Vera'ya VedaVerâ’ya Vedâ Bilal Yavuz 1 Vurulmak, kırk vav mikdârı… Tutulmak, yeni doğan bebelerin aksırması, hıçkırması kadar muhtâc. Demlemek geceyi, söylenemeyenlerin demliğinde. Abdestli yürekler menzilinde sâhibini bekleyen, kınalımendiller timsâli. Nasıl da dirilmiştik bizi Verâ. Adı bende mahfûzum. İffetten titreyen sesin, ceylanların yarasını yalarken kuğular gibi boyun büküşüydü sanki… Aynı ahşab odalarda yaşlanan, aynı makbere gömülü, ölene kadar değil öldükten sonra da diyen, ukbâda beraber olmayı bekleyen sâdık eşleri hatırlar birden kalbim; tomruklar misâli çiçeğe dururken gamzelerin… Birbirinin mürşidi, birbirinin mürîdi, birbirinin nâsihi, birbirinin teheccüd demlerine ve sabah namazlarına kaldırıcı yâreni, birbirinin hayra çağıran müezzini Verâ, o kördüğümlüler ki onlar kadar birbirineiçtenlikle vâbeste, birbirini Allah için severek arşın gölgesine şâyeste eşler yoktu. Çünkü onlar kadar birbirinin iyiliğini düşünen, beraber Rahmân’ı râzı edip cennetlerinde sonsuza dek bir olmak isteyen zevçler belkiolmayacaktı… Helâl dâiresindekıyılan nikâhları, birbirlerine ne kadar değer verdiklerinin en gökçek şâhidi değil miydi. Çevremizde hep hüsran doğuran nikâhsız ilişkilerden görklü sevdâların zinhâr doğmayışı; hakîkî usûlü nasıl da azimkâr haykırıyordu, duyabilen arayış ehline. Rasûlullâh -s.a.v- efendimizin Hatîce vâlidemize olan sadâkatini örnek alarak,hanımını vefâyla sevmek; en hayırlı sünnetlerden biri değil de neydi? Hançeremde bir yumruk, yutkunuyorum, inmiyor. Görünmüyor, kendini müdhiş hissettiriyor, indiriyor ama inmiyor. İçimde, yalçın kayalıklara dalgalar vuruyor. Çocukluk yaşlarımda, içimi içine hapseden Verâm, romanlar yazdıran, besteler üfleten ateşten kâğıtlara, kurşundan kalemleri cânımın cânına saplatan. Yolcuyken yollarda, gözleriyle yutacak gibi bakan şıpsevdiler arasında, zemîne mıhlı bakışlarla yol almak.Ve asfalt şeritlerinde bile yâd etmek çehreni… Kamerî eşkâlinden akan güneş saçlarında,fanuslarda üşüyen alevler mavisi gözlerinin gökçedenizinde, handelerinin İstanbul boğazında, tesbihlerce dizmek ayrılığı, yokluğunun çetin halatına. Oysa, uzak bir sinyal gibi düşmüştünkapsama alanıma. Şimdi sînem bir köşeye kıvrılarak sadrımda, bekleyiş trenimin menzilgâhına vurgun hicretine sabretmektedir.Oysa Verâlar, bakındığı Vefâları ihtiras izdivâclarında bulamayacaktı asla. Sonrası Vedâlar… Karıncalar gibi tevâzûyla çalışan, başı dolu başaklar misâli Hakk aşkına bükük anadolu anneleri kokardın, yağmurdan sonra gelen iffetli toprak rayihası sanki. Ülkemin ülküsü gibi akça sokaklarında Diyarbekir, kanatlanıp yuvandan uçuşunu beklettirirdi sabahın yedisinde; lacivert ceketimle, oniki yaşımda. Uğradı mı affetmez aşk, küçük bedenlerde dahî aniden yaşlandırır ruhları, olgun düşünceler vurmaya başlar rıhtımlarına, kıtalar demir atar okyanuslarına, yıldızlar gümler kâinâtında, deşe deşile büyür içindeki karadelik. Aynı seccâdelerde Rabbine secde eden, aynı takunyaları aşındıran, aynı testilerde abdestlerle arınan, şakaklarında aynı secde izleri beliren, baraber dirsek çürtüen, diz buruşturan, saç ağartan delikanlı ihtiyarlar olabilme ihtimalimizi söküp attın ya bizden… Şimdi gönlüm, rızkını yitirmiş bir yetîmpervâne kozasında.Hayır, günahtan değil sevaptan kaçar gibi gittin Verâ. Fısıldanmıştı; ürkütürsen kaçırırsın, saflığını sıkı tut.Tutmadın işte, tutamadıkça tutunamadın. Soba üstünde kaynayan dem buharı hüznün, yer rahlelerde ğarîb köy sofraları gülüşün, sevinince ağlayışın, üzülünce gülüşün… Söyle nerdesin, nerde kimi pişman hislerin, hangidubleks avuntuların omzunda tesellî aramakta hırstan bitkin yüreğin? 