşluğa analemma labutları devrilsin fevkimize ki saflık en âfet devrimdir kızancık yüzlerinde hinliğin sebebini bilmediği huzursuzluğu vurur lenfine çöreklendiği düzme çehreye büyük belliyken büyüklenmek ne büyük alçaklık tenhada parlayan ölümcül gözler fettan terleyişler ertesi yer rahlede kevser sofrası kıkırdayışlar dışarda gürül gürül delikanlı pir çağlayan içerde kudurdukça kuduran ilkyaz nevrozu meteor yağmurları altında çakan revnak bakışlar cönk kumrularının harman yeri külliyeler sonra nüvemizde kıvranan kuzey ışıklarını ulumaktadır renklerden erklerin harbi mi şemse cemre bahşeden gözünün gördüğü hiçbir şeyden korkma hissi müslüman yüreklerin aurasında küfre karşı bağışıklık gündönümlerimizi dahi sıcacık bir yakınlık kılmaktadır yırtıcı buklelerde her menekşe kendi çapında bir güneş rüzgarı yetişilmez sevmekte sevilmekte Rahmâna nazarların zincirleme kazası sis kuşağında sarmal sema haşyeti en şık korku kalbi ürktükçe cesurlaştıran tatlı sularla katışmayan tuzlu deryalar emsali birbirine karışmayan sonlu tenle uçsuz can denizi vakarla haykırır hüsnâ esmâsına sayeliğini milyarlarca gök adasından sade yek tanesi içinde nokta diye bile görünemediğin galaksi KÜN DOĞUMU peştemallı sabilerin surdan Küpeliye çıvdırışı kadar kaçınılmazdı yaşam sürgünün süngüsüne sürülen saflar için gırtlağında urganlar boynunda Kur’an asırlık takkelerde zifri çıkmaz bir eza inadına elif haldaş halolarda doruklar bükülmez tevekkülü aşiret kırlarının fodul çırağlardan görünmez yıldızlar Derikte Cizrede Yüksekovada yarın göverir yeniden Mem u Zin hatmileri asimile edilemez kahırlar umutma sığmazken kendine başkasına vatan geçirir mermi cinnet fişek yataklarında tırmalar kör saçmalar koynunu kurbetin dönüştü cehenneme açılan bayırlara evrildi değişmez addedilen hissiyat gerçeklere sahtekar cesetler giydirildi kalbini döşünden söküp fırlatmak yüzüne tesettür defilesi kadar münafık rejimin yoğurmuş monşerler mareşal putlarını yontuları istilâda umum mahfilleri sanki bugünümüzü görmüş de Rasulullah nefyetmiş heykelciliği bu mucizedir bombadan saksı yapan intifa halteleri türkiye müminlerindir türküsü radyoda bir anlamı yok duymayan için hakkıyla ve şakır sönmeyen marşımızı kuş evleri ne mutlu müslümanım diyene ezgileri titretir pak ruhları bağlayan bam telini bir yeni ileti var! rahim duyargalarda kara hava deryalar kapatın kapattıkça doğurur gemileri gönülden yürüten Fatih usanmaz anadolum yüklülükten sabahlara MEHDİNAME bir ters bir düz bir ters bir düz tersdüz pir ağnayış yaşamaklar uçurumlardan mezar taşlarında kırık güller kursaklar oysa ne sizler ne bizler ne onlar önder birliği lider bildiğinde gelir beklenen kader çayönü, göbeklitepe, neolotik mahzun gılgamış suratlarda mahkeme duvarları babilden ninovaya elamdan akada haldaş ta sümerlerden kalma parmağındaki yüzük ürkütürsen kaçırırsın imanını sıkı tut ey beklerken birbirinin boynunu vuranlar deccalınız deccalınız oldu kurtarıcı rüyanız hep siz hazarın engeli hazara tapanlar hazar ki ipekten tülü! şu iktidar