YÜREĞİMDEKİ MAHŞER/4
Kapı vuruluyordu. Cemre ise düşüncelerinden bir türlü sıyrılamıyordu. Sanki hala o hayalin içindeydi. Kapı tekrar hızlı hızlı vuruldu. Hayallerle vedalaşma zamanı idi.
‘’Kim o?’’
‘’Ben Necla, kahvaltınızı getirdim.’’
‘’İçeri gelin Necla Hanım.’’
‘’Uyanmışsınızdır dediydim. İnşallah uyandırmadım sizi.’’
‘’Yok, yok kalkmıştım zaten, uyandırmadınız.’’
‘’Doktor Fatih Bey sizi soruyordu.’’
‘’Neden?’’
‘’Kalkıp kalmadığınızı, sizi ziyaret edecekmiş.’’
‘’Kahvaltıdan sonra odasına geleceğimi söyler misiniz Necla Hanım.’’
‘’Tabi! Afiyet olsun.’’
Nereden çıkmıştı bu yağmur. Bütün duygularını alt üst etmişti yine. Hayatında en çok sevdiği iki varlık annesi ile babası. Yine nereden gelmişti aklına geçmiş hikâyeler? Ağlamak istiyordu. Yatağının üzerine kapanıp, hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu. Lakin ağlamayı beceremiyordu. Kocaman bir yumruk boğazının üzerine oturduğunu ve boğaz kaslarının gerildiğini hissetti. Elleri ile boğazını tuttu. Gözlerini yumdu. Odanın içinde volta atmaya başladı. Alçak bir sesle kendi kendi yatıştırmaya çalışıyordu.
‘’Cemre Sevinç kendine gel. Sen bu kadar aciz değilsin! Cemre istersen gücün her şeye yeter! Keşke annen ve baban şu an burada olabilselerdi. Ama yoklar ve bu senin suçun değil. Onlar yaşamaları gereken zaman kadar yaşadılar. Şimdi topla kendini ve onları da yattıkları yerde huzursuz etme. Yanında hayatta olmasalar bile onlar hep seninle birlikteler…’’
Yatağının üzerine oturup boynundan kalpli kolyesini çıkardı. İçinde annesi ile babasının resmi vardı. Bir süre resimlere baktı.
‘’Ne güzel bir dilekmiş sizinkisi… Yaşamı aynı yaşayıp ölümde de bir olmak. Keşke ben de Akın ile bunları yaşayabilseydim. Hoş biz hayatı bile paylaşamadık kaldı ki ölümü! Neden? Niye bu kadar çok soru ile bıraktınız beni. Keşke ben de herkes gibi olabilseydim. O zaman bu kadar çözümsüz görünmezdi hayat belki.’’
Aç karnına bir sigara daha yaktı. Ölümü düşlüyordu hep. Ölmek değildi asıl isteği. Tüm bu çıkmazları arkasına almak ve gitmek. Kaybolmak ya da buharlaşmak. Canı kahvaltı etmek istemiyordu. Sigarasını bitirip üzerini değiştirdi. Doktor Fatih’in odasına gitti.
&
‘’Kim o?’’
‘’Cemre Sevinç!’’
‘’İçeri buyurun lütfen!’’
‘’Günaydın Doktor Bey!’’
‘’Günaydın Cemre Hanım! Nasılsınız bugün?’’
‘’İyi olmaya çalışıyorum…’’
‘’Yani aslında iyi değilsiniz!’’
‘’Evet, zor bir geceydi.’’
‘’Kâbus mu gördünüz yoksa uyuyamadınız mı? Yorgun gözüküyorsunuz!’’
‘’Her ikisi de.’’
‘’Sebep?’’