2 Onbeş sene evvel, dantel yakalı önlüğünden salınan omuzlarına kondurduğum omuzlar, gel de gör nasıl yorgun ilkyazım, alınyazım, nasibim, kal saatim… İnşirâh mevsimleri şimdi nasıl da zemheri, bir zamanlar coşkudan terleyen avuçlara, uyku tutmaz qözlere. Buğulu pencerem, cüz cüz sensizliği hıçkırıyor. Şimdi yaralarımı yaşıyorum kitâbeme, yaralılar kendini bulsun diye, helâl etmiyorum şımartılmışlara, kabul etmiyorum şehâdetlerini vakit geçsin diye. Hazzın hız, hızın haz çağında mâsum mâzim; daha fazla saklayamadığım için taşıyorsun cümlelerime şimdi. Nice Verâlar, vebâsına kitâbeler nakşedecek bir şâirin hasretiyle hebâ ederken ömrünü, kaçırdın derdim. Hayır. En çok neyi kaçırdık bilir misin Verâ? Kâfiyeleri değil, efsâneleri değil, iddiaları değil.Dünya ve ahrette, iki sâdık yolcu ama tekbir yololabilmeyi belki. Oysa dünya/ahret acımsın şimdi… Papatyalardan daha fazla benziyordun papatyalara sanki. Yanaklarında çocukluklar hiç sönmeyecek gibiydi. Gamzelerinde bahçeler, dişlerinde yumurcak hayretleri. Gözyaşlarıyla buruşan kağıtları, hangi unutuş ütülüyebilirdi? Unutsan da, özlüyorsun bizi. Öyle yürekler vardır ki, saatli bomba gibi gümlemiş de her bir et parçası başka bir iç organa yapışmıştır sanki. Nice takvâlı kızların iffetten yere düşen bir bakışı için, nice takvâlı erlerin nice dünyaları yakacak kaynayan bağırlarını bilirim Verâ. Eski sevgili koleksiyonlarından iğrenen, nezih kalmayı başarabilen, bir kez sevdi mi pîr kez seven yiğitlerin hatrına dönüyor biraz da, cihân dediğin… Kızınca nasıl da karadeniz kesilirdin. Engin, görkemli, dalgalı ve bulutlu. Topraklarımı verimli kılardı, nâzenin tutumların. İçimde, sert rüzgârlarında güçlenen köklü ağaçlar, gür ormanlar filizlenirdi; ciddî. Mahfilinde, vakfında, partisinde, şirketinde pek az tanıdığı insanların fikirlerine dahî ehemmiyet verirken, yuvalarında yollarını gözleyen hayat arkadaşlarının düşüncelerine önem vermeyen benlikler hep hayrete düşürürdü kalbimi… Verâm, biz böyle olmayacaktık değil mi? Önünde ceketimi iliklemem gereken biri olacaksa o sen olacaktın değil mi? Verâlar, niçin terkeder böyle kıymeti? Hangi lüks, hasbî bir seviden daha pahalı idi? Kuruyan yürekler çölünde susuzluklar; ırmaklarca iftarlar, vâdilerce ziyâfetlerdi sırların sırdaşı olabilene. Sana yanmaların şeddesi, cezm hâlinde şimdi. Ötrelerim karışmış esrelerine. Kırk vav mikdârı sükût içerim, kırk vav mikdârı sükûn, kırk vav mikdârı sürgülerce çekilen; içten sürmeli gözlerin. İçindeki o tamtakır kavanozun kapağını bir sıyır da gör, içerden göklere kanatlanan ne kelebekler keşfedeceksin… Kalanları kavursa da gidişler Verâ, acıyı tatmasını bilen yürekler, ardında bir damak zevki bulabiliyordu. Kalmaların gitmekler olduğu sahrâlardaysa, acıların tadılabilecek bir yönü bir yöresi yoktu. Büyüyünce bile çocuk yüzlü sabî gülüşlü kalman, mâsumiyetinin tecellîsi miydi? Bilirdim, mecnûn û leylâların öyküsünde, haram şehvetlere yer yoktu. Helâline dahî kıyamamak, kırma telâşiyle titremekti aşk. Sana helâlim diyecektim, diyemedim. Bilmem, görünmez bozguncular mı engeldi bu visâle? Bildiğim, hebâ oluşu Verâm, mücevherin lâyık olduğu kıymeti göremeyişindeki o tüm seyircileri hüzne boğan sahne. “Bir kez içeriyi dağıtıp gidenlerin; bir ömür ardını toplar kalanlar… Bazı sözler öyle derin ki, asırlar alır vurması kıyılara.” 