K Ö Y Ü M D E
Dolaştım köyümü bir akşamüstü
Babadan yadigâr bucak kalmamış! Olsaydı sorardım; kimlere küstü Bacası tüten bir ocak kalmamış. Yıkılmış evlerin temel direği Kösmüş duvarları; yaslı yüreği Devrilmiş kapıda paslı göreği Açmak isteyene accak kalmamış. Damardı bakımsız, tarlalar yaban Unutmuş toprağı yaslanan saban Damlara tüneyen baykuşa inan Kadere diklenen koçak kalmamış! Ocaklık yıkılmış, tozlu kap kacak Gözlerim görmüyor, tutmuyor bacak Ağacı budayıp odun yaracak Tahrası, baltası; nacak kalmamış. Papatya çakılı dambaşı çökmüş Gelincik hüzünle boynunu bükmüş Serçeler başaktan buğdayı dökmüş Ambarda mercimek, burçak kalmamış. Yok artık geride canları sıkan Uğruna komşuyla kavgalar çıkan Gecede, gündüzde ağıtlar yakan Rüzgârla inleyen saçak kalmamış. Seneler yuvadan uçurmuş kuşu Terk etmiş delisi, yitik sarhoşu Arada içlenir yolun yokuşu Çocukla çakılı sokak kalmamış. Dedemin çattığı asma çardağı Masal olmuş, masal; bağbanı, bağı… Kırılmış kaderin çatlak bardağı Gecenin koynunda kaçak kalmamış. Bilirim derinden bu iç çekişi Dövenin ağzından dökülmüş dişi Çifte su verilmiş Yatağan işi Kemik saplı çakı, bıçak kalmamış. Yürüdüm, camide üç beş ihtiyar Okulum virane; bahçe tarumar Nerede sesimle inleyen diyar Göklere çektiğim sancak kalmamış. Oturdu içime bir garip sancı Simalar tanıdık, yüzler yabancı Bakışlar kaygılı, sözleri acı Sıktığım ellerde sıcak kalmamış. Zaman denen süreç bir derin kuyu Düştükçe düşerim bir ömür boyu Topraktan başkaca hasreti koyu Bağrına basacak kucak kalmamış. 23.11.2016 Salih ERDEM |