- 962 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇIPLAKLIK
Hangi gündeyiz, saat kaç, oturduğum yer sandalye’nin hangi köşesine daha yakın, bardağım masanın kenarına yakın kolum ona yanlışlıkla değip yere dökülecekmi, birazdan elektirikler kesilip bu yazmaya çalıştığım yazıyı daha kaydetmeden hiçliğe gömecekmi, sigara içesim geldiği halde bir güç beni engellemeye devammı edecek, özlemlerim ne kadar daha güçlenecek veya her şey bir anda kafamda normalleşip rutin bir hayata mı dönüşecek ?
Bunların hiçbirini şu an için bilmiyorum aslına bakarsanız bilmekte istediğim söylenemez, Cibran’ın geveze olanlar diye tabir ettiği güruhtan görüyorum kendimi şu anda, ve gevezelik etmeye devam ediyorum çünkü bu aralar, belkide yaşadığımız bu çağda yapılacak ondan daha anlamlı bir iş yok gibi geliyor bana ‘Geveze’ lik etmek ve gevezeler topluluğun’un arasında rahat huzurlu bir hayat sürmek, birilerine birşeyler anlatma içgüdüsüyle harcanan dakikalar, saatler, günler, hatta bir ömür, bu çaba’nın tek kuralı sadece senin anlatma istencinin olması, yani o kadar istikrarlı olmak gerekliki bu konuda başkaları sana bir şey anlatmaya veya kendini ifade etmesine izin vermeyeceksin, dinlersen bile onun kelimeleri bittikten sonra kendi anlamını anlatmandaki küçük matematiksel hesaplar yapabilmek için dinlemelisin o kişiyi…
ki amacın gerçekleşsin.
Bir şekilde tüm eylemler kişinin kendisine yönelik olduğunu anladıktan sonra yazıyorum bu yazıyı, aslında kendimle konuşmalarda diyebilirim buna, yoksa okuyacak belli bir kitlenin olmasına ihtiyacım yok…diyorum ama bunu da yazarken aslında yine kendimi anlamlı hissetmek gibi bir kaygı taşıyorum, kaygılarımı babama anlatmaya karar verdim, anlattım verdiği yanıt ne olursa olsun kabulüm olacaktı, ama olaylar planladığım gibi çıkmadı, zaten ne planlasak hiç öyle yürümez işler, en son planladığım kitap okuma günleri’de fiyaskoyla sonuçlandı…o günden sonra plansız yaşamaya karar verdim,
en azından, kitap okumak istediğim zamanlar açtığım kitabın her harfinden zevk alıyorum artık, bir satır okusam bile onlarca sayfaya eşit olduğunu anladım, bu yüzden bu teşhisi kullanarak fazla kitap okumaya da gerek kalmadı, 3 satır hoop tamam bugünlük yeter…artık başka plansızlıklara yelken açmalıyım diye bu tembellik hastalığına devam ediyorum, hastalık derken aslında güzel bir hastalık olduğunu içimde duyumsayarak söylüyorum bunu, yoksa bir doktora ihtiyacım yok, bir doktora ihtiyacım olsaydı, sanattan anlayan bir doktor olmasını isterdim, en azından reçete yazmak yerine karşıma geçip bana bir masal anlatsın tiyatral bir havayla, yada beni bir resim sergisine götürsün yada ne bilim işte şöyle modern klasik bir müzik açarak onu dinlesek ama hiç birşey konuşmasak, böyle bir doktora rastlamadığım içinde doktorları bıraktım artık…artık doktor kullanmıyorum…
Neyse efendim babama analattım bu tedirginliklerimi, sonuna kadar dinledi beni ama bu maratonun sonuna geldiğimizde babamın verdiği cevaplar silsilesi bana çok yabancı gelmemişti, bana bundan bir on yıl önceyi hatırlattı, kendi kendime acaba babam on yıl önceki zamanda mı yaşıyor diye sorular sordum, büyük bir hüsrandı benim için bu, sonradan fark ettim ki insanın daha önceki zamanlarında sonuçlanmasını istediği olaylar hep yarım kalıyormuş, ve bu yarımlar insana yeni bir dünya düzeni oluşturuyormuş, özellikle söz konusu kendi ailen ise, bilmem belkide onunda babası yarım kalarak terk-i diyar eylemiştir…kendimizi yarım kalan elma diye tabir etmek doğru olsa