3 Şu doğayı, tefekkürü unutmuş muhteris kentlerde değil de, yaylaların meşe odunlu kulübesinde gelseydik yüzyüze, belki hazîn bir sonla bitmeyecekti bu film… Eylül bakışların, nerde kimi yaprak döküyor şimdi? Sözde mantık evliliklerinin nasıl da bir bir yıkılıp gittiğini benden iyi biliyorsun aslında. Nasibse Rahmân’ın cennetlerinde sonsuza kadar komşu kalabileceği müslüman kardeşlerine şu yarım günlük dünyada eziyet eden dindaşlar yaralıyordu en çok da. Ya sen de bizi mahvettiysen Verâ? Ya zâlimiysen mazlûm bir aşkın hiç düşledin mi? Vebâl Verâ, vebâl ne ağır sözcük şu sözlükte. Vurgun kalblerin erteleyişleriyle erirken yeryüzü, içlerde boşalırken söylenemeyenlerin kum saati, geç kalışlar koleksiyonu insanlığın en hazîn birikimiydi belki. Hazân diyordu Verâ;kavuşanların güz günleri. Hazân diyorum şimdi; ilkyazıymış bilâllerin... Aşkın müezzini taştı yine. Sadırlarda buruk harfler coştu yine. Kalbimin aklı, aklımın kalbini aştı yine. Aslında ne sen gittin, ne ben kaldım; ortada sadece bir yarım… Nice gelinlikler nice erlerin kefeniyken, nice kefenler gelinliğiyken nice nâzeninlerin, şu mutsuz sonlar bilyesinde helâlim diyememek sana, belki… Hayır, hiçbir avuntu emziremiyor bu kalemleri. İnsanın insana tere yağından kıl çeker gibi kıydığı bir çağda,bakmaya kıyamayışların nesli tükenirken hızla, bağırmak isteyip de bağıramamak Verâm, son nefesini vermeye çalışan bir tavşan gibi aslanların ağzında. Hayır, kimsesiz sokakların öksüz sokak çocukları gibi diz kapaklarının kabuğunu kaldırsa da kalbim, sensizliğin sokak lambaları yâren, banklarıysa kan kardeşidir. Çünkü bilirim, Hakk gönlü buruklarla beraberdir. Hû dost oldu mu, âlemler dost olur kalbe. Takvânın azınlık olduğu müslüman ülkelerde, İslâmın ğarîb kaldığı İslâm beldelerinde, mecnûnların leylâsını şımartılmış sosyetiklere kaptırdığı bir çıkar küresinde; temiz kalmaya, yıkmamaya, incitmemeye çalışmanın asıl uyanıklık olduğunu bilenler, helâl yalnızlığı haram sosyalliğe tercih eden paydaş erenlerdi. Kırık çay bardaklarında eğri çay kaşıklarıydı berraklığın. Bizde flört yoktur Verâ, helâlinin ahretliği olmak vardır.Karanlık güllerin gece yüzlü bülbülleri şimdi gidişin. Şimdi yokluğun; çokça ney çokça rebâb çokça diken çokça cân çekişmesi... Kız Kulesi, Kız Kulesi olalı böyle mahpus görmemiştir. Diyarbekir kalesi, Diyarbekir kalesi olalı böyle zindan… Şimdi belki çoktan serilmiştir bir cennet ayaklarının altına. Kuzuların olmuştur, bilmem mutlu mu mutsuz mu bir yuvan. Sen göçeli beri kentimden, kuşlar haber alamıyor artık pencerelerinden. Dokunduğu çiçeği kurutan adamlar arasında günden güne solmak. Seni sensizlikte bulmak. Hasretlerinin gurbetlerinde, Kays gibi Hakk’a giden yolu bulmak.Mahzenler haznesinde güneşsiz serpilen ayçiçekleri göğnüm. Verâ diyor başka bir şeyh demiyor. Mahrem çekilen çorak zikri firâkın, alevleri ateşlere yangın yangın dikiyor. Arınmak birbirimizde günahlardan. Irmakların arıttıkça arındırtan sırrına varmak birlikte. İki ten ama tek cân emsâli geçmek içiçe. Ve -kıvranmayan açmaz- esrârına varmak goncelerin. Nerede, kimi buz tutuyorsun şimdi? Elvedâ Verâ, elverâ. Yaşanamayanlara… Oysa aşk, dağıldıkça kuvvetlenirdi. Darmadağınıkların yorgunluklarla doğru orantısı hiç mi şaşmayacaktı? Doğruyu bulunca tâkât getirememek, eski yalnışların pişmanlığı neden hep öyle günlere ayarlı idi?Sûreti sîret, sîreti sûret adamlar ıssız değildi. Boyuna savrulmuşlar aslında onlarsızdı. 4 İsrâf edilmiş gönüller körfezini boylamaklar ne hazîn. Sakalları şiirle karışık adamlar için Verâm, yüreği Rabbiyle barışık hanımlar için gökyüzüydü; şatolar, mücevherler, jetler, gösteriş gemileri… Hakîkîler için bu umde; köşklerde yahut kovuklarda, değişmezdi.Vakfelerim, vakfına hasret çocuksu süt dişlerinin. Şehirler, kıtalar değil Verâm o kadar ucuz değil, upucuz… Şimdi koca bir yaşam girdi aramıza. Gayrı nasıl buluşabilirmüddetlerimiz? Neresinden tutuşabilir ömürlerimiz? Ölümlerimiz… Oysa ne bekleyişler beklemişti, bekleyişlerimizi. Fırat ile dicleyi, tunalarla nilleri dökseler tepesine, karacadağların, kırklar dağımın yalazları