- 1281 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİZİM MISTIK IRAMETLİK (rahmetli)
Ellili yılların yağız delikanlısıdır Mıstık ırametlik. Ablası böyle anlatır onu; bizim Mıstık ırametlik diye başlar söze. Mıstık, Yüreğil Köyü sakinlerinden Osman Hoca’nın en küçük oğludur. Küçük olduğu için biraz şımartılmış, ele avuca sığmaz bir çocuk olarak yetiştirilmiştir. Annesini henüz bir yaşındayken kaybeden ve öksüz büyüyen Mıstık, yıllar ilerledikçe zeki, çevik ve yakışıklı bir delikanlı olur. Mıstık, iyiliksever bir kimsedir yeri geldiğinde büyükle büyük, küçükle küçük olur. Aynı zamanda da köyün efesidir. Mıstık’ı çocukluğunda büyükleri okula göndermezler ama o, ne yapar yapar okumayı, yazmayı öğrenir. Koyunlarını güderken hem kaval çalar, hem okuryazar olur. O da vakti geldiğinde herkes gibi askere giderek vatani görevini yapar, sonra da güzel bir kızla evlendirilir. Bu kız, dayısının kızıdır. Zaman içinde çocuk çoluğa karışır. Mutlu bir hayat süren Mıstık, bir gün arkadaşının düğününde bir kaza kurşunuyla gözünün birisini kaybeder; ancak yakışıklılığından pek bir şey kaybetmez, takar gözlüğünü, atar havasını.
Yıllar ilerlerken, Mıstık, otuzuna merdiven dayar. Köylünün güvendiği, , herkes tarafından aranan ihtiyacı olanın yardımına koşan önemli birisidir. Mıstık’ın üç yavrusu, bir de ceylan gibi karısı vardır. Bu arada Mıstık’a köyde Kiraz adında bir kadın âşık olur. Çoban Mıstık’la, Kiraz saklı gizli görüşüp buluşmaya başlarlar. Kiraz’ın da kocası, çocukları vardır; fakat aşkın gözü kör derler ya, işte böyle bir şey, gözü Mıstık’tan başkasını görmez. Böylece köy yerlerinde bir kaç yıl laf söz olurlar. Aileler arasında kavgalar, sürtüşmeler başlar. Sonunda âşık olan Kiraz, ani bir kararla bir gün batımı loş karanlıkta Mıstık’ın önüne geçer ve kendisini oralardan hemen götürmesini ister. Mıstık böyle bir şeyin olamayacağını anlatmaya çalışır; lakin Kiraz kararlıdır ikna olmaya da hiç niyeti yoktur. Minareyi çalan kılıfını hazırlar misali, Kiraz planını çoktan yapmıştır. Mıstık’ı tehdit eder. “Ya beni alır götürürsün ya da elbiselerimi yırtar, beni buralara kadar sürükledi diye bağırırım.” der. Mıstık bir an korkuya kapılır. Zaten birlikte olduğu bir kadın olduğundan suçluluk duygusuyla hemen oradan uzaklaşırlar. Mıstık Kiraz’ı alıp önce ablasının evine götürür. Ablası olaya karşı çıkarak derhal evini terk etmelerini söyler. Onlar da komşu köyde bir akrabanın evine sığınırlar. Vardıkları evin büyükleri olayı dehşetle karşılarlar. Kiraz’a evine dönmesi için sabaha kadar yalvarıp yakarırlar, bir türlü ikna edemezler. Sabah olunca oradan başka bir köye giderler. Mıstık, Kiraz’a bir müddet orada kalmasını söyler kendisi bir bahaneyle ilçeye iner. O günlerde İlçe komutalığında başçavuş olan arkadaşına varıp başına gelenleri anlatır. Başçavuşun verdiği talimatla Mıstık bu olaydan ceza almadan kurtulur. Bu arada Kiraz’ın kardeşleri kaçakların yerlerini öğrenirler ve o köye gelip bacılarını sürükleyerek alıp götürürler. Fakat bu götürme pek fazla işe yaramaz, Kiraz tekrar tekrar Mıstık’a döneceğini söyler durur. Kocası bu durumu hazmedemez, düşmanlık kızışır, köy dedikoduları alır başını gider.
Mıstık bu olaydan sonra köyden uzaklaşır, çirkin hadisenin üzerinden birkaç yıl geçer. Artık Mıstık’ın içi rahattır, olayın unutulduğunu düşünür. Ancak Kiraz sevgisinden hiç taviz vermez, ne zaman olsa tekrar gideceğini söyler. Bunlardan haberi olmayan Mıstık bir gün köye gelir, rahatlıkla dolaşmaya başlar. Bilmez ki su uyur, düşman uyumaz. Köye gelişinin üçüncü günüdür. Tarlaya çift sürmeye gider. Tarla dönüşü bir öğle vaktine rastlar, düşman pusudadır. Çalılıkların arkasından nişan alıp Mıstık’ı vururlar. Yanında bulunanlar hemen şehre götürürler ama doktora yetiştiremezler. Mıstık, kan kaybından ölür. Böylece renkli hayatına veda etmiş olur. Geride üç yavru, genç bir eş, ihtiyar bir baba bırakır. İhtiyar babasının gözyaşları beyaz sakalını yıkar. Kardeşleri yavrusunu yitirmiş geyikler gibi meleşirler. Mıstık ırametliğe yıllarca ağıtlar söylenir bıkmadan usanmadan. Ben bu ağıtların içinde büyüdüm. Bizim oralarda, yiğidin anası tez ağlarmış derler, Mıstık ırametlik te öyle oldu. Son zamanlarda hatıraları anlatılır, hayırla yâd edilir. Zavallı Mıstık, bir yanlışın bedelini böyle ödedi…
Ablası Neslihan Köken’in (annem) söylediği ağıtları, belli bir düzene koyarak okurlarımla buluşturuyorum. Zira ağıt doğaçlamadır çok düzgün olması mümkün değil. Ben şiir kalıbına koyduğum bu dizeleri, aslına uygun olarak yazmaya azami özen gösterdim.
