DEVASA HÜZÜN
Asi bir aşk darbesiyle, yıkılmış sevdalardan,
Çamur yüklü yağmurlar dolmuş sarnıçlara. Antik ber kent oluşturulmuş, mitolojik bedenden, Hüzünler acılar bir bir eksilmiş alfabelerden… Buhrandan yüreğim ağzımdan çıkacak gibiyken … Zifiri renkte kaç gece geçip gittimiştir kim bilir ?, Ağız tadıyla sarı saçlı ince belli bir yıldırım bile, Düşmemiştir bir deri bir kemik kalmış ellerime, Şimdiler de kül rengi entarisinin içindeki Gece yarasaları acıtmaya başladı sesimi. Bu yüzden oluk oluk şiir sağıyorum Anaç kuşların memelerinden, Senden başka hiçbir dertle kapatmıyorum aklımın perdesini. Şayet; renk renk, çiçek çiçek balkonlarda, Ağzını dudaklarımın hapishanesi edebilseydim Gökteki ay parçasına asılı bir şavk olurdun sen.. O zaman geceler yapraklarını büyütürdü ağaçların Kırkını doldurmamış çocuk kundaklarında, Gökyüzündeki ay bile çakılı kalırdı Boynunun göğe avuç açmış kısımlarına. Oysa sen ne idin…. Ne idin benim gözümde… Sen ağır bir aşktın, tomurcuk bir güldün, Antik kentime yakışan eski bir madalyondun. İşte böyle… Gönlünde gün ışığı saklı, Gözleri güneşi kıskandıran kadın…! Sen ölüm zamanlarda acılı ağıtlar besteleyen, Ses tellerine as artık ıslak gülüşlerimi Gün gün katlanmış bin parça hüzüne bırak benim bakışlarımı… Öyle ya nasılsa gülüşlerim bir çiçek İçimde ki denize aç martı merakı, geçecek… Anıların kısırlaştırıldığı bir zamanda! Siyahlarımın içine siyahlar düşecek. Tükeneceğim yavaş yavaş bak gör gözünle… Senin aşkında çarpıp çıkacak hayatı yüzüme Gene çoğalacağım içimde devasa bir hüzünle…!! Müşteba Güneş |