sönebilir mi? Bu cennetin cehennemi şu cehennemin cennetine kavuşabilir mi? İçi içini yiyen içler, durulabilir mi? Helâl -bir- aşk, sadâkat demekti. Mukaddese önyargılı insanların dahî doğası gereği gizliden gizliye ağlayarak aradığı o düşlenen değer... Ukbâda Rabbi onlardan, onlar Rabbinden râzı, hayırlı eşler olarak. Rahmân’ın sonsuz cennetlerinde usanılmaz bir sevdânın zirvesinde dolaşmak…Birbirini Allah için sevmek, burada ve orada; sonuna/sonsuza kadar… Demini almış sevdâların harcıdır ancak bu. Ya tek taraflı kebir özlemlerin yalnızlığa demir almış payına ne düşer şu ıssız mahşerin çilehânesinde? Yağmurlardan sonra yerden göğe yağan toğrağın öze aslını hatırltan kokusunu çekmek içmize, ayrı kentlerde, aynı demlerde. Denizi olmayan şehirlerin denizi gökyüzüdür. Hiç deniz görememiş ğarîbler iyi bilir arşın dalgalarını. İşte böyle sevmiştim bizi… Hazret-i muhabbettir, Hakk’ın dostlarına sevgisi. Tetiği çeker gibi çekip gitsen de bizden Verâ, umarım Rahmân sevdiklerinden eyler kalbini. Hiç görmediğini hep özlemek nasıl da müdhiş bir mûcize Verâ. Rahmân’ın rasûlünü -s.a.v- sevdirmesi milyarlarca nakışlı kalbe. Âh diyorum, âh; işte helâl sevdâları bahçesinde yetiştiren devâsa sevgi… Yâr, yardılanı Yaradandan ötürü seven yaraların yarınlarına bir haber bırak.Cenâze defnedilir gibi gömülen şu tohumlardan bir demet bulacaksın belki;onyedi sene evvel ilk kez baktığın o mekteb sıralarında. Dosdoğru sevenler Verâm, toprağın yedi kat dibinde çatlayacağı zamanı bilen tohumlar gibi… Onlara kaybetmeklerden örülme bir fetih vardır, belki ancak hemhâllerinin görebildiği… Kalbini arıyorsun, meşgul çalıyor. Bir yetîme sığınak, yaraya merhem, derde devâ, hüzne tebessüm olamayan başkasının hayatına anlam olamaz, biliyorsun. Edebli bir kimsesizlik diyordun, cümle edebsiz sosyalliklerden hayırlıdır… En büyük cesaret, merhamettir. Kuğu güllerinin bükün boynundan yavrusuymuş gibi okşayan hacılar… Görsen sevmeye kıyamaz kalbin… Bir nefeste yarılanır kimsesiz kederin… Anladım ki Verâ; şu hayatta nefret kolay, muhabbet zor, şefkat asıl kahramanlık, zulüm asıl kokraklık, her nefes mucize ve her dem imthan, prangalardan kurtul diyor kalbim, kanatlanmaya bak… Vatan en mübârek anaydı Verâm, anneler günü kutlanması en çok gereken. Ona hayırlı evlâd olmamız elzem olan. Sen bana en çok vatanımı hatırlatıyodun. İffetli hanımların en şımarığında bile şıpsevdi bir heriften daha fazla sadâkat ve muhabbet vardı. Ve sen muhabbetin pîriydin, talebe yüreğime… Uzaktan seyretmek kalbini; yaşama tutunmaya çalışan yavru bir ceylan gibi... Annesini yutan kaplanlar tarafından -cılızlığından ötürü- yutulmamasıyla hayatta kalmışçsına, avazı çıktığı kadar susma hissi… 5 Cennetimin cehennemi yüreğin… Bizi ölmen sevmekse bu sevmek sevmemektir sevgisizgilim… Yüzüne okuyamadığım şiirleri yıllarca tekrarlamak içimin dudaklarından. Tadımlıktı dünya, asıl ziyâfet âhirette. Refah çoğaldıkça azalan huzur. Ve cennetlerin cenneti rızâsıdır Rahmân’ın… Beraber kazanabilmek hoşnutluğunu Hakk’ın, birbirini Allah için seven eşler olarak. Biri diğerinin aynısı olmayan milyarlarca rengin olduğu bir gökkuşağu kaydırağında kaymak seninle. Gökyüzünden örülme berrak bir okyanus evreninde ışık hızında yüzmek el ele, gönül gönüle. Gönlü güzel Verâma gönülden merhaba… Yaşamın en güzel sahne performansıydı rol yapmamak, hasbî olmak sevdiklerine. Bir vakit arzın kuşları gibi uçuşan küheylanlar misâl. Rableri için birbirine vefâsını ömürleriyle gün gün, nakış nakış kanıtlayan eşler, sonsuza dek beraber olmakta cennete en yakışan yoldaşlardı. Bakışmalar, mezarlıklardan gelen kemik çıtırtıları. Ne afili denizleri var bu kentin ne yıldızlar görünüyor