- 4450 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ALİ OSMANDAN ÂL-İ OSMANA -11-
Cellat başı Kara Ali ve yamağı Kara Cehennem Davut’un , ibrişim ipinden yapılmış kemende asılırken İbrahim Paşa’nın birden bire sanki hiç bir şey olmuyormuş gibi, Hatta sanki Divan-ı Hümayûna başkanlık ediyor gibi rahat rahat birileriyle konuştuğunu görünce gözleri fal taşı gibi açıldı. Bu elleri arkadan ve gözleri siyah bir kuşakla bağlı adam kimle konuşuyordu böyle? Yoksa bir ermişi mi idam ediyorlardı?
Göğüs boşluklarında kalp yerine taş taşıdığı zannedilen bu insanlar da diğer insanlar gibi yer, içer, soluk alır ve korkarlardı. Hele de Allah’ın sevdiği bir kulunu idam etmekten çok korkarlar; bunu mecburen yaptıklarında günlerce uyuyamazlardı. Ama hiç kimse onlara sormazdı neler hissettiklerini. Onlar insanları öldürmeyi meslek edinmiş adi, sefil yaratıklardı(!) Onların bu dünyada yatmaya bile yerleri olmamalıydı(!)
Dünyada yatmaya bile yerleri olmayan bu adi ve sefil mahluklar (!) için, kendileri öldüklerinde gerçekten de bir mezar bulunamazdı. Tarih boyunca bilinen tek mezarlıkları İstanbul’un Eyüp İlçesindeki Karyağdı mezarlığının arka taraflarıydı ki günümüzde oralarda da artık apartmanlar yükselmektedir.
Kara Ali ve Kara Davut kemendi gevşettiler. İbrahim Paşa hâla konuşmaya devam ediyordu:
-Madem benden yüzlerce sene sonra yaşadın, bulamadın mı başka çiçek de Papatya Devri başlattın? Lale nerde , papatya nerde.
-Papatya çiçek olmasına çiçektir de Paşam ben öyle çiçeğe, böceğe para harcamadım. Papatya benim hatunun bizim meclisimize katılan hatunlara verdiği addır. Daha sonra halk dahi bu hatunlara Papatya dedi. Senden seneler sonra bu ülkenin yönetimi bize kaldı? Tam olarak iki yüz elli üç sene sonra.
-Yani sen , ya da ben her ne ise iki yüz elli üç sene sonra Padişah mı olduk?
-Padişahlık kalktı paşam. Lakin sen yine de bize padişah diyebilirsin. Çünkü padişahlık sözde kalktı ama özde devam etti.
-Padişahlığı kim kaldırdı peki?
-Mustafa Kemal kaldırdı Paşam.
-Mustafa Kemal mi? Bu ademin adını daha önce de duydum. Rüyamdaydı sanırım. İyi de padişahlık hem kalktı, hem de devam etti diyorsun bu nasıl iş? Aklım ermedi.
-Paşam şöyle diyeyim: Sadece hanedan değişti…Âl-i Osman değil artık hanedan. Şimdi artık padişahlar halk tarafından seçiliyor. Bu seçim olduktan sonra padişahlık aynen devam ediyor.
-Peki sizin padişahlarınız zamanında da ihtilaller oluyor muydu?
İşte tam bu soruyu sorduğunda İbrahim Paşa siyah bir kuşakla bağlı olan gözlerine rağmen bir kişinin daha dumanlar arasından sıyrılarak yanına geldiğini gördü. Bu yeni kişi Turgut’a nazaran oldukça uzun boyluydu. Ama Turgut’un aksine çok neşesiz, üzgün süzgün birisiydi. İşte bu soluk benizli adam cevap verdi soruya:
-Olmaz mı Paşam. Ben mesela…Bir ihtilal sonucu geçti o yağlı urgan boynuma.
-Sen de kimsin bre adem?
-Ben Adnan Paşam…Halk nasıl ki ona ( Turgut’u gösterir ) sadece Özal dediyse bana da hep Menderes derdi.
