SÜKUT
Tümden gelen densiz bir hezeyanın
Buz kütlesinden Doğurgan yeryüzüne tekil beyanatım… Mezat aşklar ki kibrin delaleti, Edimsiz aykırılıklarda yola düşen Hangi beşerse: İstiflenen acılar kadar payidar kılan yüreği, Derken istiflediğin tokadın meali o kördüğüm. Sus pus bir saçak, Yüreğin kirinden kaçacak kadar Ansızın gölete bürünen gök kubbeden Yağan nice rahmet. Kıpırtılar muştulasa da, Sona beş kala, o revnak sancı. Mabedinden sarkan sükûtun Gizlendiği kim bilir hangi yürek yarası? Yüz görümü belki de mübalağa edilesi: Hadi, dercesine Evveliyatı örselenen o münafık sancı. Ne pergelin tozuttuğu eksen, Suret-i kati ötelenen, Çıkamamasına derinlerin rükû ettiği kuyudan, Bil mukabil, demek mi yoksa Ağlarken feryat figan… Yine de seğirtirken tıynetsiz gölge, Zikri belli ki dem almaktan çok öte Bir zafiyet: Bucağında tek kelam, Kırık tekeri adına medeniyet denen Kölesi beşerin yine de Teveccüh buyurmuşçasına, Satılmışlığını gizlemek devrandan: Sanma ki susacak ilelebet Yaradan... Günün hükmündense kadere eziyet, Solan bir gülden hicap eden Safsatası verilen bunca hükmün, Yarasından gocunmakla mademki kesildi cezan, Tek bir rötuş iyi gelecek kara yüreğe, Fazlasıyla tezat bir yörüngeden çıkıp da yola, Varılası en muhtemel badire. Sus pussa maharet bil ki değil sende, Sıradan geçerken sunduğun bildirge, Kırsalında bağ bozumu gönülsüz arbede, Sona sora sora varmaktansa, Sonlandırmayı dilesen keşke Adına zulmeden peyzajında benlikten yayılan, Keramet dediğin sadece yangın yeri: Selametle yürümekten ziyade, Deme asla haricinde, Kaskatı, belleğin sınanırken dirayeti. |