şu naylon ışıklardan. Bu şehir göğü deniz eyleyip yeri çadır belletir kalbimize, hû Verâ hû… Baklaçiçeği tavanların karanlığı; doğarken ilk, ölmeden son duyduğu nesneyken bakışlarının… Ölmeden ölen seher yürekli erlerin, dirilmeden dirilişleri sanki… Kader derdin, iççekerek şükürle, iç içe geçerdi içtenliklerimiz… Eli pas ve ekmeği bayat ama emeği körpe; göğün gürlüyor, karıncalanması gibi en derinin… İlk nefesini alır gibi verdiğin son nefesinde, can kıyamıyor çıkmaya ve bıçaklar yeşeriyor içinde… Yağmurlardan sonra gelen o toprak kokusunu içine çek; toprağına yakın olmak kibri önler, kalender bir bilgeye dönüştürür kalbini… Susmak, susmak sensizliği…Enseyi alan berberin usturasındaki sükunet… Elde avuçta gidişin… Damar damar ırmaklar kabarıyor derinde,geriliyor bozkırlar ilkbaharlarca, sonbaharlarca… Mutluluğun sahibini mutlu edemeyen mutlu olabilir mi hiç? Fotoğraflarda gülümseyen saf çocukluğumdan eser yok şimdi. Belki cennet, en çok da masumluğunu geri alabildiğin için cennet... Ne kadar uzaklara dalabilirse o denli derinleşebilir sanki insanın içi. Saygı duymayıp saygı bekleme ezikliğinden ötede bir yaylada. Ama itiraf et Verâ… O fotoğraflarda gülümseyen berrak çocukluğumuzdan eser yok şimdi değil mi… Belki de cennet, en fazla maslumluğunu geri alabildiğin için cennet… Değer veriyorsam verdiğim değer lütuf değildir, vazgeçilmez hiç değilimdir. Ancak haddimi bildiğim ölçüde değerim yükselir çünkü tek üstün O’dur. Gözlerimize hayırlı cumalar, rahmetin gazabını aşmalı gibi bir gün… Göğe bak; her zerre her nefes her bakış her nakış her akış mucize, her an her zan her can her şan imtihan ve tek fırsatın var… Ve sen "kalbim dayanmıyor onca kötülüğü izlemeye" derdin; ve ben "biz Allah’ın yaralı kuşlarıyız, tevekkülden başka hiramız yok" derdim, dinerdin… İyi bayramların bize dargın milyonlarca mazlumun gönlünü aldığımız gün olabileceğini haykırırdı kalbimiz. Güzel yorgunluğun gölgesinde Verâ, bitme… Adâlet isteyen yüreklerin cennetidir cehennem… Hakettiğini bu dünyada çekmeyen acımasızları Hakk aşkıyla yana yana beklemektedir… Dünyanın en görkemli güzelliğiberrak bir kalbin karşılıksız iyiliğidir.Dünyayı değildünyanı iyilik kurtaracak! 6 Ölünce belki şunu yazacaklar; bilâl hayatını kaybetti. Hayatsa bilâli çoktan kaybetmişti… Belki evren dar geldi bize Verâ, beraber sığamadık gitti. İşte hayatın, kaybetmiş seni. Âh şişlerinde kebâb yürekler… Çöl denizinde yüzen gök kuşları gözyaşların… Uçuşu iptal edilmiş güvercinler… Öyle aydınlık ki ürkek bakışların; bir an, karanlığı unutturur sanmıştım… Yanılmışım… Gül kokulu yasinler, sararmış çocuksu elifbâlar hâtıran. Şimdi kabrine ibrikle su taşıyor çocuklar bu hikâyenin. Bir ateş yakmaktır karanlığa, marşlar tüttürmek… Gözlerinden gözyaşlarım bir fırtınadır kopuyor. Kalbin göğünde dans eden renkler ve sevişen sesler yer kabuğunda. Ve uçmak havada yüzmek ve yüzmek ummânda uçmak ve toprak ki durgun ummân ve ummân ki akan toprak sevgisizgilim… Umutma… Var edilmeden sonsuz var kalmayı ancak var edilmemiş -Mutlak Var; Hû- bilebilir. Yaradılan yaradılmamayı anlayamaz. Sınırsız sudan ancak kendi kabımızcaydı güzel mütevâzı nasîbimiz… Çiçek açmış dallarında kumrular… Saçlarından damlamakta akasya… Dağlarında öz gürlüğün marşları… Ülkende farkedilmez doğulu, batılı. Yaşam gibi gülüyorsun manolya… Ağzı var diliyok bağrın… Alma birini vurma ötekine mahcûb gözlerin… Ürperir sazlıklarda balerin kuğular… Astarı yüzünden pahalı umutlar… Tesellî et hüznünü başkalarının mutluluğuyla… Sınırları file yapan çocuklar karşılıklı voleybol oynayışında… Tel örgüler kanatlanıp uçuşunca Verâ… Bayramların çörek kokusu yeniden… Çocuklar sevindiren delikanlı dedeler