-Sen nesin Padişah mı ? Sadrazam mı?
-Sadrazam diyeyim paşam. Başbakan desem anlamayacaksın nasılsa.
-Seni de mi boğdular yoksa? Boynunda ip izi görürüm.
-Bizim dönemimizde böyle kement ile boğma yoktu. Dar ağacı kuruluyor ve orada sallandırıyorlardı.
-Bizden sonra düzen temelli bozulmuş desene saygı da kalmamış. Darağacı adi kadın satıcıları içindir. Bir sadrazam ne kadar kötü olursa olsun böyle şerefsizce öldürülmez. ( Zavallı İbrahim Paşa Cellatların önüne iç çamaşırlarıyla atılmış olmasının bile saygısızlığın en büyüğü olduğunun farkında değildi )
Adnan da Turgut da dudak büktüler. Ölüm ipin ucunda olduktan sonra ha dar ağacında, ha celladın kemendiyle ne fark ederdi ki? İkisi de şerefsiz bir ölüm değil miydi?
Kara Ali ve Kara Davut birbirlerine baktılar. Ne diyordu bu İbrahim Paşa böyle? Ölümün şereflisi ya da şerefsizi mi olurdu? Ölüp gidecekti işte. Toprağın altında şerefin ne işi vardı? Yok yok bu adam mutlaka eriyordu. Son nefesini vermeden önce kırklara mı karışıyordu ne?
İbrahim Paşa Turgut’a sordu:
-Sen sadrazam mıydın yoksa padişah mı?
-Paşam ben önce sadrazam oldum. Sonra da padişah.
-O nasıl iş öyle? Hiç bir kul olan sadrazam, sultan olabilir miymiş? Nasıl bir düzen kurmuşsunuz öyle ki kul kulluğunu bilmez, padişah da padişahlığını. Başlar ayak olmuş, ayaklar baş. Bu ne biçim bir idaredir?
-Buna halk iradesi denir paşam.
-Halk dediğin nedir ki iradesi olsun? Neyse…Sen de mi bir ihtilal sonunda öldürüldün? Her ne kadar boynunda bir ip izi yoksa da merak ettim doğrusu.
-Yok Paşam ben ihtilal sonucu öldürülmedim. Tam tersine bir ihtilal sonucu getirildim sadaret makamına. Daha sonra da padişah oldum.
-Padişah olunca da içkiye işrete daldın tabii ki bizim gibi. Milleti ayaklandırdın ve seni tahtından indirdiler değil mi?
-Yok Paşam. Adnan ara sıra içerdi lakin ben hiç ağzıma sürmezdim içkiyi. Ben Nakşibendi idim. O bakımdan içki içmezdim. Zaten Ağabeyim Korkut bir duysaydı içtiğimi çok kızardı bana. Ama hatunum içerdi. Oğullarım, kızım da içerdi.
-Hatun kısmı içki içer mi hiç? Sen ne biçim ademsin öyle? Bir karına sahip olamamışsın. İçkiyi cariyeler içer sadece. O da bizim isteğimizle.
-Bizim zamanımızda cariye de kalmadı Paşam.
-Padişah cariyesiz olur muymuş? Nasıl iş böyle?
Adnan söze girdi.
-Cariye yoktu ama metres denilen gizli sevgililer vardı bizim dönemimizde. Benim dahi vardı bir tane. Parası pulu olan herkesin de vardı zaten.
Turgut:
-Benim dönemimde artık gizliliği saklılığı da kalmadı. Ne kadar çok para o kadar çok metres ..Ya da senin deyiminle cariye… Sizin dört duvar ötesine çıkarmadığınız yatak odalarınız, bizim dönemimizde her kesin gözü önüne serilmeye başlandı. Sizlere cariyeler yüzünden lanet etik. Pek çoğunuzu oğlancı ilan ettik. Ama metreslere, travestilere …yani oğlanlara avuç avuç para harcayanlara, onlarla al takke, ver külah bir hayat yaşayanlara hiç gıkımız çıkmadı bizim dönemlerde.