hırsınız… mehdi içinizdeydi onu hiç takmadınız veyl rehberin geleceği günün haricileri veyl fakirtok habillerin zenginaç kabilleri yanılmaz gibi yanılmaz gibi yanıldınız toprağı değil kalbi fethedecek özlenen fecirden büşralarla en zulmet anda gelen eğilen basamaktı, dik durduk, sığınaktık feseyekfîkehumullah! hey sahibüzzaman çığın sadrından uçacak gibi koşan içim zağros dağlarından gelen bir horasanlı değmese de ömrünüz ömrümüze can hazret imamken İsa’ya tutacak ardınızda saf belki de milyarlarca köngül tek yumruk başkalarının duymadığı duygular duymak özgün kılabilir miydi cevherini meczubun canı ten kabında kaynatan bu izdiham merhemine yara basar mıydı pirdaşının her tesettürsüz mümin kuşatılmış kudüs evini İslam devleti kılan zamanının Ömeri Mehdinin görmeden sevdiği kardeşleri utkudan da gökçek utkuya yetişmeyen Rabbinin hatrı için sabreden en hasat uhuvvet gibi leyla görmedi alemde mecnun ‘yenilgi yenilgi büyüyen zafer’ henüz sabi soydaşıydı bozkurt asil görünse de köpekten ve adından söz ettirmeyi başaran sürüngen yani siz iyiliğe bürünen kötülük yani batıl batının batmakla arasındaki manidar sıhrî gün doğmuş gün batmış ebed bizimdirleri uyku hapıyla bastırmaya çalışan zâtâliniz! yaşayacak gibi yaşayacak gibi öleceksiniz İSRÂ yerin çekirdeğineydi esrâların isrâsı esrârı bu mağmanın boylandıkça kristal volkan bakışlar gibi ipek tüller ardında deşmeyip düğümleyen bir ok sanki gerdânı fırlatan âsâyı mûsâ benzinde mısrâlar mecnûnların putunu takvâyla kıran leylâ! tarzıydı yürüyüşü hüsnühâl taburlarının gönül gönül büyüyen bir fetih közlerinde düşün seni künle şereflendireni yokken varken paramparçalamaya şeksiz kâdirken merhâmet definelerine boğuyor neden düşün düşünmeyen kalb nefslerin yüz akı buluşup göklerinde zâtını zikreden sesler mevcudâdı tâvâfta nücûmla semâ eyler görmeden inanmazlar görse de inanmazlar vaslına hicretteydi bu sevdânın mîrâcı bu mîrâcın fermânı secde mimli alınlar sırlanışlar ki işkilsiz nikahlı harâbata viranlar ki tenhâların izdihamında hâr yırtar bin ıslık miktârı leyâlimizi esrâ! bu azrânın nefesi maslûba değil İsrâ LÂYEZÂL Allah demeyen her şiir israf her kıssa yarım kalmıştır böyle bil müminler ki ruhumun tek erhâmı muhlise övülmekle yerilmek bir söyleyemediklerimin tınısıyla vakur serâlara zeybekler eken kadim dava zerket musebbihlere kavi kavlini konuşmama hakkımı kullanıyorum dinle böyle güzel dururken emvât üstümde vuslat hiç firâk olur mu dinimde çünkü yara deniz kabuğu tutar bizde ummânı biz tutarız ey ilk günkü tadında izzetten kıymetlisi hâşâ kamusumuzda ve ciddiyetsiz ödler izzetsiz nezdimizde kablimiz ki kalbimiz ey mukarribimiz ey müzzekkir zilzâlimiz tekavvela! ebter lağviyat mankurtları nerde toynakları tozu dumana katan âsâr! nerde ebsârı âmâ müsveddelerin pası! yâleyte! fuâd ki muâd hey suâd ğâşiyeh! mahkumdur gelmeye yevmi muvahhidleri muhakkik sadırların YAKARIŞ MENZİLLERİ hirasında yara mı her dil yoklardı üşüttükçe sancıyan dişi baldırının iliği etinden görünen ayağı ayağına dolanır ölümün de sıcağı