‘’Geçmiş, anılar, yaşadıklarım… vs, vs… Hoş anılar hoş olmayan anılar, nasıl olursa olsunlar bırakmıyorlar peşimi. Bazen boğulduğumu, öleceğimi falan düşünüyorum. Belki ölüm dahi iyi olabilirdi. Böyle kıyıya vurmuş balık gibiyim. Yarı canda… İşte bu duygu çok kötü… Çok ağır geliyor yüreğime bunlar!’’
‘’Geçmişe takılmamak gerek, hedef her zaman gelecek olmalı. Geçmişe takıldıkça geleceğinizi kaybedersiniz. Geçmişten geleceğinize bir türlü sıra gelmez. Hayatınızda yer bulamaz güzel şeyler.’’
‘’İyi ama nasıl? Ahhh bunu bir becerebilsem Doktor! Eminim hayatımda birçok şey daha güzel olacak ama ahhh bir becerebilsem geçmişten kurtulmayı…’’
‘’Bana bunu somutlaştır desem nasıl anlatırsın?’’
‘’Hani bazen içinde bilmediğin bir sıkıntı olur. Kötü bir şey olacakmış da sen bunun sıkıntısını önceden hissediyormuşsun gibi.’’
‘’Böyle zamanlarda kendini nasıl hissediyorsun peki?’’
‘’Elim kolum kalkmıyor. Hareket etmek istemiyorum. Sabit bir yerde de kalmak istemiyorum. Yani öylesine bir bezginlik ki; katlanamıyorum. İçim alev alev, yüreğim yerinden çıkacak gibi. Ve öyle bir an geliyor ki ölmek istiyorum…’’
‘’Niçin ölüm?’’
‘’Asıl da amaç ölmek değil, sadece bu duygudan kurtulmak. Ruhumu özgür bırakmak.’’
‘’Hep var mıydı bu duygu?’’
‘’Bilmiyorum.’’
‘’Mesela çocukken de böyle hisseder miydin?’’
‘’Çocukken hatırlamıyorum. Biraz problemli idi çocukluğum ama hatırlamıyorum.’’
‘’Ailenle mi problemlerin vardı?’’
‘’Yok yok! Ailemle ilişkilerim muhteşemdi. Tam tersi evim kabuğumdu. Ordayken kimse beni üzemezdi. Küçük olmama rağmen benim fikrim alınmadan bir şey yapılmazdı. Sorun dışarıdaki insanlardı. Bu kadar özgür yetiştirilince dışarıda da bu kadar yasak olunca benim pusulam şaşırıyordu.’’
‘’Mesela!’’
‘’Diyelim ki bir şeyi yemekten hoşlanmıyorum; annem hemen soru yağmuruna tutardı. Neyini beğenmiyorsun; kokusu tadı sert ya da yumuşak olması. Benim yiyebileceğim şekle sokardı annem. Baktık ne yapsak yiyemiyorum o zaman da yerini alabilecek başka bir gıda ile alırdım almam gereken besini. Arkadaşlarımla aram iyiydi ama bazı arkadaşlarım beni örnek göstererek isyan ederlerdi. Aileleri de bizim görüşmemizi engellerdi. Ben asi ruhlu bir çocukmuşum. Çocuklarını isyana teşvik ediyormuşum. Bu tür şeyler işte…’’
‘’Ne yapıyordun öyle zamanlarda?’’
‘’Önceleri ağlayarak anneme babama koşuyordum. Annem ve babam ise ; ‘’Farklı şeyler öyle hemen kabul edilmez. Bunun için sabredip beklemek lazım. Sabrettikçe göreceksin onlar seni kabul edecekler ya da sen onları dışlayacaksın hayatından.’’ Derlerdi. Onlar da etraflarındaki insanlardan farklıydılar. Ama onlar göğüs germesini, baş etmesini öğrenmişlerdi. Bir süre sonra ağlamamaya başladım. Ben güçlü bir kızdım. Nasıl annem ve babam güçlüydüler ağlamıyorlardı bende artık ağlamayacaktım. Hatta…’’
‘’Hatta?’’
‘’Geçelim mi bu konuyu?’’
