DAĞ KÜLÜ
İçimizdeki esirler
Çıkamadık içinden Düşmüş kaleler Dolanmış kollar Şarkın yeli, esmer teni Döner durur Kapandığım mağaralar, düş/müş kelebekler Kanatları ağır kuraklığım Soğuk damga, ökse otları Her gece sızlanır gökyüzü ve yeryüzü Yanıp sönen bir gece feneri, titreyen bir girdap Ömür boyu sürer nöbeti Aslını reddeden bir mezar Toprak gözyaşı Dikenli tel, Terleyen karanlık içine akıtır zehrini Kör ve sağır kendini vurur Kor zamanlar Sürekli haykıran gözlerimdeki nem Ağır ve çekilmez bir yara fırlar yüreğimden Doğmuş ve ölmüş anlar Dağılmış aynalar Etimdeki kıymık kör etti yüreğimi Yediğim ekmek giydiğim yelek sıkıyor canımı Sürgüne giden yanlarım, tenimin tuzu Uzatır parmaklarını Aralıksız inleyen iri boşluk Yüreğimin dağınıklığı Ruhumun kasırgası Ayrıldım parçalara Yeniden ardından yollarına düşer Unutmuş dudaklarım adını Zincire vurulmuş gibi Çözülür belki kalbimdeki pas Ruhlarımızın ağırlığı Hıçkırıyor içimin sessizliği Ölü diller Gelincik. .. Karalanmış bir deniz ve gökyüzü Avuçlarımda yanan deniz köpüğü Hiçmiş hayatımıza verdiğimiz anlamlar Arkamdan vurdu içimdeki karanlık Sözler sözlere çarpar Göğe bakar içimdeki boşluk Tahta atım, topacım, çemberim Giden mevsim değil koca bir hayat gitti Baktığımız pencereler pamuk ipliği Saklanmış anahtarlar, açılmıyor kapılar Denizlerden koparılmış Doldum kelimelere, içi gözükmüyor Sorsan herkes seviyor Pusulası u/mutsuz adresler Geçiyor günlerin içinden Altın tasmalar, tacirler Bilmeden düşlediğimiz, sezmeden yaşadığımız Demir Parmaklıkları özgürlüğün İçine girdiği her yer kararıyor Herkes yaralı bir yerinden, herkes birbirinden kaçıyor Kızıldağ ürpertisi Ten yaralı yürek yaralı Göğsü şimşek İçimizdeki vahşet gazetelere manşet Bir yığın söz, bir yığın insan Ancak samimiyetsiz İçimize oturmuş gece ,sarardı bahçe Kaç ev yıkıldı Kederli kadın şarkıları, gözyaşları İnleyen tekerlekler Göğsünden vurulmuş bir mutluluk Kimse kendini taşıyamıyor Kendimizden korkuyoruz Kurduğumuz saatler de artık uyandırmıyor İçi boş hengâme, dipsiz kuyu Kararır ağır ağır Acıdır suyundan içilmez Sahte seslerin düşü Yamaçtaki soluk bitki Dağ külü Yalancı iklimlere aldanıp yüzer biner ölüyoruz Garip sesler,bir tek kendini siler İndikçe yüreğe, ışık tutsak Hep bir isim bulduk çirkinliklerimize Uzak bir yakınlık, yakın bir uzaklık içindeyiz İnsanı deli eder Sınır kapıları, kısık lambalar Bir anda başlar ve biter Körler gibi,dilsizler gibi Susuzluğum gittikçe artar Kar içinde kar yağar Yalnızlık ne imiş anladım İste ömrün bittiği yer "Sevdaları kuşlarla mı vuruyorlar." |