gerek, herkes ısırılmayı bekliyor doğduğu günden itibaren, her tanıştığın yeni karekter bir ısırık alıyor o elmadan, bir şey demesine bile gerek yok sessiz kalasada durum değişmiyor, o insanı tanıman yeterli, ne kadar uzun zaman yaşarsanız o insanla, elmanızdan en çok ısıran o oluyormuş demek…bu yüzden oğullar babalarının elmasından en büyük dilimi ısıran olduğunu anladım ve babama anlamsız yani onun için anlamsız bir şekilde, konuşmasının sonunda özür diledim, anlamadı ama olsun ben özür diledim ve uzaklaştım ordan, şimdi onlardan uzağım, şimdi herkesten uzağım hatta bazen kendimden bile uzak olduğum şüphesine kapılarak hızla tuvaletteki aynanın karşısına geçiyorum ve kendimi anlamlı hissedene kadar bakıyorum kendime. Sonra ha tamam buradayım ben, ben benimle beraberim, yalnız bırakmam kendimi diye söylenip tekrar plansız hayatıma geri dönüyorum…şimdi düşündümde, uzakta olan birinin seni düşündüğünü bilmen mutluluk aracı olmaya yetiyor bazen, en kötüsü’de tam bu araçları çoğaltmış ve kendi dünyanda huzur ve ferahla yaşamayı kendine öğretmişken, içindeki bilgelik sana telkinlerde bulunması, bu telkinlere kulak asmamayı deniyor insan uzun bir zaman ama başarısızlıkla sonuçlanan bir operasyon bu, yani sonunda muhakkakki o kazanacaktır, bu ses öyle herkesin sandığı gibi iç ses falan değil, apaçık dış ses, yani bazen senin gerçekliğinden bile daha gerçekçi oluyor, bir şeyin gerçekliğini ne ile ölçersiniz ki ? harflerin bir ses teline yapışmasından mı, hayır hiç de o kadar basit değil bu, sesler bazen yalancı olabiliyor hatta bazen değil çokça yalancı oluyorlar, bir hayatınızı gözlemleyin, etrafınızdaki gelişen olayları, konuşulan şeyler, labarbalar, verilen sözler, edilen yeminler, hepsi bir ses telinden, gerçekçiymişçesine söyleniyorlar, halbuki olmadığını anlıyorsunuz daha sonra, şimdi söyleyin, iç ses dediğimiz ve gerçekliğini inkar ettiğimiz şey iç sesmi yoksa dış sesmi, çünkü sizi en çok rahatsız eden şeyler onlar, ve aldığınız tüm kararların son noktasını koyan yine onlar…hayır hayır içde falan değil o, çok açık olmasından dolayı saklanmış olsa gerek, denizi görüp suyu göremememiz gibi, ilk aklımıza gelen su değil deniz olur çünkü…kaçınız deniz kenarına gittiğinde aaa ne kadar güzel, milyarlarca su damlacığı bir araya gelmişler…dedinizki, bende demedim…
Hayatımızda gerçek ile gerçek olmayan, olumlu veya olumsuz, duygusal veya rasyonel diye kategorilere ayırdığımız soyut ve somut kavramları tekrar gözden geçirmemizi öneriyorum, herkes bir öneriyle çıkıyor karşınıza bende bununla çıktım işte çok görmeyin bu önerimi, yoksa yaşlılığında bu öneriyi az önce bahsettiğim gerçekten daha gerçek olan dış sesinden işiteceksin ve bu hiçde kabul olunası bir öneri olmayacak o zaman, çünkü artık kendini yıkman ve tekrar yapmanın ne kadar güç bir eylem olduğunun farkına varacaksın, zaman mevhumuda değişecek senin için artık, tik taklar ti, ti lere dönüşecek ve bu İ’ninde sonu geldiğinde sadece ‘T’ harfinden oluşan bir zaman olduğunu anlayacaksın, akrep ve yelkovan buğulanacak, sadece saliseler kalacak geriye o da ne zaman kendi hassaslığını yitirecek diye sürekli bir tedirginlik hali…en iyisimi şimdiden yıkılın. Yıkılın karşımdan ile karıştırmayın bunu lütfen yıkılın, paramparça olun, her bir zerrenizi gömün toprağa, birilerinin su döküp yeşermenizide beklemeyin, bu beklenti içinde olmak onun hiçbir zaman gelmeyeceğinin bir işareti olur çünkü, arayın siz, arayın toprağa gömülü olan zerrelerinize su serpecek birilerini. Kendiniz dökebilirseniz ne ala, ama hem toprağın altında olmak hemde üstünde, her baba yiğidin harcı olmadığınıda en az benim kadar bilirsiniz…