‘’Hadi geçmeyelim. Anlatalım ve bundan kurtulalım.’’
‘’Bunu söylemek o kadar zor ki!’’
‘’Belki ama bakın bunu söyledikten sonra çok rahatlayacaksınız.’’
‘’Hatta annemle babamı kaybettiğim de bile ağlamadım. Onların kızıydım güçlü olmalıydım.’’
‘’Peki, şimdi bütün ağlayamadıklarınızın yerine ağlamak ister misiniz? ‘’
‘’Nasıl olur ben ağlayamam ki!’’
‘’Herkes ağlar Cemre Hanım. Doğduğumuzda ilk öğrendiğimiz ve ilk tepki hareketimiz buydu. Şimdi neden olmasın?’’
Cemre’nin gözleri dolmuştu zaten. Boğazında düğüm düğümdü her şey. Yutup kurtulmak istiyordu ama o da olmuyordu sanki. Bir engel durmuştu tam da boğazının üzerine...
‘’Hadi Cemre Hanım; içinde biriktirme! Bırak izin ver gözlerine. Biraz kaba olacak belki ama hani cerahatli yaralar vardır. Birikir şişer zonklar canını yakar. Sonra küçücük bir çıkış bulur ve dışarı çıkar. Temizlersin yerini ve ağrısı az da olsa geçmiştir. İşte ağlamak da içerde biriken cerahati dışarı atmak gibidir. Sen engelledikçe içerde daha da çok birikir ve tedavi edilemez yaralara dönüşür.’’
Cemre artık kendisini tutmak istemiyordu. Tutmak istese de gözleri onu dinlemiyordu. Ve bir an da sağanak yağmurlar gibi boşaltı gözlerini. İçini çeke çeke ağlıyordu. Ağladı ağladı ağladı. Bir süre sonra sakinleşti.
‘’Teşekkür ederim Doktor! Bu beni gerçekten de rahatlattı. Ağlamaya çok ihtiyacım varmış.’’
‘’Evet, içinde biriktirmemek gerek. Ağlamak zayıflık değildir. Dostlarının yanında ağla utanırsan yalnız ağla. Ama içinde tutma. Biriktirme acılarını. Anlaştık mı?’’
‘’Anlaştık! İnşallah başarırım bu dediklerinizi. Şimdi gideyim. Sonra yine konuşuruz.’’
‘’Tamam, kahvaltınızı yaptınız mı?’’
‘’Hayır!’’
‘’O zaman gidin güzel bir kahvaltı yapın. Sonra tekrar konuşuruz.’’
‘’Hoşça kalın.’’
‘’Güle güle.’’
&
MUTSUZ RUHLAR ÜLKESİ–3
Tanıdık yalnızlıklarımızdı kapımızı çalan. En dost bildiğimizdi yalnızlığımız. El ele tutuşmaktan korkmamız; içimizdeki buz dağlarının erimesinden korkmamızdandı. Baharları bekliyoruz yüreğimizde. Nedense kış uzun sürdü bu defa!
Bu sabah bir dilek tuttum senin için; kuşlar penceremde sabahı müjdelerken. Daima mutlu olmanı diledim içinde ben olmasam da! DAİMA MUTLU OL! Kaybetmeden hayatın tılsımını; yakaladığın noktadan hayatı, tüm coşkusuyla, yaşamalısın ve mutlu olmalısın!
Karanfilleri sulamalıyım. O kadar çok acılar yaşandı ki; daha çok karanfiller büyütmeliyim. Ellerin elime değmese bile karanfil kokularıyla göndermeliyim sevgimi sana. Yitirdik tüm tılsımları; ne denizler mavi ne hayallerimiz pembe artık. İki yürek aynı göğün altında; acılarla yaşayan ben, aldırmayan sen. Ne Leyla kaldı hayatta ne Mecnun. Son hayat kaçağı ise ben…
(DEVAM EDECEK)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.