aşkına… Cânında deprem; nefsinin altında kalmışsın, sesini duyan var mı. Annesizliği, babasızlığı, çocukluğunu yaşamamayı en iyi bilen Âdem Havvâ değil mi… Dibinde yer, üstünde gök, karşında su, saçlarında rüzgar, içinde ateş denizi… Bazı geceler bazı ruhları kemirmek için gibi bir vakit… Bazen öyle bir demde dertlenirsin ki, bin dostun olsa dertleşemezsin Verâm… Asıl erkek adam ağlar, ağlamayı bilmeyen babalığıöğrenemez… Mazlûmun birleştiği gün zâlimin zulmüne kıyâmet günüdür Verâ… Sığ ihtilaflardan sıyrıl, cevherinin farkına var, rûhunu özgür bırak... Oysa ufacık mutluluklar yetiyordu muhteşem huzurlara... Âh almanın, hayat karartmanın hobi olduğu çağa veyl olsun... Hürmetin, muhabbetin, uhuvvetin fobi olduğu bir çağa da veyl ola... Başkasının yangınıyla; yemeğini pişirip yavrusunu doyuranın vay haline... Yeryüzünde milyarlarca kötülüğe en iyi cevap; kardeşliğimizi pekiştirmekti. Kalbin aklı almıyor, iyiliğin güzelliği varken neden kötülüğün çirkinliği... Güneş tutulup ateşten bir çember olunca; Yusuf’un kuyusunu hatırla… Başkalarını sevindirmekle moral ver keder kuşlarına… Uzaklarda yanıp sönen yıldızlar gibi bağrımızı zorlayan boşluk...Yaklaştıkça uzaklaşan; git git bitmiyor içimiz... Dünyanın en hazin korkaklığıyken; kadınlara erkeklik taslayarak şiddet... Şimdi nasıl da üşüyor şiddetle dünya. En güzel cennet nimeti; yeniden masum olmak... Öksüz bülbül, minnettardı gül ağacına; oysa maharet topraktaydı...İçinde bir anne kalbi taşıyan fedakar adamlarıüzmemeli obez dişilikler… Alnında bir baba onuru taşıyan hanımları da üzmeyin... Yumurcak serçeler konsun kuğumsu dallarına Verâ… Hüznün en fazla yakıştığı gönüldür, mahşer yeri. Hüznün en fazla yakıştığı gönüldür, mahşer yeri. 7 Dostumu sergilediği yanından değil, göstermediği yanından ancak tanıyabilirdim. Naylon canlısı renkler, parlak vitrinler, fantezi ışıklar hep anlamsızların karanlığı. Fosilli sıkma kehribar tesbihler gibi mahzun güzellikler miydi yaşadıklarımız? Bir şiir koca bir cinayeti önleyebilir. Kendini anlatmakta zorlanıp şiddete başvuranların ellerine sanat aşılamak çok şeyi önleyebilir. Cennet ehli, Hakk’ın sonsuz çeşit kitabını sonsuzh hazla sonsuza dek okuyacakken… Dünyada nice algıyı ve olguyu birer kitap gibi okuyorken kitapları hafife almak nedendi Verâ… Dışarda hiç tanımadığım aksakallı dedeleri görünce sarılıp ağlayasım geliyor. Henüz keşfedemedim ama sırların olduğunu biliyorum. Ve merhametli dedelerimizin çoğu çözdü sırları hissediyorum… Katillerin gözlerine bak, çoğu sevdiklerine seviyorum diyememişlerdir. Her koca ömür, kendi ölüm saatinde tadacağı acının meraklı endişesiyle kül... Bazı yürekler bazı göğüs kafeslerinde zindan, inanmıyorsa yoklasın… Bazı göğüs kafeslerinde yürek değil kemiktir, taştır, çukurdur atan… Ruhumda kanatlı ceylanlar, yüzgeçli kuğularla dans ediyordu. Hasretiyle tutuşa tutuşa uçuşan günlerimizin kül koleksiyoncusuyuz Verâm… Yüreğimin atasözü vicdanıma; geceye yeterince alışırsan, karanlıkta görmeye başlarsın… Sabahın ayazında ferah kuş sesleri için pencereyi açmak da sevdaya dahildir… Ve şımarıktan eş ya da dost çıkmaz çünkü çabuk vazgeçer, kolay sıkılır hep haklıdır. Arıyoruz, arayışlarımız burada bulamayacağımızı bağırıyor. Bulamıyoruz çünkü burada bulamayışlarımız orada bulabileceğimizi haykırıyor… Ciğerdir yanar, yürektir türer, anlayamaz dilsiz şeytanlar… Gıybet yerine soylu sükûtu tercih eden zarif asosyallere selâm olsun… İyiler dışında herkes örgütleniyorsa, iyiler örgütlenmeyi ahrete saklıyordur. Çünkü yeryüzünün bütün çiçeklerini kırıp geçirecek gibi mağrurdur bazıları her dem… Bir zalimi ne ceddi ne yurdu ne milleti ne devleti ne ecdâdı ne sülâlesi kurtaramayacaktır