VEDA EDEN BAKIŞLAR-II
______Öykünün devamı______
* * *
Karanlık bir geceydi. Gece, davetsizce ve gizlice odama girmişti. O görünmez sihrinde her şeyi de habersizce getiriyordu. Yatıyordum odamda yalnız ve sessizce.
Nasıl oldu hatırlamıyorum, uyandım ve çok kısa bir an gözlerimi açtım; hep karanlığın içinde uyuşmuş kalmış olan gözlerim tekrar yumuluveriyordu.
-Kalk Yusuf! diye biri sesleniyordu.
Önce hiç aldırmadım. Annem her sabah beni böyle sesleyerek kaldırmaya çalışırdı. Aldırmamıştım. İnleyerek, tıslayarak biraz da nazlanarak;
-İstemiyorum, biraz daha uyuyacağım… diyor ve diğer tarafa dönüyordum.
Sonra bir el, yorganı üzerimden yavaşça kaldırıyor ve bir ses tekrar;
-Kalk Yusuf! Seni götürmeye geldik, diyordu.
Bu ses annemin sesi değildi. Merakla bu yabancı sese doğru tekrar döndüm. Gözlerimi bir ışık öyle alıyordu ki… Hiçbir anlam veremedim. İki ayrı kadın… Bir idareyi tutuyor, biri beni kaldırmaya çalışıyordu. Yanımda bu iki kadından başka hiç kimseler yoktu. Evimde aile efradından yalnız ben vardım. Bu evimizde ben ve şu iki yabancı kadın vardı.
Doğruldum, gözlerimi ovalayarak açmaya çalışıyordum. Çok geçmeden, kendime geldikten sonra bu kadınları tanımıştım. Bunlar amcamın gelinleri idiler.
-Niye beni kaldırıyorsunuz? Annem nerede, ablam nerede? Siz niye geldiniz? Neredeler?..
Korku ve soluk soluğa, büyük bir heyecanla sormaya başlamıştım. Amcamın büyük gelini;
“-Bir şey yok, annenler bizdeler.” diyordu. Diğeri;
-Şey, emmin biraz rahatsızlandı da, herkes bize geldi. Biz de seni korkmayasın diyerek alıp götürmeye geldik, ya… diyordu.
Amcamlara gitmek üzere evden çıkmıştık. Zaten evlerimiz karşı karşıyaydı. Aynı avlu içerisinde üç ailenin evi bulunuyordu. Birisi dışarıdan gelen misafirlerin ağırlandığı ev idi ki biz buna ‘Köy Odası’ derdik. Bu odada köyün halkı da toplanır, hoşça vakit geçirirdi. Güzel sohbetler yapılırdı.
Oda yıllarca herkese açıktı. Ta dedemden başlayarak sürüp gelmişti. Amcam ve babam devam ettiriyorlardı. Nice insanlar, bu odada yatmışlar, karınlarını doyurmuşlar ve daha da güzeli dinî sohbetlerle herkes birbirini sevmiş, daha çok dost edinmişler.
On iki ya da on üç yaşlarında her şeye aklım eriyor ama yine de ara sıra dünyayı tozpembe gördüğüm sıralardı.
Gecenin derinliğinde olmama rağmen hava, aynı gündüzün sıcaklığı gibiydi. Ağustosun ilk günleriydi. Taş merdivenden iniyordum ki avlunun içerisinde kalabalık insanlar dolaşıyorlardı. ‘Bu vakitte bizim avlunun içerisinde ne arıyorlardı? Bu yabancı insanların işi neydi?’ diye düşünüyordum. Bir an böyle şaşkınlık ve hayret dolu düşünceler içerisinde kalıverdim. Bu sırada elimden tutan büyük yengeme;
-Emmim çok mu hasta, yenge? dedim. Sonra;
-Bu insanlar…” dedim sadece. Hemen yengem;
-Akrabalar, komşular duymuş gelmişler, işte, dedi.
İşte bu sırada ben, ‘emmim öldü de bana söylemiyorlar’ diye düşünüyordum kendi kendime. Beynim adeta bu düşüncelerle zonkluyordu.
‘Öldü’ düşüncesi beynimi sarsıyordu. Ağzıma almak istemiyordum. Hatta aklıma getirmek bile istemiyordum. Fakat bu kalabalıklar, beynimin başka bir şey düşünmesine müsaade etmiyordu. İki kayanın arasında sıkışıp kalmış gibi çırpınıp duruyordum. Kalbim, yerinden çıkacak gibiydi.
Amcamların tahta merdivenlerini çıkmaya başlıyorduk ki gezinti dediğimiz evin balkonunda da birçok insan ve birçok sesler…Merdivenleri çok hızlı indim. Öyle hızlı çıkmıştım ki benimle gelen amcamın gelinleri bile beni tutamamışlardı. Hemen evin içine girmiştim. Daha kapının eşiğinden ilk adımımı attığımda ağlayan birçok kadın görmüştüm.
