SUSMAKhiçliğin deryasında yaşamın kıyısına tutunmuş bir katredir gönül ummanında... yıldızları sönük aysız gecelerde ırmaktır mavi nil gibi serin durgun suskun denizdir derin sonsuzluğun maviliğinde rotası belli olmayan yükü ağır sessiz bir gemidir. sessizliktir fırtına öncesi dağdır başı dumanlı közdür dumanı olmayan uçamayan kanadı kırık bir kuştur yaralı yalnızlığın boz bulanık sularında duyulmayan sessiz bir çığlıktır dipsiz kör kuyularda... nağmedir gönül tellerinden dökülen kimi zaman hüzzam bir şarkıdır hüznün yanında kimi zaman bozlak bir türküdür yüreği yakan kimi zaman da yürekte feryat eden bir ney’in yanık sesidir hüzünlü... bazen siyah bir gecede gerilmiş bir keman teli gibidir sol yana zuhur eder ince bir sızı titrek bir ahenkle olur ahuzar bazen de virane bir gönülde mızraptır titretir gönül telini derinden düğümlenir boğazda... gecenin tenhalığında derinlere dalan menevişli gözler zemheri ayazında buz tutan ütopik düşler renkli maskenin ardında fildişi bir beniz... sabrın asudeliğinde gönül imbiğinden süzülen yalnızlığın sahrasında bir vaha gizemli dünyanın sırında insanın kendini gördüğü bir ayna lacivert akşamlarda... meçhul bir girizgahın son deminin alaca karanlık yalnızlığında hayatın ne kadar boş ve anlamsız olduğu algısının geç kalınmışlığın ezikliği karşısında kül rengi eskimiş bir tebessüm eşliğinde boş gözlerdeki binbir mana ile sonsuza kadar seyre dalmaktır susmak bir varmış bir yokmuş gibi... AYLA CERMEN TÜFEKÇİ / 24.10.2016 |