İSTANBUL ŞEHRİ - 2Bir zamanlar, İstanbul’da İstanbullular yaşardı. Gerçek hanımefendiler, beyefendiler vardı. Üstelik, gökyüzü mavi, deniz masmaviydi. Birileri “İstanbul’un taşı toprağı altın” diye bir laf çıkardılar, Önce insanlar kirlendi, Sonra, deniz ve martılar… Bir ‘İstanbul Türkçesi’ vardı; Düzgündü, nazikti, kibardı. Eş- dost muhabbetlerinde nezaket Edebî sohbetlerdeki kadardı. Önce o dil yozlaştı, kayboldu nezaket, Sonra güler yüzler, dostluklar ve muhabbet… Fenerbahçe’de Münir Nurettin, Maksim’de Zeki Müren söylerdi Ve İstanbullular, bu müziği dinlerdi. Önce şarkılara girdi arabesk, Sonra bir yaşam biçimi oldu, gurbetçilerle eşleşti, Yazık, bunca yüz yıllık kültür de arabeskleşti. Duvarlarından leylaklar, mor salkımlar sarkan bahçelerde Cumbalı, güngörmüş konaklar, Çamlıklar içinde, el oyası gibi köşkler vardı, Önce bahçeler bozuldu üçer- beşer Beton yığınına döndü o güzellikler… Arnavut kaldırımı sokakların kenarlarında Serin gölgeli yemyeşil ağaçlar vardı, Sokaklar, misk gibi ıhlamur, akasya ve huzur kokardı. Önce ağaçlar kesildi, sonra huzur ve ümitler, Yollar asfaltlandı Zavallı şehir, bunu medeniyet sandı. Pencereden pencereye bakışlarla yaşanan sevdalar, Pembe parşömenlere yasılan ne mektuplar vardı E- mailler icat edilmeden önce; Muhabbetler, mesajlara dönünce Bakışlar da, sevdalar da yozlaştı bence… İşgal altındaki bir ülkede Tecavüze uğramış, işkence edilmiş Ve görkemli geçmişi belleğinden silinmiş soylu bir kadın gibi Tevfik Fikret’in Facire-i dehr’i, (*) Yaşlı ve yorgun bir asilzadedir şimdi İstanbul şehri… Ünal Beşkese (*) Fâcire-i dehr: Tevfik Fikret’in,’SİS’ şiirinde,,igal altındaki İstanbul için kullandığı ifade; Devrin, dünyanın Fahişesi anlamında |