utancın yüzücan çatlar ben öznesine sûr üfürür bilirsin ruhun aynasına bölünür direngen görüntüler susar çarpımların hiçliğine lunaparklarınızın salıncak zincirlerinden kopan gürültücü nesneler an gelir parçalanır diz vurulan dağ çakıl taşlarını arar sahil nehirler doğuran pınarın gözlerinde sızar ketum kentler çatlak kadehlerin dudak izlerinden çocuksu menziller arayan kervanın hörgücüne balkan ezgilerine düşen kolları kesik bir halay yeri oluverir aniden zaman hasanı vururlar uzak köprü başına mutedil tuna hırçın fırçasıyla çizikler atar suyuna çırpınırken debre çırpanın kırılgan mavi tuvaline ve sen - o sen değilsindir artık keşişler hücrelerinden bakakalırken doğuya yeşil şehrin kuşluğundan buz kurşunlar yolcu eder kan doygunu toprak güneşin saçlarına solar fesleğen - üşür akak ki - uzaklara sevdalarını bile unuttuğun abilerin suretleri serer serin eylüllerin hasırını otağına utanırsın - utanırım isimsiz mezarlar gördümüzde bulutlara kanat vuran yılkıların şarkılarına . |
aynası olur sadece boyuna
ben en çok lavinya severim
lavinya bana henüz açmasa da
bir de mavimsi kelebek...
eyvallah şair...