HÜZÜN TRENİ...
Nidaları serptikçe,
İkbalin çizelgesinde en doğurgan kadının bile Tahayyülünü aşan o anlık reçete: Bir iddia, bir suret; Suret-i kati, demek bile Yüreğin ikrarı. Tüketilen dünlerin saf kan yalnızlığı yalan: Hem de nasıl; Bir iklimde dirilip de Evrilen yarınlara dokunan tek bir tümce: Yoksunluğun hükmüne varan evren’de asılı bir gölge; Sırık bir düş’e takılıp da Ölü düşlerin küpeştesinde, En rahvan edim yine peyda olan. Bir sakıncanın yüreğin tozuna mal olan, Tekbir yüklü bir gönle devredip de sevdayı, Tüten bacası yüreğin, Tümden hiçliğe intikal eden tek bir hece Yine asılsız aşkların ihbarını tetikleyen Hüzne delalet. Kıvranan ruhlara nifak sokan huzmesine Rehin versen de benliğini, Türeyen bir hazneye soksan da elini; Kuş tutup yüreğimle Kondursam da veda busemi… Hamdık madem, Hamdolsun, demek değil mi yüreğin ifşası? Yoktun madem, Yoksunluğundan mı doğdu bunca tefrika? Sezilerin biteviye döşediği hüzün treni Devrilen istikametin yolcusuz rehaveti. Sızan nidalara bürünen aşk’ın çetelesi, Ne duruyorum, hem postalamadım mı ölüm fermanımı? Kırık niyazımı çok görme Tanrım Her ne kadar boykot etseler de varlığımı. Çözümsüzlüğün daniskası ve Bağımsız ruhun tefekkürü şu yazmaya çalıştığım. Çok görme sonunu yaşamaya müstahak aşkı, Boyutsuzluğumun yürekte tüneyen inkılâbı. |