sıcağına veyl bir çığlıkçığlığa günü akbabalar bekleşirken ininde havfından savrulan meteorlar patlayan yıldızlar ayşıl metaforların bengisu kültlerinde avlar kanatlı kafesler mahzenden hüdhüdleri sırrın kendi kanındır onu akıtma! ve kılıçların keskinleşirken ki sedası aceb mutluluktan uçuştu mu melâike sizi gördükten sonra el-insan yaradıldı diye mezartaşı surlarımın üstünde biten bahar çobanların ninnisiyle yeşeren kuzular duha vakti zikir namazı kılan serçeler kıyamet kıyamet büyüyen bir diriliş var içimdeki cehennemin zebanileri ruhumun zarını oymakta sanki sadrım ki saatli bir bomba taşıyor hissi aczimi itiraftan aciz değilim iblis en çok en zora sevdalı bu doğru insan kadar yükselen alçalan insan kadar var mı başka evrenin misketinde mühim olan azrail gelince poz vermekse bu kadar artistlik niye hakikati susmak kapılar açtıracaksa şu dilsiz yüzsüz kapıcılar kahrolmasın da kim bizi böldükçebölen süpernova belliyken asabiyyeler ne de şekkil peçe şişinişler metatekniğine ve bir kabustur çöker, çöksün andolsun kalem kesilen irinlere benim adım Müslüman ben bu oyunu bozarım VEDDELER GAZVESİNDE BİR VAAZ Ve metâ ve metâ ve metâ Zerefşan, halkarî, zerenderzer Nakkaşhanelerde bakışlarını Tefsir etsin tezhib ile Mustafa İzzet ki, Yesârîzâde! Maktalarda, âharların mıstar mühreleri Öze düşen her sâikâda Bir uğultu sayvanlarda Felammâ! Cümle enhâr karışır deryâsına! Ağlasın Halil b.Ahmed faşist tellâllara Hattat yürek! Düğümle kazıyarak! İpini halatına belâzürî tahassürâtın Tûmardan, parşömenden, papirüsten bir serv Çalkalan veyl hattımı cezmeden meşk bağ Gubârî akışların nakışları aşkına Düşür bu kan basıncın hey Moğlova Kemeri Dönüp dolaşılan yer Fâtih’in Kürkçü Hânı! Sedefkâr Mehmed Ağa… Salınsın revaklardan perde perde Evrilsin fıtratına şol Nuruosmaniye Zammeler, fethalar, kesralar adedince Bu vakfede mebnî duran kalır ayakta Bu cibâlde yer yok elif durmayana Ve salâ ve salâ ve salâ Karılır ruhlara rıhler Hû ender hû! Rüveydâ! Lienfüsihim! Bienfüsihim! Fîmâ beynenâ! Azâzilin okşadığı nesebini Reddeder evlatlıktan elbet turâb! Sızlasın iskeleti zülfikârın! Veddeler gazvesinden bir vaaz Çarpılsın iğmâz dimağların vechine Revzenlerin cevfinde demâdem essin ervâh Ve sonra dîdârında şavkıyan dîdelerin İliklensin enfâsına bîkeslerinin Kuşların uçarken ki ferahlığı tesellin Ve sükûnlara sükûn katan o beyit Gelirken gülmedik ki, giderken üzülelim! POSTSUZMODERN Her galaksi içinde bir karadelik büyütür. Ya kandan bir mendil daha kaç yerinden katlanır? Hepimizin surları işgal altında! Koca adam olmuş güvensizlik çiçeği. Kendine tapan her ’ene muslim’ için: Kendinden olmayan her Müslüman gavur. Türsüz ve ahlaksız ve yurtsuz ve haksız… Yakınlar hiç bu kadar uzaktan ölmemişti. Özenmek cihatlarıydı neden bozduk ki! Ne güzel takılıyorlar entel ve melan kof. Bu kılıçlar da nerden çıktı hiç komik değil. Sahteyi ki, gözbebeklerinde büyüttüğü… Gerçeğin korkusu becerecek değil mi. Hasretiyle geberdiğiniz isimleriniz… İbret-i Firavun gibi kalsın bu lağamda. Biz, adımızı ahrete yazdırmaya talibiz. 