-Ama yine de bütün bu melanetler yüzünden tahtınızdan, tacınızdan hatta canınızdan oldunuz değil mi?
-Yok paşam bundan dolayı kimsenin burnu bile kanamadı.
-Ne o zaman? Niçin asıldı Adnan? Hem sen …Sen hayatta mısın yoksa ölü mü onu bile demedin daha? Hem biz neredeyiz böyle Allah’ını seversen.
Paşam biz Araftayız şimdi. Az sonra sen de geleceksin yanımıza. Anlayacağın ben de ölüyüm. Beni de zehirlediler galiba. Yoksa öyle koşu bandında yürürken ölecek adam değildim ben.
-Koşu bandı mı? O da ne?
-Boş ver Paşam. Buraya geldiğinde anlatırım sana koşu bandını, bilgisayarı, cep telefonunu, jetleri, falan, filan..O kadar çok konuşacağımız şey var ki. Haydi kasma kendini de gel aramıza.
İbrahim Paşa cellatlarına bağırdı.
-Bre ne durursunuz asılsanıza ipe.
Koskoca İbrahim Paşa emir verir de uyulmaz mı? Cellat Kara Ali , Kara Davut’a
-Haydi bre kara köpek…Asıl da bitirelim şu işi.
-Bana kara diyene de bakın hele. Tencere dibin kara, seninki benden kara.
-Bana laf yetiştirmeyi bırak da asıl şu ipe. Bir sürü işimiz var. İki tane paşa daha var boğulacak.
-Haklı dersin ustam . İki tane paşadan gayrı otuz üç de kelle indireceğiz. Hepsini bize bırakmazlar inşallah.
-Ne diye dua edersin ki? Bize bırakırlar inşallah. Ne kadar çok kelle o kadar çok bahşiş. Bu mübarek Cuma oldukça bereketli geçecek inşallah.
Eski bir çocuk tekerlemesi geldi Kara Ali’nin aklına:
-Ayağımın altı pekmez…Yala yala bitmez…
-Ustam tam da oyun oynayacak zamanı buldun ha?
-Biliyon mu Kara Cehennem? Bu oyun aslında cellat çocuklarının oyunuymuş. Pekmez denilen de kanmış işte.
-Valla ustam attın işkembe-i kübradan ama iyi oturdu yerine doğrusu…Bu gün ayağımızın altı baya bir pekmez olacak. Kes kes bitmez, yala yala bitmez anasını satayım.
-Sızlanma…Sızlanma kara kelp…Ne demiş atalarımız: ‘’Ne kadar iş, o kadar bahşiş ‘’
-Yahu ustam sana bayılıyorum valla. Kelle alırken bile neşeni kaybetmiyorsun.
-Yahu ben ne kaybedecem neşemi? Baksana adamın dili iki karış dışarı çıktı hala neşesini kaybetmedi. Hâla daha emir veriyor.
‘’ Emir, demiri keser ‘’ diyerekten asıldılar ipin iki ucundan. Hem iki tane daha boğulacak paşa dört gözle ‘’sıra ne zaman bana gelecek’’ diye beklemekteydi(!) Otuz üç tane de kesilecek kelle vardı sırada. Onlar da sabırsızlanmaktaydı (!)
*********************************************************************************
Not : Cellat isimleri tamamen uydurmadır. Ama genellikle Kara Ali ve Davut’tur cellat isimleri. O bakımdan her hangi bir araştırma yapmadan bu isimleri kullandım. Sanırım o kadar da önemli değildir.
YORUMLAR
Eskiden devam eden İktidar hırsı tüm ihtişamıyla devam ediyor...Tarih olaylardan alınacak derstir ama hiç bir iktidar bu dersi öğrenememiş..