mahşerde… Hüzünlendiğimizde sığındığımız Hira mağaramız kim? İşte mesele bu Verâ…Kalbi ağlarken bile yüzü gülen yakınlarımız, dünyanın en fedakar insanları... Ve kimsesizler mezarlığı gibiyiz bazen, hayır severlerin bile uğramadığı o tenhâ… İçindeki uçurumlardan derini yok… Sıyrıl yükseklik korkundan… Uçmağı öğren Verâ…Bırak saçlarını rüzgâr tarasın, nazlı sesler öpsün kulak zarlarından bırak… Yarasını yalayan maral kırgınlığı seninki, dalgıçlar gibi dalarken uzaklara gözbebeklerin. Küllerinden doğmayan simurga simurg denilmez… Denizler güneştir yanmasını bilene, güneşler denizdir yüzmesini bilene… Saatli bomba kalbin, içinde… Asıl yiğitlik, zebralar gibi korku salmadan geçebilmek… Ölüm ki, ölümsüzlüğün kıymetini bildiren en hakîkî öğretmendir. Kof cümlelerden yorulmuş îmânlı ruhlara tesellîydi, orada boş söz işitemezsin müjdesi. Yokluktan gelmemiz, yokluğa gitmeyeceğimizin en büyük delîliydi Verâm… Bize şahdamarımızdan yakın olana şahdamarımızdan yakın olmaya bir çalışsak… Mumlarıyla kağıttan gemizler mahzun sevinçlerle bırakıldı rıhtımı karaya vuran dalgalar olan umûdun nehirlerine. Kalbimizde, ilk ve son atışındaki heyecan olmalı Hû aklımıza gelince Verâ… Zerrelerin nabızlarını hisset… Cümle varlık cümle yokluk O’nu işâret ediyor… Tüten beyaz duvağıyla trenler, salınan dalgadan duvağıyla gemiler… 8 Köy evlerinin kanil önlerinde kimseyi incitmeden eriyen zararsız ömürler âh ne güzel ne özel yorgunluk… Eminler ki yeryüzüne dağılmış yıldızlardır, karanlık ancak nurlarını arttırır. Yaprakların Hû deyu hışırtısı ve dalgaların Hayy deyı yığılımı âh… Sağcı, solcu, mütedeyyin… Bütün dindaşlarla kemanlı yağmurlar altında türküler çığırmak istiyorum… Adâlet türküleri… Esenlik türküleri… Kardeşlik türküleri… Hakikat türküleri… Bahar ve güz türküleri… Umutma… Kuşu öldü diye çocuğa başsağlığına giden peygamberin ümmetisin… Unutma çok güzelsin… İçinde binbir emekle büyüttüğün çiçeği kolayca kırmalarına izin verme çünkü çok değerlisin… Sana diyorum, Verâ’ya değil, bu defâ sana. Alıp başını yelken açmak başka hiç kimsenin alıp başını yelken açamadığı tehlikeli denizlere… Düşünsene cennette hiç nefret olmayacak rûhumuz ne kadar da hasret ne kadar da gurbet değil mi… Sonbahar yapraklarının ezilirken ki çıkardığı hazîn sedâ; sadrına sığmayan cevherin… Sakalları şelaleler gibi akan dedelerin bükük bellerinde saklıdır sevdâ… Bak işte bir yaprak daha düşüyor ömür papatyamızdan... Bir sensizliktir gider, bin sessizliktir gelir. Seni terkedecek bir dünyanın kof gündemini umursamadığın kadar kârdaydın oysa. Ömrünü ötekine nefretle tüketenden kölesi yok Verâm. Bir nâzik maden işçilerine bak, bir de vahşi kolej çocuklarına… Hayat okulu eğitir. Barışın ve savaşın sebebidir kitaplar. Yûnûs ya da Marx olmak bizim elimizde. Tenhalığımızın kalbinde; kimsesizlikten bir nehri gam lambasıyla aşar gibi... Selâm Rahmân’ın yaralı kuşlarına, tevekkülden gayrı Hira’sı olmayan mustazaflara… Hakk’ın unuttuğu unutkanları âlemler hatırlasa ne işe yarar? Hakk’ın yâd ettiği dostlarınıysa âlemler unutsa ne zararı var… Bağrıma yaslan ve dinle… Fırtınalar uçuşuyor içimde… Çiçeklerim endâmını paramparça eden ellerden bile esirgemiyor kokusunu… Çünkü iyi kitaplar doğru dostlar gibidir, kendini bıraksan da seni bırakmaz… Gül fidanı gibi insanların dallarını kıra kıra sevmeden, suyu güneşi olmak ne müthiştir… Tek bir sövgüyle milyar kul hakkına girilen zamanlarda öyle dağlara öyle karlar yağdı ki artık kimseye şaşırmamak gerekir. Oysa yağmur, gökyüzünün içini dökmesiydi yeryüzüne. Melodiler eşliğinde havayı okyanusla buluşturan ipil ipil damlalar, gönlün kokuyordu Verâ, göğün kokuyordu… Sözü közüne, közü yüzüne, yüzü özüne