8.372 Kürd dağı Arab dağı Türkmen dağı tütmez oldu Bayır bucak doldu moskof dölleri Lazkiye’de düşen bu başlar Bu surda şehadet getiren çavuş Sanki her yer Srebrenitsa Her sırlanan Boşnak gülleri Yüreği vav bileği elif qözleri kaf ’Mülteci’ yavrularına bakmayın Muhacir yavrularını görün İşaret çocuklarıdır onlar Zarifoğlu deyu bir erenin Bakışlar ki cennetin cehennemi Hayat fışkıran bir volkan sanki Ne mutlu üstü başı put kırığı olana Çünkü dürüstlük dolara Çevrilmeyecek kadar masumdu Hızla tükenirken soyu İnsanlığın! korumaya dahi almadığı Sesimizde cevşen Bakara 44 Hayır! Öğütleye öğütleye Nefsinin hasmını öğüten Şu gerdanlar da kim! Hayır! Pollyanna değiliz Gerçekçiyiz! Ve Biliriz! Hepimiz masum değiliz! Tek akçe yok ceplerimizde Cılık ve izm oyunlarından Bârekallâh! Veşşükrillah! Gözileriniz ki gözler gözlerin Görmediği gözden gözlerimizi Yolu bulanlar bulmaz yolunu Yolunu bulanlar bulamaz yolu Kitaba uyanlar uydurmaz kitabına Kitabına uyduranlar uymaz kitaba Yaz kızım! Kayıtlara geçsin bu da! İttihâd kisveli iktidar isteyen Tadına bakar bir gün ahdimizin Cânı Allah deyu çarpan Zülfikâr yüreklerin keskinliği için Rahmân düşmanları sıradaki! GUREBÂ GAZELİ biz ki evlâd-ı Selahaddîniz hançerimiz bilenmez evlâd-ı Fâtihe Zülfikâr’ın kükreyen uçlarıyız elhak biter! vurulduğumuz boyunlarda dağ yarıkları, adâlet şelâleleri bu destan burada bitmez Yârê kan değil tûfan değil nehir hiç garibanlardır akan plaka turkiye şehâdet öyle âlâ bir ihsân ki kısmet olmuyor vekil döllerine ağzında babasınınkiyle dolaşan nasib olmuyor türkçüye bile siyonist oğlu ermenici oğlu kürtçü bir deccal var hevalodan içeri yok böylesine kahpe matruşka şalvarın ters giydirir gog/magoga plaka turkey dedim no passport yetime ardına kadar transparan ben bu şiiri yaktım cinnet çeşidi öyle yandı ki ruhum felçten üşüdü içim sırttan vurmadıkça ışıdı adni vatan satmadıkça kazanacaksın SON SEDİR yokluktan örülme varlığı kimsesizliğin heplikten sökülme hiçliğiydi bizsizliğin görünmezlerinde mahfuzdu görünen duydukların duvaktı duyulmayanlara her ayrılığın biraz daha yaklaştırdığı her vuslatın hatırlattığı kebir kavuşma içi içe tutturan şu uçurumdan tutkal ilkokul sobasında pişen köy çocukları yüzsüzlükten öte yüzeysizliği künhün özüne dönmeyene dönecek söz yoktu şol rasistler kadar vatansızını görmedin başın tasına tapan lenfperestler vardı varlığını olmaktan utandıran cur’et doku uyuşmazlığından teper adem bile toprağın kabul etmediği ceset meseli sıkıştırılmış veriler zipi mi boğulum gifi mi herkes bendinin en acz anlarda ey oğul dalları arşa akan bir pınar ol kökleri arzı sarsan bir çınar ol ey oğul edinmiş kalbi ocak kozmosa sığmayan neydi muhtevanı çektirten kasaplarda uzaklarda pek uzaklarda paslaştıkça karanlığı serpilen göz kuyularımızdan fırlayıp savulmaya susamış göynün gerçeğini ararken keremleştiği leyla pozları birleştikçe hareket bulduran tekleştir içimizi hasmullaha uzanan baştan ayağa yumruktan gülle sanki sırrını küfrün ensesindeyken bulan batarken