“ Yi “
Kirli sakalına sigara dumanı asarken ölmeyi seven çocuk
Zaten hiç bir kelebek, kanatları pembeleşerek uçmaz Lejyoner yüzlü küçümsemelere aldırmadan selamlaşırız, Sokak çalgıcılarının fakir ezgileriyle İnanmadın mı, Sana merak etme demeyi ne çok isterdim Bu akşam üstü tebessümlerin masum olmadığını mezar taşının kulağına fısıldayarak Bütün günahlarımı göğe açılan avuçlarımla yüzüme sürmekteyim Beş sene önce ciğerlerime çektiğim sigaranın dumanını Maalesef şimdi üfleyebiliyorum Gökyüzünün mavisine astığın yağmur tanelerinin ayak ucundan alıp tabureyi Nisan kokulu cemreler kucaklayıp indireceğim yağlı urganlardan Haydi, Başı göğe yükselirken ayakları yerden kesilen çocuk Beş sene önce demlediğin tavşan kanı çayı şimdi yudumlayarak Hikayelerimizi ilk aşkımızdan başlayarak anlatalım Bilahare sen benim borçlarımı ödersin, Ben ise ilk fırsatta sana asırlar öncesine ait yalan yanlış masallar anlatırım Bir kez abi deseydin, Adım korkağa çıkmazdı Sahip çıkılması zor emanetlerin varmış Ha unutturmadan vaktidir dediğimde rüyalarıma gir usulca Küsüp gittiğin sokaklarda adamım diyenlerin adamlığını sattığı Pazar tezgahları kuruluyor artık Nisan yağmurları ismin gibi kokuyor Bilirim, sen de gizlerdin göz yaşlarını görmesin diye sevdiğin kız Bir feride türküsü patlatıversek kafası güzel kutup yıldızının gölgesine bağdaş kurup Ya da gök ekinin bir mızrak gibi dikilişini anımsatan Yüreği kabarık asya kokuşlu bozlaklar sürsek gönlümüzün nasırına Yine şiir yazarak yıkardım teneşirde gözlerinin kırmızısını Acılarımızı kefenlemek sana düşüyor çocuk Anlıyorum galiba, İzahsızsın, niye zamansız gittin sorgusunun üstüne üstüne diklendikçe, Geç kalmışlığıma küfreden kirli sakalın üşüyor Baharlar cemresinin elini bırakmış olabilir İki bin on bir kez eylül sarısı yaprakları topladım, Lazım olunca, Saçlarını sabahın seheri ışıtmazsa dalından yeniden dökülsün diye Sen yine bir çay koyarsın, Ben ay ışığının dudağına sarma tütün iliştiririm En ıssız mezarlığa sığınarak doyasıya öksürürüz Duyuyorsun biliyorum, Edeplice başınla onaylıyorsun Yağmur tanelerini bulutlara asan çocuk Kaç kez yoruldum bilmem, Kaç sefer bükülmüş boynumun uykusu geldi, Ağlayışımızın diz bağı çözülse de zamansız, Her astığın yağmur damlasını kucaklayıp her seferinde ipinden indirerek Kırmızı göz bebeğine usta işi bol kafiyeli şiirler yazacağım On beş yıl sonra somurtkan güvercin kanadında sözleşerek görüşelim Bozkır, kısa saplı bozlaklar gibi atsın ceketini omzuna, “ Bugün ayın ışığı Elinde bal kaşığı Yine nirden geliyon da Mahlenin yakışığı “ Dedikçe, daldığın uykuların yakasını toplayıp Ölümü ya alnının çatından vurarak öldürelim Ya da bildiğimiz bütün rajonların elini öptürüp, Elalemi, tütün sarısı saçlarımızın musalladan ürken titreyişine güldürelim Gelemeyecek gibiysen haber sal, Aynı suçtan hüküm giyerek tereddütsüz atarım postumu, onurlu adamlar koğuşuna Mutlaka, gökyüzünde salınan o baş ucuna merhametli bir anne eli değdirmeliyim Üç adım voltasında kehribar kokulu çocukları koşuşturalım, Görmediğimiz güneşin sıvazlayarak sırtını, İntiharlar gündüz uykusuna yatmışken, Tandır buğulu sevdalar, Göbeği kesilmemiş bir bebek saflığında emzirilmeyi bekler Söyle çok mu acelen vardı Yirmi sekizinci basamakta boynunu urgana uzatan çocuk Küsersem, çatıp kaşlarını bir çöp sigara ile sarartıver işaret parmağını Çünkü, bizim semtimizin gökkuşağı tütün sarısının bütün tonlarını sever Bir de farkına var artık, Seni duasız bıraktığım gün şiirlerim anlamsız bir intihara sürüklenir Üşümüş bir sala diyetine yıldızları sohbetsiz bırakma Ekmeğimizi bölüştüğümüz helal sofraların üstüne yemin olsun ki, Ve dahası, dudaklarımın acılı kıvrımları tuza hasret kalsın ki, Her rüyama gelişine ceplerimi son kuruşuna kadar boşaltıp, Tandır sıcağında ısıtacağım üzülme diye duyduğun tüm martı çığlıklarını Unutmuyorum, Söz olsun, sana söz Gök yüzü herkese eşit gülümser çocuk Uytun …….. |
fotoğraf ise;
sanki kefeni yırtarken,
yaşama acı bir merhaba ...