Yakın tarihimizi sizin kaleminizden dinlemek bir ayrıcalık...Paylaşımlarınız için teşekkür ve sevgilerimi yolluyorum...
sami biberoğulları
Kanuni Fransa Kralı Fransua'ya yazdığı mektupta kendisinden- mecazen de olsa- ''Zıllıllah-ı fil arzeyn '' diye bahseder. Yani ''Yer yüzünde ve gök yüzünde Allah'ın gölgesi '' Şimdi iktir sahibi olmanın niçin bu kadar önemli olduğu sanırım anlaşılmıştır. Bir insan kendisini yer yüzünde ve gök yüzünde Allah'ın gölgesi olarak görüyorsa elbette ki iktidar onun ellerinde olmalıdır...Yani o öyle düşünüyordur. O bakımdan da iktidarı ele geçirmek için her şeyi yapacaktır.
Selam ve saygılarımla.
biliyormusunuz hocam..
osmanlıda aklı hayalimin almadı tek olay budur..
bu derece islamiyetin gölgesinde olan insanlar taht uğruna kendi kardeşini vb öldürebiliyor..
bana göre son derece korkunç bir şey..
bu konuda fikrinizi öğranebilirmiyim?
selamlar..
sami biberoğulları
Ben size İslamiyetin gölgesi değil bizzat içini anlatayım.
Hz:Ayşe...Peygamberimizin eşi. Bütün müslümanların annesi...Peygamberimizden en çok hadis rivayet eden hanımı.
Hz. Ali: Peygamberimizin Amcasının oğlu...Peygamberimize ilk inananlardan...Peygamberimizin ifadesiyle ilim kapısının anahtarı...Allah'ın arslanı.
Ve Tarihte bildiğimiz deve olayı: 656 yılında Hz. Ali ve Hz. Ayşe karşı karşıya gelip savaşıyorlar...Peygamberimizin vefatından 24 sene sonra.
İktidar hırsı demek ki her türlü inançtan çok daha kuvvetli bir hırs...Ama bunu her zaman şerre yormamak lazım.
Hz. Ali de Hz. Ayşe de iktidarı halklarının daha huzur ve refahı için şistemişler ve '' Ben başta olursam, ya da benim istediğim kişi başta olursa bu halk daha huzurlu yaşar'' diye düşünmüşlerdir.
Velhasılı iktidar hırsını her zaman şerre yormamak lazım ama genelde hayra da yormamak lazım.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Ben de hep merak etmişimdir görevi cellatlık olanların duygularını. Bunu düşünürken aynı zamanda o insanları cellada teslim edenlerin duygularını da hep merak etmişimdir....Ama maalesef bunun cevabı yok.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
AYSE 09
saygılar brrenden takipteyim
O kadar sürükleyici, o kadar ilginç ki anlatışınız. Bir daha bir daha okutuyor kendini. Bizde önce asarlar sonrada özür dilerler. Yine harikasınız hocam. Saygılarımla...
sami biberoğulları
Yorumlarınızla bana yazma aşk ve şevki verdiğiniz için size ve tüm arkadaşlarıma çok çok teşekkür ediyorum.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
kurban bayramında ki kasaplar gibi ne kadar kelle o kadar bahşiş bizim ülkemizde her ne hikmetse bir zamanlar vatan haini denilen kişi sonra kahraman olur buda öyle işte menderes ve gibi menderesin kurtuluş savaşına katılmadını kaçtığını okumuştum
güzeldi tebrikler
saygılar
sami biberoğulları
Adnan Menderes I. Dünya Savaşı sırasında (1914-1918) Yedek subay eğitimi almış ama hasta olduğu için bu savaşın herhangi bir cephesinde savaşmamıştır. Fakat Kurtuluş Savaşına(1918-1922) aktif olarak katılmış ve savaştan sonra İstiklal Madalyası almıştır.
Maalesef bizde I. Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı birbirine çok karıştırıldığı için böyle bir yanlış anlama olmuş sanırım.
Selam ve saygılarımla.