İnsanın kendi yeterliliğini ölçmenin tek bir yolu var oda kendi etrafına bir çit bir duvar örmek, ki olduğun yer ile o duvarın arasındaki mesafeyi gözlemleyerek ölçersin ancak kendi yeterliliğini, aradaki boşluk kat etmen gereken yolu belirler, başladığın yer ile olduğun yer arasındaki boşluk ise kat ettiğin mesafeyi, yani boşluklardan ölçüyoruz kendimizi, hayatımızın en etken faktörü boşluklar, ama uzun bir kavak ağacının uzunluğunu hiç gökyüzüyle karşılaştırmadık, hep daha küçük yine başka familyalarından yola çıktık, en büyük yanılgılarımızdan biri ise bu olduğunu anlayamadık…etrafımıza ördüğümüz o çiti, o duvarı yıkmayı aklımızdan bile geçirmedik dostlar, o zaman olduğun yer ile varman gereken yer arasındaki boşluğun sınırsızlığını kavrarsın işte, işte o zaman alt üst olur bildiklerin bileceklerin, yürüdüğün veya yürümek istediğin yollar…size bir umutsuzluktan bahsetmiyorum yada bir bunalıma sokmak gibi kaygım yok…sadece zaten o duvarı yapanın sizler olduğunu söylüyorum, ve kendi yeterliliğini belirleyen şey hakikat değil kendinizin olduğunu söylemeye çalışıyorum…hakikati binlerce parçaya bölen dürtüde işte bu…zaaf dediğimiz şey ney? Yaptığın ama yapmaman gereken birşeymi, peki yapman gereken şeyin ne olduğunu anlamadan yapmaman gereken şeyleri nasıl tesbit eder insan, yapmaman gereken şeylerin bir listesini yapmanın da yine başa dönmek olduğunu anlamadınmı hala, tıpkı o listedeki ayrıntıya takılman gibi daha büyük ve kapsamlı bir takıntının o listeyi yapmak olduğunu nasıl fark edemeyizki, buna takıntının takıntısı diyorum ben, artık siz ne derseniz deyin.
İnsanı kendine ulaşılmaz kılan şey de zaten bu dediklerimden ibaret bir şey, hepside başka insanların kendi hayat alanına girerken onların önüne bir ateş figürü çizmemize benziyor, aslında gerçekten bir ateş yoktur orda, uzatsan elini yakmayacak, üflesen sönecek bir şey yok ortada, sadece herkes hayatın o latif boyası ile ateş resmi çiziyor ve kendi çıplaklığının üzerine giyiyor bu ateşten yapılmış elbiseyi, cesarette burada başlamıyormu zaten, gerçekten ateş olarak görünen bu figüre elini uzatmak ile başlamıyormu cesaret oyunu zaten, savunma mekanizmaları hemen bir elbise dikmesini telkin etmiyormu insana, herkes bu sahici gibi gözüken illüzyon ile kuşatılmış yaşamın içinde nasılda rahatmış numarası yapıyor, her an bir çivi çakılacakmış gibi kalbinin tam orta yerine…olsun yinede bu hayatı seviyoruz diyen milyarları göz önüne alacak olursak, azımsanacak rakamların olmadığınıda biliyorsak, yapacak bir şey yok sonucu ortaya çıkıyormuş gibi görünebilir, ama işte her şeyi basite aldığımız gibi bu ciddi konuyuda basite alıyoruz bence dostlar...Kimse kimseye meydana çıkıp maskelerinizi çıkartında yüzünüzü görelim deyin demiyor…çünkü bunu söylerkenki masken bunu söylemeye müsait olacak, telkin ve temkin maskesini takacak, cesaret ve özgüven zırh’ını kuşanıp gideceksin o meydana…ki herkesin çıkarmasını dileyeceksin ve bundaki amacın ise herkesi çıplak görmek sadece, çıplaklıklara bakıpta bundan haz duyan tek varlıklar bizleriz sanırım…halbuki herkes çıplak olsa bu çıplaklık bir şey ifade etmeyecekti…sorun kendi çıplaklığımız, kimseye demeye lüzum yok böyle bir şeyi, kendi çıplaklığın seni rahatsız ettiği için başkalarınıda edeceği yanılgısına düşüren yine kendinsin…
İSMAİL KIR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.