İlk Şiir
Bir Nisan akşamıydı, yılın ne önemi var,
Kapımı tıklatmadan geliverdi ilkbahar. Evimin balkonunda sessizce duruyordum, Çayımı yudumluyor, hayaller kuruyordum. Pırıl pırıl gökyüzü, bulutlardan arınmış, Parıldayan mehtabın ışığıyla sarınmış, Örtünmemiş üstüne karanlıklardan perde, Yayılmıştı semaya yıldızlar sere serpe. İçimde bir kıpırtı, ruhumu saran sevinç, Gecenin bu vaktinde, anlaşılmaz bir erinç. Hafiften ılgıt ılgıt esip duran bir rüzgâr, Okşuyordu yüzümü, pür neşeyle cilvekâr. Yaşadığım o anlar, fazlasıyla güzeldi, Nereden çıktı bilmem, şiir yazasım geldi. Oysa nice yıl var ki, yazmamıştım tek satır, Dönüp de şu gönlüme sormamıştım hal hatır. Heceler kelimeye, kelimeler cümleye, Başladı yavaş yavaş, şiire dönüşmeye. Şimdi önümde duran, bir güzel tasviriydi, Doğrusu adını da, bilmediğim biriydi. Omuzlara dökülmüş kumral sarı telleri, Tenine nakış nakış işlenmişti benleri. Gözlerinde görünen hayat dolu gülüştü, Elbet gerçek değil de, olsa olsa bir düştü. Fakat sonra ansızın bir şeyler oluverdi, İçime duman duman, endişe doluverdi. Sendin evet sendin o, ışıyan cemalinle, Kurulmuştun şiire, mest eyleyen halinle. Tutulmuşum demek ki, varamadan farkına, Kaptırmışım kendimi, kara sevda çarkına. Eyvah dedim o anda, eyvah ki ne eyvah, Ben bu sevda elinde, olamam asla iflah. O gün bu gün çektiğim, anlatılmaz bir haldir, Muradıma kavuşmak, artık bana muhaldir. |