ışıktan bir menfezdi şems çakır sükutunu göğün yüzüne vuran kızarmış gül nevrine dönen sirruslar bozut demi duruş seçkindi akıntıdan hesap makinesinden post cihazından kinayeler kılıbık mütecessis sünneti kâzibin yüzüne haykırtana minnetle sıradaki sağu islam maskesin takan ırkçılıktan emekli münafıklara gelsin ve bütün sessizliklerin emzirdiği sesin salınsın ötesinde dahi bilinmeyenin rahat gelen cücelik deviremez yüceyi gün konforundan vazgeçen cesaretin İSTİDLÂL anadolum! sen İslâm milletinin tavâf eder gibi hayat sürdüğü cennet çürümez mukaddes yaygı torpağın şühedân ölmedikçe kıyâmete dek memleketim! asıl vatanımdan miras ve hirâm tüten en son ocağa kadar haykırır her taşın hakkı taştan katıya der hezimetten başka zafer yok bâtıla! mekik dokusunlar diledikleri kadar kaçınılmaz sarandan çıkış yok âlemden firar yalnız bir gravürdü ütopyanıklara bre teologların kaçırdığı ayrıntı anadolum! döşü yedi gök değin engin kalbinin kozmojeni gün gelir bigbang nabzı şeriatullah deyu çağıldayan yan u yan u yan u yan u yan u yan İNSANLIĞA UZAKDOĞU Ashin Wirathu, Thein Sein, Birmanya! Buda tapınağında satanist rahip show filmlerde ne de masum, ne iyi, değil mi bir zamanlar sömürge, şimdi sömüren nedir dişleneni dişleyene çeviren Zen var mı hiç, tek bir sürü, müslüman çiğnemeyen yok mümine müminden başka dost ey semâzen Sri Lanka leşleri, Budist bin Ladin şerri eş zamanlı opera, birleşmiş dövletler bre gâfil, huzur için meditasyon eyler ne güzel aldatırsın, baby face, bay Jackie Chan çekik gözlü iblislere yeni bir set elzem tenasühe ne hâcet, dönüşmüşünüz ite Gotama Buda gelse yersiniz aç gözlükle Nirvanaya ulaşmak: nârın dibine kadar Rohingyayız ümmetin son ferdine kadar gündüz Karuna, gece Kârun, hayaller Konfüçyüs! Aung San Suu Kyi, Dalay Lama; nobelli theyyus senin de kılıcın kırılır birgün samuray URAĞAN uçarı göverişler, nobran taşralar arklarda, erklerin canhıraş sayhası uyruklarda domuran devinimi nisyanın belgin kanıtlarıdır yargıcı infazların hunharca ayıranlar buğdayı başağından kellesi gövdesine ağır aymazlara tabi ki cezayı kesecektir çünkü urgan çopur derbentlerinde tarihin değer kaybetmeyen tek birimdir mihrabsız mihraklar, kekre mihverlerin yağı göynüyen saçlarını parlatan kalay herkeslerin herkeslerin herkesler kendi kürsülerini çifteleyen ölüm triplerine giren konfor piçleri ednadır sarih gazı çekenden oysa iğfali ifşaydı hannasların ayandı düğümlere üfleyen kadın gerilmiş tüylerin ürperten dürtüsünde doru ışklar zamanıdır muskalarda ardakların dahi potkal armonisine kulak vermektir rahmetin sırtlanışı rağmen bodur fassallar, bukağılar utkular budandıkça çoğalacaktır MEY EY kurb, havf, vecel, recâ selam olsun kalbin, gözün dehşetten döneceği güne üns, itminân, yakîn, verâ andolsun sûfîye ve sılaya kesb, vecd, seyr, intisâb ahdolsun ‘nazar berkadem’ ölene ilm-i ledün şairlere keşf-i ledün dizelere fenâfillaha ve bekâbillaha ve hızır ilhâma kasem olsun ki Rahman bizi terketmedi! remz, levâmi, gaşyet, vesm ey örtüsüne bürünen ümmet uyanış