Babam oğlu goygun eder nadası,
Devirmiş cecini galmış badası,
Issız galmış goçyiğidin odası,
Odana gel, yiğit ağam odana,
Zalım eller öldü diyo adama.
Nadasdan gelirken uğramış sarpa,
Analıkdan bacım olmamış arka,
Gelini cahil de, guzusu körpe,
Uyan babam oğlu, uykudan uyan,
Dermanın yoğusa dalıma dayan.
Sabahacan başucunda bekledim,
Güllü mendilinen sular sakladım,
Ölmez diye ben edemi yokladım,
Uyan edem uyan uykuda mısın?
Guzuların ufak gaygıda mısın?
Gannımola şu çelkenin galesi,
Duydum’ola Afuyon’un valisi,
Seni saklamamış dağın çalısı,
Ben dağların çalısına dargınım,
Varamadım başucuna yorgunum.
Öz adı Mustafa, soyadı Gula,
Düşman pusu gurmuş geştiği yola,
Haydi, goç gardaşım git güle güle,
Issız evlerine nasıl geliyim?
Ben senin adını kime söyleyim.
Aşağıdan gelen acem sucusu,
Bacısıyım bu yiğidin bacısı,
Ciğerden mi çıkar gardaş acısı?
Dalgın uykulardan uyanamamış,
İyolurum demiş güvenememiş.
Mekân tutmuş mezarlığın düzüne,
Dolunayın şavkı, düşmüş yüzüne,
Ben, ne deyim şu dayımın gızına,
Acep dayım gızı oturur musun?
Guzuyu üllüğe getirir misin?
Ahırda beygiri gemini gever,
Arkaçda erkeci çanını döver,
Körpe guzuları kim okşar, sever?
Evine gel yiğit ağam, evine,
Genç yaşında ölüm senin neyine?
Gatil düşman silahını yağlamış,
Çelkenin düzünde gafil avlamış,
Allı gelin garaları bağlamış,
gözel gelin sil gözünün yaşını,
Bir kötüye bağlattırma başını.
Uzunumuş Garahisar susası,
Al gana boyanmıış beyaz hasası,
Guruldu mu amaliyat masası,
Haydi, edem haydi git güle güle,
Var gelin anama çok selam söyle.
Nidelim de bibilerim nidelim,
Birleşelim gabirliğe gidelim,
Yiğidin başında minnet edelim,
Dayanamaz belki gelir guzuya,
Ne deyim ağlayım böyle yazıya.
Yıkılıp galdığı yolun gıyısı,
Elinden dutmamış Halil dayısı,
Bende galdı dertlerinin goyusu,
Yakın olsam sana arka olurdum,
Istanbıla baş doktora salardım.
Babam ev yapdırmış gürgen eşikli,
Gelini dul galmış böğrü beşikli,
Yavrusu ağlıyo eli gaşıklı,
Gurbannar olurum yiğidim aman,
Yanıyo içerim çıkmıyo duman
Ağıllar yapmış da gışlayamamış,
Ektiği ekini işleyememiş,
Yiğit cahilliği boşlayamamış,
Gınaman goğşular kaderi gısa,
İresimin, ister emmisi Musa.
Babamın oğlu da binerdi ata,
Ganları garışdı al, yeşil ota,
Canına maloldu yaptığı hata,
Gurbannar olurum cahil gardaşım,
Günden güne yanar benim ataşım.
Öğleinen ikindinin arası,
Derinimiş sızılıyo yarası,
Issız galmış yiğidimin odası,
Dayanamam gelin senin guzuna,
Ben ne deyim kaderine, yazına.
Bir incecik duman tüter peceden,
Uykusuz mu galdın dünkü geceden,
Soracağım seni yuyan hocadan,
Gel hele gel hele gurban oluyum,
Aramaya çıksam nerde buluyum.
Bacım olsa beniyinen melerdi,
Anam olsa gannarını yalardı,
Babam duysa seni bana salardı.
Yanıma gel goç gardaşım yanıma,
Gasdın mı varıdı datlı canına?
Dudu’ya giydirdim yeşil fistanı,
Çağırın yanıma gomşu Mustan’ı,
Ben söyleyim siz de yazın destanı,
Destan yazsam yiğit geri gelir mi?
Guzuları meleşiyo bilir mi?
Goygunumuş mezarlığın goyağı,
İlimona dönmüş solmuş boyağı,
Tükendi mi dizlerinin dayağı?
Gurbannar olurum tut ellerimi,
Arkanda bırakma has güllerini.
Azatın ardında pusuda düşman,
Gözlerin mi fersiz, çalı mı şişman?
Gittiğin yollarda oldun mu pişman?
Pişmanlığın döndürür mü yolumu?
Kırıverdin kanadımı, kolumu.
Rabia BARIŞ