1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
45
Okunma
Küçüktük…
Yara bandı kokardı günlerimiz,
dizlerimiz çabuk kanar,
yüreklerimiz çabuk iyileşirdi.
Gülüşlerimiz evin tavanına çarpar,
anne sesiyle düşlerimiz tamamlanırdı.
Kim bilebilirdi ki
büyümenin bu kadar sessiz boğduğunu?
Bir sabah uyandık,
oyuncaklarımız susmuş,
hayallerimiz çukur bir cebin dibine saklanmıştı.
Kısa pantolonun rüzgârı gitmiş;
yerine, bize hep bol gelen bir yalnızlık dikilmişti.
“Büyük ol” dediler…
İyi de, neyin büyüğü olacaktık biz?
Acıdan mı, yoksa yarım kalan cümlelerden mi?
Aşkı öğrendik önce—
acıttığını bilmeden,
gözyaşını kimseye çaktırmadan
yutmayı bilmeden.
Bir kalbin göğüste nasıl ağırlaştığını
kim söylemişti bize?
Çocukken yaptığımız kağıt uçaklar
göğe giderdi;
şimdi attıkça
kendi üstümüze düşüyor hepsi.
Düşlerimiz kırmızı bir bisikletin tekerinde dönerdi,
şimdi zinciri çıkmış bir hayatı
itmeye çalışıyoruz çaresizce.
Büyüdük, evet…
Boyumuz uzadı, aklımız keskinleşti,
ama içimizdeki çocuk
yine üç adım geride kaldı.
Ve şimdi düşünüyorum:
Bunca telaş, bunca yara, bunca eksik…
Gereği var mıydı gerçekten?
Büyüdük de ne oldu sanki?
Biz hâlâ
çocukluğumuzun ardında sıkışmış
bir cendere kuytusunda
nefes arıyoruz.
5.0
100% (1)