- 1027 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Martı Bile Yalnız
Martı bile yalnız...
‘’senden ve şehrinde gidiyorum’’ dedi usulca kadın…
Derin bir sessizlik sardı an’ı… gecede hüznün ayak izleri saklı…
Susan iki çift göz… Ve öylesine bir masa; sıradan… Oysa ne çok hatıralara tanıklık etmiştir… Ve ne izler saklıyordur kim bilir… Ve ne çok gözyaşları akmıştır üzerine…
Dökülmelere, saçılmalara… Kahkahalara, kavgalara ve küskünlüklere… Ya da ne bileyim barışmalara işte… Ve kim bilir kaç el buluşmuştur üzerinde, titrek ve ürkek… Ve kaç nefes karışmıştır birbirine sizce… Gözler kaybolurken gözlerde, karışırken nefesler nefese işte… Ve belki de; böyle bir an’a ev sahipliği yapıyordur yine…
Aceleyle söylenmiş bir kahve ve sıcak şarap… Süryani şarabı…
Bir masa ve iki insan…İki sevgili yani…Bir el kadar yakınlar…Ve sanki sonsuz uzak birbirlerine…
Oysa ne çok istemişti bu anı yaşamayı… Ne çok özlemleri vardı yaşama dair… Birlikte sıcak şarap içebilmenin hayalini saklamıştı içinde hep…Özlemlerinden sadece biriydi bu işte…
Uzun soluklu, daha özel bir akşamda olsun istemişti belki de kadın… Kim bilir… Ondan belki de istemedi şarabı diye düşündü içinden adam…Birden rahatsız olduğunu hatırladı…Unutmuş muydu dersiniz…Hiç sanmam…Sadece o an hatırlamak istememişti…Evet o an her şeyi bir kenara bırakma arzusu vardı içinden…
Gün ve akşam, telaşın kollarına binmişti sanki…Hep dursun isterken zaman…
Şehirden gitmeleri anlardı da… İnsanın sevdiğinden gidebilmesini hiç anlayamazdı… Ve nasıl olabilir ki dedi içinden adam… İnsan nereye giderse gitsin derdi… Şehirdeki izleri silse bile içinden… Üzerine sinen kokuları savursa bile yollara… Götürmez miydi sevdiğini içinde… Yüreğinin gittiği her yere sevgisini de taşımaz mıydı işte…
‘’Sevgi neydi’’ dedi adam kendi kendine… İşte karşındaydı sevdiği…Ve sokulamıyordu yanına ve dokunamıyordu tenine…Yaşadığı an; bildiği,duyduğu,hissettiği hiçbir kavramla örtüşmüyordu nedense…
Şöyle göz ucuyla bir baktı gözlerine sevgilinin… Kara gözlerinde; patlamaya hazır volkanın, ılık ılık içe akışlarına tanık oldu o zamanın kısa anında… Sadece bir damla gözyaşı vardı yüze dökülen… Oysa her şey içine içine damlıyordu ve görüyordu bunu adam… Kafasını öne eğdi sessizce… Sakladı gözlerini… Dayanamazdı buna biliyordu… Ve hiç bakamayacaktı gözlerine gece boyunca…Susan gözlerin konuşmasıydı yaşanan… Ve içini acıtan işte…
‘’Sana söyleyeceklerim biriktikçe, konuşabilmekten uzaklaşıyorum’’ dedi kadın… Usulca kaldırdı başını yukarı… Gözleri kapalıydı… Sadece bedeni vardı ve sesler dökülüyordu dudaklardan…Sanki çok uzaklardan geliyor gibiydi sesi…
’’ Yağmur başladı yine yağmaya bak... Kocaman kocaman damlaları var... Dudaklarımı uzattım içime alayım diye... Bir tane yavru ağaç, terk edilmiş yol kıyısında... Hep bakarım ona... Biliyor musun; tüm yaprakları dökülmüş onun da... Sonbahar mı bitti ne... Ama bitemez ki daha yaşamadım onu ben...
