ALLAH’IN VAAD’İ… VAAD’İN ALLAH’I…
(Henüz 10 Günlükken Öldürülen Lübnanlı Bir Yavrunun Gözüyle Dünya…)
Ey kanlı dünya, ben küçücük Vaad bebek… Lübnan cehenneminde cennet kokan bir gülüm ben Kimsesiz bir çocuk, Allah’ın Vaad’i… Beyrut’un varoşlarında henüz on günlükken Füzelerle tanıştım ana kucağında Pimini çektiler yarınlarımın, Karardı bir bebeğin gözbebekleri Henüz anne demesini bile öğrenemeden kopardılar dalından Kulaklarıma okunan ezanı topraklarımda duyamadan Ananın ak sütüne aç, Baba kokusuna muhtaç Göçtüm sılama doyamadan Gelişimle gidişim bir olduysa ne gam… Ölümsüzlük üfürülmüş ruhumun her bir hücresine Geldim, gördüm, beğenmedim ahvalinizi… Ve döndüm… On günlük kısa ömrümde sonsuzluğu sırtladım zayıf omuzlarıma Ya siz!... Asırlık ömürlerinize yazık, on güne değmez. Sizinle aynı sıfatı taşımaktan çok rahatsızdım zaten. Öldüysem onurumla öldüm, onursuzun elinde Başkalarının günahını yüklediler üstüme… Ölmek taşımaktan daha ehven… Bir serçe kuş kondu yumuk minik ellerime, Aldı götürdü ruhumu göğün yedi kat mavisine Seyrettim İslâm coğrafyasının bugünkü ahvalini, Seyrettikçe ağladım; iki gözüm iki çeşme… Görmeliydiniz dünya gözüyle, görmeliydiniz öylece Çil yavrusu gibi dağılmış ümmet dört bir yere Beni asıl bu öldürdü bin kere, yüz bin kere!... Ateşin koynunda eğlenenler gördüm her gece Tankların altında güller boynunu bükerken Beyrut, Gazze, Kudüs yanıyordu, Yaşananlar muamma, sanki birer bilmece Dinmeyen ahlarımız gökleri yarıyordu Gününü gün ederken bir yığın sünepe Duymaz efganımızı ümmet, sağır sultan duysa bile Sarıl bana anne, sımsıkı sarıl, sakla yüreğinde Kaybolsun barut kokusu o gül teninde İçimi acıtıyor soğuk metal parçaları, kanıyor yaram Lânetlinin toynakları geziyor bedenimde Güneşimi çalıyorlar çocuk göğümden Sevdam buruş buruş oldu zalimin kirli ellerinde Umudu kaçırdılar gözbebeklerimden Prangalar vurdular yitik hayallerime Dünyanıza bahar gelmiş bana ne!... Yalancı ömrün yalancı baharıyla avunup durun gayri Ben on günlükken ölümsüzlüğün badesini içtim Gözünü kan bürümüş vicdansızın elinden Gayri sevinsem mi, üzülsem mi bilemiyorum Yurdumu ateşte gördükçe sevinemiyorum Ağlayan bebelerin hıçkırıkları sol yanıma saplanıyor Kıyametten evvel bir muştu bekliyorum Sürgünde büyüyen yavruların nefesleri barut kokuyor Analar kucaklarında yaralar sağaltıyor Çilenin tarlalarında sabır ekip metanet biçiyorlar Yaralarımız küllenmedi, küllenmez de… Nasırlarımız canlı bir tarih gibi duruyor Ya mezarlarımızdaki boynu bükük serviler… Bir taşı bile olmayan garipler mezarlığı Hepsi dünün acılarını haykırıyor koro halinde Unutmak mı, acıyı, elemi, derdi… Biz unutsak da zamana işlenmiş nasırlar unutmaz Utanç duvarlarınız, barikatlarınız unutturmaz. Ah sizi gidi baykuşlar, leş kargaları!… Salıncaklarımızda uzun menzilli füzeler salladınız Uyuttunuz, yıldırdınız onca ümmeti Gülen yüzlerimizi geçmişin aynalarında unutturdunuz bize Albümlerde kaldı her tebessüm… Bizi yetim, öksüz, yurtsuz koydunuz Hallac-ı Mansur misali ne varsa Soydunuz, soydunuz, soydunuz!... Tanklarınız ezdi geçti ertelenmiş umutlarımızı Ateşe verdiniz uzun menzilli füzelerle yarınlarımızı Oyuncak sapanlar savunma silahımız oldu Üşüttünüz bizi ağustos sıcağında Kavurdunuz tenimizi şubatın soğuğunda Karanlık ufuklardan görünmez oldu menzil Vatanda gurbetin kurşundan ağır yükünü taşıttınız Köpükten daha hafif yürek arabamızda Kanlı şafaklarda bıraktık gölgemizi Sürüdük içi boşalmış ruhlarla pörsüyen tenimizi Mahkûm ettiniz sabah akşam demeden Kan ve barut menüsüne midemizi Ocağımız çöktü eğilen başımıza, Tarumar oldu hanemiz, hem de virane Olmayan insafınızla tarihe inat Neron’a, Hitler’e rahmet okuttunuz Allah’ın ahdini ne de çabuk unuttunuz Oysa biz korkmadık metal saltanatınızdan Peşin ölümle satın aldık ölümsüzlüğü Sonsuzluğa doğmak için öldük bin kere Ötelerde öksüz kalmayayım diye Annemin buz tutmuş elleri ellerimde Onunla kol kola atıldık güzel ölüme Donmuş bakışları hâlâ cansız bedenimde Ölüm bir büyük boşlukta kaybolup Ufuktan boy verip doğmaktır ölümsüzlüğe Güler yüzle çıkılır elbet böyle yamaçlardan düzlüğe Perde kapandıysa bir gün açılmak için Ağlamak, inlemek, hıçkırmak niçin? (15 Ağustos 2006 Salı / TRABZON) M. Nihat MALKOÇ |
Kaybolsun barut kokusu o gül teninde
İçimi acıtıyor soğuk metal parçaları, kanıyor yaram
Lânetlinin toynakları geziyor bedenimde
Güneşimi çalıyorlar çocuk göğümden
Sevdam buruş buruş oldu zalimin kirli ellerinde "
YİNE USTA İŞİ BİR ŞİİR, BİR DUYARLI YÜREK, KUTLAMAK İÇİN BAŞKA NE GEREK.
İÇİM ACIDI OKURKEN .
YİNE DE YÜREĞİNİZ, KALEMİNİZ VAR OLSUN.
SAYGILAR GÖNDERDİM .