Darabân
denilmedi ki saygıdan kalıplaşan alâm-ı cismâni, evvelden bize
tutku, tene bulaşınca buharlaşan ter katresi ellerim üşür, rüzgarlarla gafletlere dalıp giderken aşka yoktur itikâdım kaltak neşeleriyle saçlarından asın beni, ağır meşreplilerin kanlı karakterler, başkalarını köşelerinden kesen isterik analar ve ayyaş babalarla büyüyün kişiliğin gecekondularında aniden yükselir bizim mahallenin zihaf odaları susku gündüzü bunca kederin başsız kabrine gömmeden veriyorum emanet yüzüne tükürerek söylemlerde geçen denklik dölü kısır insanlığın yoktur ekinoksu! birazdan gece başlar, savaşın sustuğu yoğunlukla kasıklarından güç alanlara bir avuç sone getirmek aptallığıyla bir cümleyle geride bırakılan her şeyler yitik coğrafya, pastel siyahına boyanan iyimserlikler haşlansın daimi, denizlerinde çınladı yüreğimin mabedleri dökülen çinileriyle ellerim çizgilerden oluşur sanki kimsesizliğin ateş hattıydı, zamanla göbeğimi kesen meftûn oldum sizlere belirsizliğin memnuniyetinden aşka yoktur irfânım ikincilliğin, gülüşü, derinlikler sızdıran halkı bulandırıldı yaşamın altından akan gizemli nehri umut kaç karatlık? kendine haslığın son nefesinin, hiçlikti rolü, son perdede öyleyse, neden aniden büyüdü rastlanan son endemi? kuşbakışı düşlerden düştü artık hır rivayetleri aşka yoktur itimâdım beklenen ardından hemen başlayan geriye saymaların, yoktur ahiri öyle kemikleşmiş bir gidiş ki ortada kalan kime çatsın kendini bu denksizlikte, içimde yıkılan darabân? |