baygınlığıyla -kalk ve uyar! mevt mevt büyüyen bir diriliş vardır! hemm, lâhz, mahv, akd kevn, bevn, vasl, fasl, asl tams, rems, dems, kasm hû bilâ hû, bâdî bilâ-bâdî tahallî be hey bahr bilâ-şâtî şirb ol, sussun reyn, ayn, qayn sensiz ben, bensiz sensem ne Şiblî, ne Bağdâdî, ne Bistâmî âşık biziz, mâşuk biziz, rakib biz cem, dem, gem, sâkîyem ‘oku’ da, ‘yaz’ da aynı testide esresiz, ötresiz, şeddesiz bir cezm dört elif miktârının öremediği bir gamla tutacak perçemimizden MEŞKEŞK Bu Dergâh Vâh Bu Dergâh Mâh Bu Dergâh Abd Ve And Ve Akd Ve Ahd Bu Dergâh İç İçe Geçişler, Geçmiş İç İçe Bu Dergâh Gâh Bu Dergâh Âh Bu Dergâh Aşk Kokuyor Elinin Değdiği Her Yer Yâ Rab Cân Taşıyor Kalbimin Kalbinden Dâhi Yâ Rab Neylesin Dışında Kalan Bu Ahengin Yâ Rab Neyleyim Irâk Düşmüş Hisseme Meded Yâ Rab Bu Dergâh Han Bu Dergâh Yan Bu Dergâh Bu Dergâh Zân Bu Dergâh Ân Bu Dergâh Bensiz Ben Sensiz Sensem Bensiz Sen Sensiz Bensem Bizsiz Biz Hiçsiz Hiçse Hiçsiz Hiç Hepsiz Hepse Dergâh Var Dergâhtan İçeri Bu Dergâh Bu Dergâh Yâr Bu Dergâh Âr Bu Dergâh TEMMUZ DEVRİMİ ahretin feda edenler istermiş bugün İslam haşhaşiler bile çekmedi böyle haşhaş ey ham cihanın cümle haşhaşları derlenip çekilse şehid oğlu şehidler gibi gelinmez cezbeye savaş uçakları maket, tanklarsa oyuncaktır imanlı gönlü sahiden de sahi cündullâha o celâlî gecede perdeyi aradan kaldır göreceksin melek ordusu Bedr’in bu tarafta hava, kara, deryalar; kapatın kapattıkça götürür gemileri gönülden yürüten Fâtih usanmaz Anadolum yüklülükten sabahlara Mekke’ye girilen gün gibi silahsız bu Fetih yalancı mehdîlerin devri Sâhî’ye haberci darbeleri darp eden şu necip İslâm Milleti bir gün yeniden haykıracak Hakk’ın devletini gâvuru yurt edinenler: vatan ne; ne bilesi ülkemin bir ucu Bosna, diğeri Türkistan’dır bir yanı Endülüs’tür, Yemen’dir, Endonezya’dır FETÖ ifrat, DAEŞ tefrit; yön belli, aşma haddi Asr-ı Saâdet ruhun üfle mevtamıza Rabbî bu ezânlar, bu salâlar, bu körpe Âsımlar ki yine çiğnetmedi nâmûsun, çiğnetmeyecekti DUYULMAZIN ŞARKISI ruhumun ruhunun ruhunda gövermekte seyir fihristleri cehennem gölünde mazottan sazlıklar, enine kıyametten örülme puhular üşüşmüş tepeye işte hayatın, kaybetmiş seni çığlıkçığlığa dilsizlikler, oyukların gönlünde bakışlar kamaştıran karaltılardan bir arbede tepinir, can çekişir mabedinin mahreminde birbirinin ensesinde gümleyen özündeki kozmosun galaksileri terletmekte koynun kafeslerini toprak denizinde salınan ejderha kucaklar noksanlardan sırnaşan; kavuran çıyan ayaz estikçe bağbozumu taşkına dönüşecektir kalbinin kabrinde kabrinin kalbi gittiği her beldeye sevinçler saçan o yaşamak dolu -engelli- yavrucaklar nasıl da bizden fazla duruluk kırsalında asıl yarımlar ki fenalığın garnizonunda yeryüzünün altında ya da üstünde kadavra ruhçuklara zinhar yok çare görücüye çıkan gelinlik füzelerdi aşkları maganda mangalıydı zevkleri hep alacaklı aheste aheste dağlayan vakarlı sahur yeli etkendi bağrı heba anafor kabuğundan İskilipli Âtıf’ın sarığı gibi kader, başgöz üstüne isimsiz mezarlığı