GÜNÜN YİRMİ BEŞİNCİ SAATİ...
İflah olmaz dünlerimin yengisi var derinde,
Delip geçenlerin özlemi olsa da beyhude Ve bir de demediklerime kefil olduğum Satırlara özlemim var, Boğulmaların göreceli sağanağında, Küpeştesinde yüreğin ağdalı söylemlerin de Beratını vermişken Tanrı, Kudretinden nasıl ki sorgu sual olmazken… Densiz bir cümle farz et beni: Öyle ya, toynak bir kelamda, Çetrefilli bir yüklemde Saklı tuttuğum benliğin tezahür eden gölgesine Kondurduğum son busede, Kanatlanan yüreğin de penceresinde Seken serçe misali, Ömür de sekmelere dair bir terennüm nasıl olsa. Tanımsızlığın seyrindeyim Bir de eremediğim mertebenin hazin çağrısı: Dengi dengine çığırtkan kuş misali Bir nebze de olsa tünemeyi dilediğim o sevda masalları: Hani kayıp güzergâhımın çıkış noktası Yine kerelerin kereveti, Densizliğimin seyri belki de; Nazarında yarım bir güfte, Debelendikçe dibe çeken yüreğin sitemi. Arz ettiğim ne ilk ne de son; Yalıtılmışlığın kebiri mi yoksa Şeceresi kayıp o günce: Malumatım yok, dercesine varlığın tınısı, Yoksun kılındığım bir sevdanın da Müptelası iken; Ezkaza; Engininde debdebeli ömürlerin; Kıyısında ölümün; Yankısı olsa olsa iç sesimin Bilfiil konuşlu boşluğa; Birazdan tehir ettiğim mutluluğa Resti çekmişken evren; Gönül gözümden hallice be kâfir, Sükûtun dillenen niyazına da yüz sürüp Çekileceğim köşeme günün yirmi beşinci saati. Hayli patavatsız bir iklimim belki de; Sağalttığım kadarıyla acıları; Gölgeleri de kovmanın verdiği huzuru Bir de kayıt altına alınsa şu yüreğin maruzatı Çat kapı gelmeden son, Varlığıma dirayet yükleyen bir kelamda Yanık sesi onca özlemin. |