Gözlerim birden gerilivermişti. Kalbim o anda çalışmıyor gibiydi. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Oracıkta donup kalmıştım. İçime bir ateş düşmüş gibiydi. İçim sanki alev alev yanıyordu. Ellerim kapının iki kenarından tutmuş, kimseye geçit vermiyordu. Arkamdan birisi başımı okşamaya başladı. Başımı çevirip baktığımda bu, daha biraz önce beni yatağımdan kaldıran, elimden tutan amcamın büyük gelini idi. İncecik ve çok yavaş bir sesle;
-Haydi Yusuf, içeri girelim, diyordu. Devam ederek sözüne;
-Gel, seni annenin yanına götüreyim, diyordu.
Yengemle beraber hemen solumuzdaki odaya doğru yöneldik. Daha kapının ağzına varır varmaz, burası da kalabalık, insanlarla dopdoluydu.Hepsi de kadındı. Burada da ağlayan, sızlanan kadınlar vardı.
O kapının ağzında kalakalmıştım. İçeri girememiştim. İçim birden dolmuştu. Birden hıçkırmaya başladım ve arkasından da büyük bir çığlıkla ağlıyordum. O ağladığım anda birisi beni görmüş olacak ki karşıdaki odadan çıkıp gelmiş ve boynuna sarılıvermişti. Saçlarını başıma dolayarak bana sarıldı. O ilk sarıldığında adeta feryat edercesine ağlamaya başladı. Sıkıca sarılıyordu bana; içten sarılıyordu. Sanki hiç bırakmayacak gibiydi.
Bu feryat sanki bir tufandı, sanki bir seldi. Öyle bir şeydi ki beni bu feryat o anda bilinmez etmişti. Sanki kaybolmuştum orada. Kendimi o an çaresiz, dermansız ve cansız hissetmiştim. O feryadın içerisinde adeta boğulup kalmıştım.
Ben hâlâ amcamın öldüğünü sanıyor ve onun için ağlıyordum. Bana, saçlarını dolayarak, bağrına basarak sarılan ablamdı. Feryat eden ablam, daha sarılır sarılmaz;
-Biz kime baba diyeceğiz şimdi, benim küçük kardeşim, benim canım kardeşim? Gitti babamız, muradına eremeden gitti. Bizi bırakıp gitti… diyordu durmadan.
Ben, o zamana kadar hâlâ amcamın öldüğüne inanıyordum. Beni buraya getirirken öyle inandırmışlardı.
Bir an kıpırdayamamıştım. Olduğum yerde öylece kalakalmıştım. Beynim tamamen durmuş gibiydi. Ellerim, ayaklarım sanki buz kesmişti. Şok olmuştum birden. Benden güçlükle bıraktırılmış olan ablamın arkasından şaşkın bir vaziyette bakıyordum öylece. Gözlerim takılıp kalmıştı. Kirpiklerim bile hiç kıpırdamıyordu. Birisi, arkamdan omuzlarıma yavaşça sarıldı ve kendine doğru çekti;
-Gel Yusuf! Ağabeyinin yanına gidelim, diyordu.
Daha dönmemiştim, daha ayaklarımı gitmek üzere çevirmemiştim ki bendinden taşan bir sel gibi boşalmaya başlamıştım. Sanki orada benden başka ağlayan yoktu. Benden başka kimsenin sesi yankılanmıyordu. Orada ve o gecede her yer sanki beni adeta kendime getiriyordu. Sanki bana, ‘şimdi ağla, şimdi ağlamanın zamanı’ der gibiydi. Ve ağlamaya başlamıştım… Bütün azalarım sızlıyordu adeta. Bütün damarlarım dışarı akıyor gibiydi. Gözlerimden ilk defa böyle sel gibi yaşlar akıyordu.
Kimseyi görmüyordum, kimseyi işitmiyordum, kimseyi düşünmüyordum. Ne düşündüğümü de bilmiyordum. Sadece ağlıyordum… Ablam, bana sarılıp ağladığında her şeyi anlatmıştı.
Bu gece babam gelmişti. O şemsiyesini eline alıp, bana bakarak ve tebessüm ederek ayrıldığı evimizden çıkıp gittikten sonra, tekrar gelmişti. Bir gece yarısı Ankara’dan gelmişti.
Bir Perşembe gecesi köye bir ambulans ile gelmiş ve kendisinin çok sevdiği, misafirlerin ağırlandığı ve özel köy odası denilen haneye getirilip, yalnızca orada, o gecenin sabahına kadar kalmıştı.
O misafirhane artık babama da son olarak misafirhane oluyordu. Kendi misafirhanesinin de son misafiri oluyordu. Perşembe sabahı olduğunda babam, artık sabahla beraber uyanmıyordu, uyanmayacaktı gayrı.
Artık gülümseyen yüzler görünmeyecekti, gülümseyen o gözler olmayacaktı.
Perşembe gecesi son gece olmuş, o güzel yüzler, o güzel bakışlar vedâ etmişti.
....... SON ......... EKREM GÜRER
YORUMLAR
eşrefi
Hocam bir solukta okudum yazınızı,gözlerim doldu ölümden başka gerçek yok ki ... saygılar...