Hacı Bektaş Veli
(Erkek Dişi Sorulmaz)
Roman
Hüseyin TURHAL
Aşkın ve Hoşgörünün Destanı: Hacı Bektaş Veli Romanı
Yazar: Hüseyin TURHAL
13. yüzyıl Anadolu’su. Topraklar kanla, gönüller korkuyla sulanırken; bir derviş, Horasan’dan getirdiği Vahdet (Birlik) fel...
I. Şeriat Kapısı Yûsuf’un kararı, babası için beklenmedik bir darbe, annesi için ise sessiz bir gözyaşı oldu. Değirmenin başına geçecek, soyunu devam ettirecek oğul, şimdi eline bir bohça alıp bilinmeyen bir yola çıkıyordu. “Oğul,” dedi babası, sesi un kadar kuru ve çatlak. “Bu topraklar bizi doyurdu. Bizi terk edip gideceğin o medreselerde, bu dünyadan elini eteğini çekmiş dervişlerin boş sözlerini mi dinleyeceksin?” Yûsuf, omuzlarındaki değirmen tozunu silkeleyerek yanıtladı: “Baba, Şeriat’ın ilk makamı, iman ve ilimdir. Molla Osman dedi ki, eşiği temizlemeden içeri girilmez. Ben, kalbimdeki eşiği ilimle temizlemek istiyorum. Öğrenmek istiyorum ki, senin öğrettiğin doğru yaşam, daha derin bir anlama hizmet etsin.” Babasını ikna edemese de, rızasını alarak Kızılca Köy’den ayrıldı. Hedefi, Kayseri yakınlarındaki büyük bir medreseydi. Köyden çıkarken arkasına dönüp baktı; geride bıraktığı o eşik, artık onu tutan bir bağ değil, aşılması gereken ilk engeldi. Elif, Arap alfabesinin ilk harfiydi; dik, düz ve tek. Birliği (Tevhid) ve başlangıcı temsil ederdi. Yûsuf’un kalbindeki bu arayış, işte bu Elif’in kendisiydi: Tek bir gerçeğe yönelişin, düz bir çizgi halinde ilerleyişin çekimi. Medresenin Gölgesi Medrese, yüksek taş duvarları ve ağır meşe kapılarıyla Kızılca Köy’ün kerpiç evlerine hiç benzemiyordu. Burada hayat, namaz vakitlerine ve ders çizelgelerine göre, demirden bir disiplinle akıyordu. Yûsuf, kendini bir anda, mantık, fıkıh, tefsir ve hadis gibi ilim denizlerinin ortasında buldu. Öğrencilerin çoğu, makam ve mevkii edinme peşindeydi; kadı, müderris veya devlet memuru olmak istiyorlardı. Yûsuf ise yalnızca ‘nefsi’ tanımak istiyordu. Dersler yoğundu. Hoca, ‘Zâhir’ (dış) ilimlerin önemini anlatırken, Yûsuf’un aklı hep ‘Bâtın’ (iç) ilimlerdeydi. Bir akşam, Molla Osman'ın sözünü hatırladı: "Cahil âbidin, Hak yolunda ilerleyişi güç olur." Makâlât'ta Hacı Bektaş Veli de, doğru bir manevi yolculuğun ancak sağlam bir ilim temeli üzerine kurulabileceğini vurguluyordu. Yûsuf, bu yüzden kendini derslere verdi. Dışarıdan bakıldığında, yalnızca iyi bir öğrenciydi, ama içeride, her öğrendiği hüküm, bir kapıyı aralayan anahtar vazifesi görüyordu. Bir Sorunun Yankısı Yûsuf’un farklılığı, kısa sürede baş müderrisin dikkatini çekti. Müderris Şeyh Süleyman, katı, kuralcı ama ilmi derin bir zattı. Bir tartışma dersinde, fıkhi bir mesele üzerine öğrencilerden görüş isteniyordu. Yûsuf söz aldı: “Efendim, hükmün zahiri bu olsa da, biz biliriz ki bütün ibadetlerin gayesi insana hizmet ve nefsi terbiye etmektir. Eğer bir hüküm, şeklen doğru ama ruhen adaletsizliğe yol açıyorsa, onun bâtınî anlamını nasıl koruruz?” Şeyh Süleyman, elindeki asayı yere vurdu. “Yûsuf! Bâtınî anlam, Tarikat ehlinin işidir. Sen, Şeriat öğrencisisin! Senin görevin, hükmün zahirine sımsıkı sarılmaktır. Zira zahir bozulursa, bâtın yoldan çıkar. Bâtın’a giden yol, zahirin kusursuzluğundan geçer!” Yûsuf sustu. Müderris haklıydı. O, henüz Şeriat’ın on makamının yalnızca ilk dördünü (İman, İlim, Namaz, Oruç) yeni yeni oturtuyordu. Yolda sabırsızlanmak, yolun kendisini kaybetmek demekti. O gece odasında otururken, kalbindeki Elif çekimi artık bir fısıltı değil, güçlü bir akıma dönüşmüştü. Anladı ki, ilim ona yalnızca yolun haritasını veriyordu, ama bu yolda yürümesi için, ilimden fazlasına, yani bir Mürşide ihtiyacı vardı. Medresenin yüksek duvarları, artık bilgiyle doluydu, ama ruhu hâlâ bir kafesteydi. Yûsuf, Makâlât’ın dediği gibi, Şeriat Kapısı’nın son makamlarına yaklaştıkça, Tarikat Kapısı’nın eşiğini görmeye başlamıştı: Kanaat, Edep ve Cömertlik. Bir süre sonra, Müderris Şeyh Süleyman onu yanına çağırdı. “Yûsuf,” dedi, sesi yumuşamıştı. “Senin gözlerinde bir ateş var. Benim sana öğreteceklerim, bu ateşi beslemez, sadece kontrol etmeyi öğretir. Sen buralarda kalıp kadı olmak istemiyorsun, değil mi?” Yûsuf, başını eğdi. “Maksadım, nefsimi tanımak ve Hakk’a ermektir Efendim. Bunun için, bir dervişin yolu lazımdır.” Şeyh Süleyman, bir an düşündü. Sonra gözleri parlayarak konuştu: “O zaman, sana gitmen gereken yeri söyleyeceğim. Orası, zahiri ilmin bittiği, manevi yolculuğun, yani Tarikat Kapısı’nın başladığı yerdir. Git ve aradığın mürşidi bul. Ama şunu unutma: Zahirsiz Bâtın karanlıktır.” Yûsuf, o gece medreseden ayrıldı. Elindeki tek şey, birkaç ders kitabı ve Müderrisin verdiği bir mühürlü mektuptu. Mektubun üzerinde, tek bir yerin adı yazıyordu: Sultanyolu üzerinde bir tekke.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.