sen hiç yoktun
sen geldin
ummadığım bir eylül akşamı günlerden neydi hatırlamıyorum bütün güzelliklerinle geldin bana bahar cicekleri açtı zamanla içimde güneşi sen oldun ben yağmuru gözlerin zeytin karası gözlerin en az sözlerin kadar tutkuluydu yüreğin vardı birde pamuk gibi yürekleri okşayan sıcaklığıyla sarhoş eden bazen yırtıcı bir kuş gibi hırcın oldun bazen şefkat dağıtan bir yuva sen geldin herşeyi boşa verip hayata küstüğüm bir akşam umarsız düşlerin koynundan cektin aldın beni bana kim olduğumu öğrettiğin anda aşık oldum sana yeni bir macera gibi geldi bana inanmak istedim acaba dedim sorgulamaların ardından acılmaya karar verdim sana sonu her ne olursa olsun dedim yüreğimi gönül sofrana sundum sen geldin sert rüzgarlırın estiği bir akşam yüzüme baktıkca benimle aynı acıları yaşadın ağlamaklı olduk ben utancımdan ağlayamadım sen beni üzmemek için ağlamadın sen geldin yüzünde bahar gülücükleriyle seni seyretmek bile yetiyordu bana konuşmak için kelime arıyordum karşında sen hiç susmuyordun bile ve bir zaman sonra ne olduysa yüzündeki çicekler soldu gülen yüzünü göremez sesini duyamaz oldum ne olduğunu anlayamadım bile benden uzaklaşmaya başladın gün gectikce ayrılık rüzgarının şiddetini artırtığını farkettim cesaret edipde soramadım sana ne oluyor diye sen yoksun şimdi etrafımda son bahar yaprakları hazana uğramış yitik umutlarımla resmine bakıp kendimi avutuyorum nerdesin hangi düşdesin bilemiyorum ... |