Hadi, azaldın de bende, anlayayım, olmaz mı… Seni yormak, üzmek, kırmak… Düşünemiyorum… Öyle çoksun ki bende... Biliyorsun, sensiz olmaz... Seninle geceye uzanmak, sabaha merhaba demek… Bir büyü benim için… Düşünemiyorum bile sensizliği inan…
Yağmur yağıyor… Ellerimi, yüzlerimi verdim ona, sensizliğin susuzluğunu, bir parçada olsa gidersin diye… Seninle yaşayabileceğimiz tüm yavru zamanlara razıyım, hiç değilse bunu söyle... Evet de, yavru zamanlarımız olur ki de…’’
İçe gece sinince özlem başlıyordu…Ve hüzün sokuluyordu yanı başımıza usulca…
Evren bize; durun, zorlamayın sınırlarınızı diyor sevgili… Görmüyor musun… Sevgi; gözlerin kör olma halimi sence…
‘’Her geçen mevsim sevgimize ayrılan zamanlarımız azalıyor… Yaşam çarkı işte... Sana yaklaştıkça bir o kadar da uzaklaşıyorum senden… Kırmaktan, kırılmaktan daha çok korkar oldum ben...
Işıksız ve yağmursuz kalıyorum... Anladı kadın bedenimin, ruhumun ihtiyacını... Yağmur ve ben, dolaşıyoruz bu gün gördüğüm yerlerde... İnsanların gerçek dünyalarında yaşayamadıklarını yaşatıyor yağmur bana… Temizliyor her yeri, beni… O tarihi meydandayım, yüzümde yağmur, nasıl da huzurluyum bir bilsen... Tıpkı senin kollarının arasındaymışım gibi işte…
Hiç birlikte ıslanmadık biliyor musun… Hiç yağmurda öpmedin beni… Çok isterim... Çook… Sen ve yağmur… Doyumsuz olurdu... Biliyorum… ve seni seviyorum...
Biliyor musun, beklemişim seni… Ne bileyim, bir şey bulup çıkıp gelecekmişsin gibi bana… Öyle yoğun yaşadım ki bu hissi son zamanlarda… Olmaması mümkün değilmiş gibi… Uzanırken gerçek gibiydi, beni arıyorsun ve ‘gardayım nereye geleyim’ diyorsun… Kapı zili çalmışta duymamışım gibi iki kere kapıya gittim baktım… Hem yağmurda yağıyordu, gelecektin… Yağmurda gelirim sana demiştin oysa… Ama şimdi biliyorum gelmiyorsun ki… Hastayım ya hayal gücümün oyunu bu…
Yüreğimin gizli, dokunulmamış karanlıklarının ışığı… Yüreğimin örselenmiş, aydınlığını kaybetmiş karanlıklarının ışığı… Kadınlığımın unutulmuş yanlarının ışığı… Yaşam pencerem…Ne çok isterdim anlatabilmeyi sevgimi…
Seni yaşadığım anların çoğalması, aşkımı büyütüyor… Ve daha çok kapanıyorum içime…
Biliyorum hiç yavru adamız olmayacak… Yavru domatesler de ekemeyeceğiz... İstiyorum işte seni… Delicesine… Dudaklarım çatladı susuzluğundan sana… Senin parmaklarının aşkla okşayışlarını istiyor canım… Öperken ki soluğunu, dudaklarının onu içine alırcasına sevişlerini istiyor…
Tenim tenini, nefesim nefesini, gözlerim gözlerini özledi bir tanem… Nasıl da nefesim yetişemiyor bedenime… Sana koşmayı öyle istiyor ki bedenim… Sadece senin dokunuşlarına ihtiyacı var işte...
Belki yine de benim içinde bakarsın değil mi şehrindeki kutup yıldızına…’’
’’senden ve şehrinde gidiyorum’’ dedi usulca kadın… Ve kalktı gitti sessizce…
Martı bile yalnızdı şimdi...
Bir masaldı yaşanan…
Dökülenleri topladı bir bir adam… İzleri koydu yüreğine…Yanındayken bile sarılamamak…Dokunamamak sevdiğine…
Evren, haksız diyebildi sadece…