vurgun şeffaf karakterleri özlüyor cihan… Evsizler, uyuyor kalabalıklar içinde… Onlar mı utanmalı… Geçip gidenler mi… Yağmurla buluşan keman dinletisi ömrün. Alnımızda biriken kesikler, hayatın çırnaklarıdır belki de. Gül, geç en iyisi. Hem varlığı sevip hem varlığı düşünmekti kalemin kale kapılarını açan… Rûhun sonsuz matruşka… Kapağı her açtığında yeni bir yüz karşında… Uyumamak için kendi gözkapaklarıyla savaşan bir çocuk kadar yorgun kalbimiz… Çiçekleri kırmadan, hayvanları ürkütmeden sevenlerdi dostluğa lâyık olanlar. Sesinde kalabalık bir yalnızlık büzgün, üzgünsün, onlar süzgün zannediyor. Yakınlarının hayatına anlam olmak… Uzaklarınsa anlamına hayat…Kullar içinde Rahmân’a dost olmayı başaran soylu cânlardan baka üstün mü var… Eriyen ömrümüze ne kadar da benziyor yıldız patlamaları. Düşüncelerin tiryakiliği öyle yoruyor ki bazen, çalışmaklar dinlenişlere dönüşüyordu. Başını taştan taşa vuran nehirlerin şelale olup uçurumlardan atlarken ki nezaketi… Yeşerir gibi sararan ihtiyarlarda temiz ömrün büktüğü belin tatlı yükleri…Ölmeden öl Verâm, ki dirilmeden dirilesin. Duraklara neyle rebab düeti nakşedilse böyle mi olurdu. 9 Vefasızlar dünyasında sadıkları aramak… Define haritasız defineciler gibi… Toprağına anlam döken her rûh; erguvan bahçesine döner eninde sonunda…Vaktinden erken doğum… Yaşatmaz, öldürürdü… Ve çocuktuk, anlamdan habersizdik Verâm, düşün, nasıl da yükseltti bizi. Meteor yağmurları altında ışıldayan gözlerin saflığıyla semâzen küremiz… Yumurcak seher serçelerinin birbiriyle hasbihâl eylediği dalların serinliği içimizde... Âh kuşlarının gönül evlerinden göçerken ki mahzûn güzelliği… Yaralayanlar dünyasında yaralananlar köyünün mahcûb köylüsü olmak, sessizliğin sesinde… Başarılı kimdi… Sap olduğu baltaya kendi özgünlüğüne özgü bir keskinlik verendi… Seher vakti sırf kuşları dinlemek için pencere açıp üşüyen yüreklere has… Ameliyle kibre kapılmadan sessizce hayırda yarışanlar dışında kimse kâr etmemekteydi. Başı dik gezmek neydi… Onursuza kibre kapılmak değildi… Tevâzûdan ve hayâdan; başı önde yürüyebilmekti. Otururken dağ gibi kurulan ihtiyar ninelerdi, güzel haysiyetin gölgesi. Çöpten bulduğu kitaplarla kütüphaneler kuran temizlik işçileriydi, irfân… 10 Uçurtmalar korkmaz uçurumlardan ama bir poyraza bakar âkıbeti. İçinde sesler, sustuklarınla savaşıyorsa kendinle barışacağın gün yakın…Âhirzamanda sanki nice insan çocukken büyük ve yaşlandıkça küçük... Bu zamânda medeniyyet Verâm, asla betonik şehirlerde değil, hor görülen doğal köylerdedir. Ve kitaplarda kuruyan gül yaprakları, sanki mezarlarda çürümeyen nice Hakk dostları… Biz kimin kimiyiz Verâm, peki… Akıştan örülme nakış nakış bakışlar, bulutlar okyanusunda dalıp çıkan yunuslar gibi. Saçlarımızın kalbi kırık… İki yıldız çiftleşince bir ölüm mü doğurur kâinâta... Başarıyla fırlatılamayan uzay mekikleri gibiydik, hassas süpernovaların burukluğunda… Orijinal dilinden okunmayan ezânlar gibi hazîn bir şathiyât bu gidilen acı hâlet… Samimiyet çekiliyor arzın damarlarından… Yapmacık hareketlerin zirveye ulaştığı devir, deviriyor insanlığın başkentini… Veyl olsun başkasınn yangınıyla ocağını ısıtana, kindara en büyük ceza yine kendisi... Kimsesiz han duvarlarında öksüz güvercinler yüreğin… Can ki yağmur tanesi, tosladığı sevide paramparça dağılan… Alnımızda biriken çizgilerdi hayatın çırnakları…Ruhun sonsuz matruşka… Kapağı her kaldırışında yeni bir yüz karşında… Uyumamak için kendi göz kapaklarıyla savaşan yorgun çocuklar kalbimiz… ÂH VERÂ’M… ÖLSEM ÖLMEM BİZİ… UNUTSAM DA ÖZLÜYORUM SENİ… ARAMAKLA VERDİĞİN SON NEFESİ… ÇÜRÜDÜ ÖMRÜMÜN AK CİĞERLERİ… ÖLÜRSEM KALBİMİ SANA BAĞIŞLASINLAR BİR TAŞLA NEREYE DEK YAŞARSIN Kİ… |