kadar mahşer Şeyh Said’in üstünlük taslayan şımarık süslümanlar arasında çökecek insanlıktır, değil Aksâ kumrular gönder avlulardan; payitaht makberine solukları Nursî’nin hâlâ taze Fatih’in göklerinde bükülmemenin bir lahza bile Rabbinden başkasına pîr ömür bedelini ödeyen erkin başlar omuzlarda fazla uzaklaşmış olamaz erlik en fazla bir asır ve asıl kahramanlar asla pelerinli değildir iki milyar vicdan ki bir defa sıkışsa en kökünden deccalleri boğmaya buğumuz yetecektir yine coştu yosunlar, kuğular halayında masumiyetin bir yanıp bir sönen o uzaklardaki meşhur yakamoz akışındaki aydınlık saygın şelalelerin göstermediyse sana seni farzet duymadın ezgimizi TAYBET ANA yedi gün yedi gece; düğün değil yas değil Rebîulevvel ayı; bahar değil yaz değil komşusundan dönerken, yani sıla-i rahim onbir bilal anası onbir sümeyye onbir esra kurşunlu beyaz bayraklar bile kurşunlu “Silopi’nin ortasında vurulmuş uzanırım” masal değil, destan değil, efsane değil “megrî megrî” diyen dudakları Suspusça çocukken Ömer diye sevdiğim önderlerin papatyalar can verince salarmış buğusunu yaşasaydı türkünü yakardı Ahmet Kaya şehadet böyle olsa; değil mi Taybet ana elbet boğulacak don tutan şehid kanında örgütleriyle, rejimleriyle, faşolarıyla terör unutursam umudum kurusun Taybet ana kaderin Filistin, Arakan, kaderin Türkistan yasında ümmetin yetimleri yasında Kürdistan doksanlar cehenneminde toprağa verdiğin evlatların, karşılasın cennetler kapısında FELAKET ULAKTIR SELAMETE sarsıldı yeryüzü tutuldu saflığın şehri Kirmanşah hüznün başkenti Halepçe işte bir kez daha yıkıldı taşların altında sinir uçlarından ayrılan binlerce yetim can ve sıkışan yürekçiklerin uçuramadığı çığlık kuşları düştü ihanetlerin düşüremediği yorgun Süleymaniye nükleer deneylerin bedeli erozyonlarla savruldu dindaşın dindaşa gavura vurur gibi vurduğu topraklarda bir günde yaşlanan çocuklar arasında en çok da çocukluklar çocukluklar, çocukluklar vuruldu hangi çadır, hangi yorgan sarabilir, ısıtabilir şimdi annesi kalıntılar altında inleyen yavruların üzerini ölümlere sevinenlerin çıkardığı kışı hangi güneş kapatabilir öyle dağlar üstüne öyle karlar öyle karlar yağdı ki serpilen kibirli sular daha tutuşturur yaklaşan cehennemi artık bildim yumrukların çelikleşme zamanı münafık yüzlere artık bildim surlaşma vaktidir mazlum safların sımsıkılaşarak andım olsun ya Rabbi atılacağım ilerilerin ilerisine kuzuları kaptırmayacağım sisli kurtların sinsi dişlerine adalet yağdıracağım katil mankurtların ensesine şahid olsun tarih, şahid olsun zaman, şahid olun şehadet eder gibi sivrilen şu dosdoğru kılınlçar yakındır, keskince sıyrılacak bu muhkem kınlarından kılıç artığı megalomanlar gömülecek ürkek bizansına derisi yüzülecek tüm hurafelerin çevikliğini diri tut öz müslüman soylu isyanların çiçeğe durma zamanıdır ehvenlerin biteceği sahih sabah yakındır asıl deprem içimizde ruhlardaki çarpık kenleşmenin bitiş arefesinde mazluma riyasız sahip çıkılacak o hakikat devletine yüzleri döndürcek mücahidler ufuktadır |