- 905 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLDÜRÜLEN ŞAİRLER-(9) : Adnî(Mahmud Paşa)
“Osmanlı Türk Cihan Devletinin güçlü padişahı Fatih Sultan II. Mehmed 1432 - 1481 yılları arasında yaşamış ve otuz yıl devleti yönetmiştir.
Tarihin kaydettiği en önemli dönüşümlerden birinin başlangıcı durumundaki kutlu fethi gerçekleştiren Fatih Sultan Mehmed, kudretli bir hükümdar, büyük bir siyaset dehası ve muzaffer bir komutan olduğu kadar; kültür, sanat ve edebiyatta da ismini altın harflerle tarihe yazdırmış entellektüel bir şahsiyet ve kuvvetli bir şairdir.
Kendisi de bir şair olan Sultan II. Murad’ın oğlu Fatih Sultan Mehmed, devrinin en güçlü ilim, fikir ve sanat adamlarının elinde yetişmiş; asil ruhu, Devlet-i Aliyye’yi besleyip güçlü bir çınar gibi ayakta tutan ihtişamlı ve engin kültürün hamuru ile yoğrulmuş, birçok doğu ve batı lisanına vakıf, matematik ve müspet ilimlerde, felsefede ve edebiyatta söz sahibi bir sultandır.
Fatih Sultan Mehmed’in maiyyetinde 185 şâir bulunduğu, bunlardan 30’una maaş bağladığı kaynaklarca bildirilmektedir.
Zamanında Ahmed Paşa, Necâtî, Sinan Paşa, Mahmud Paşa, Molla Lutfî, Melîhî, Nişancı Mehmed Paşa, Karamanlı Nizâmî, Sirozlu Sa’dî gibi şâir ve âlimler yer almıştır.
Ayrıca Mihrî Hatun ve Zeynep Hatun’un da bu devir şâirleri arasında yer aldığını görmekteyiz.
Fatih devri, Türk edebiyatının her bakımdan atılımlar sergilediği bir dönem olarak dikkat çekmektedir.
Tunç ve çeliğin en kalitelisi Fatih zamanında döküldü. Mikrobu ilk keşfeden Türk bilgini Akşemseddin onun hocasıdır. Şemerkant Üniversitesinde astronomi ve matematik dersi veren ünlü Türk bilgini Ali Kuşçu’yu İstanbul’a davet eden ve onunla İstanbul’da ilk ciddî astronomi araştırmalarını başlatan yine Fatih Sultan Mehmed’dir. Sarayını bir akademi haline getirmişti. Yabancı ülkelerde tanınmış ilim adamlarıyla mektuplâşır, mektuplarını kendi el yazısıyla yazardı.
Kendisi de büyük bir şairdi. Ressamlar, hattatlar, bestekârlar, her türlü iMm, sanat ve hüner sahipleri onun tarafından korunmuş, teşvik edilmişlerdir.”(1)
*
GAZEL
“Tarasa zülfün gönüller yine çün bârân yağar
Söylese şîrîn lebünden söz yerine cân yağar
Ağladuğum zülfünü yüzüne saldıkça bu kim
Ay başında çün bulutlar aynaya bâran yağar.
Lâle haddün bigi gülsem ey kemân ebrû ne ta’n
Tîr-i gamzenden dile bârân-sıfât peykân yağar
Cam-ı mey sun sâkiya itme günehden ihtiraz
Devr-i güldür yire gökden rahmet-i rahman yağar
Gördüğünce yâr yanında rakîbi Adnî’ nün
Kakıduğından dilinden âteş-i sûzân yağar.”
*
Fatih Sultan Mehmet’in seraskeri, sadrazamı Mahmud Paşa da 15. Yüzyılda öldürülen şairlerimizdendir. Hem de Fatih’in emri ile Yedikule zindanlarına atıldıktan sonra öldürülmüştür.
Mahmud Paşa, Türkçe ve Farsça’ ya hakim olan ve sadrazamlığı zamanında ilim ve sanat adamlarına büyük önem vererek, onlarla sarayda gönül sohbetleri düzenleyen, sanatçıları teşvik eden, bu suretle de bir çok eserin gün ışığına çıkarılmasını sağlayan bir devlet adamı ve şairdir.
*
Aşık Çelebi anlatır :
Bir hayvan sırtında bir heybe… Heybenin bir gözünde Mevlâna Abdülkerim ve Mahmud isimli iki çocuk, öteki gözünde ise bunardan yaşça büyük Molla İlyas… Aynı gün geldiler Edirne’ye, getirildiler. Molla İlyas, arada bir “o zaman ikinize de denk idim. Şimdi de fazilet yönünden ikinize denkim” diyorsa sebebi budur işte.
*
Ümeradan Mehmed Ağa tarafından 2. Murad’a takdim edilen Mahmud isimli çocuğun, bazı kayıtlara göre Alacahisarlı olduğu ve annesinin Sırp, babasının Hırvat olduğu yazılıdır. Sarayda yetişen bu çocuk, Fatih’le birlikte bir çok savaşlara katılır.
Fatih zamanında Zağnos Paşa’ nın azlinden sonra, 1454 yılında Halil Paşa göreve getirilmişse de, Halil Paşa’yı sevmeyen yeniçeriler, devlet erkanı ve bilginlerin nifakı sebebiyle Halil Paşa katlediler ve bu karışıklıkta, olayların daha fazla büyümemesi için Zağnos Paşa ve Hadım Şehabettin Paşa da azledilir ve Mahmud Paşa vezirliğe getirilir.
Mahmud Paşa, Fatih’le birlikte bir çok savaşlara gider. Ayrıca, Padişahın ona verdiği bütün görevleri başarıyla tamamlar. Balkanlarda bir çok kale ve bölgeyi fethederek Osmanlı toprağı yapar. Bu zaferleri çekemeyen rakipleri Mahmud Paşa’nın en küçük bir olay gecikmesinde fitne ve fesat çarklarını çalıştırırlar ve Padişaha Mahmud Paşa’ yı ikide bir gammazlarlar. Bir ara Sadrazamlık görevinden alınıp yerine Rum Mehmet Paşa sadrazam yapıldı ise de, Fatih tarafından tekrar ikinci kez Sadrazamlık görevine atanmıştır.
*
Derler Ki:
Sanatçıya ve ilim adamına destekleriyle tanınan ve kendisi de sanatçı olan Paşa ile Fatih’in oğlu Şehzade Mustafa’nın arası açıktır.
Mahmud Paşa’yı çekemeyen entrikacılar, Şehzade Mustafa ile arasının açıklığını bahane ederek bir sürü yalan ve yanlış haberler iletirler Padişaha. Hattâ, o kadar ileri giderler ki, Paşa’ nın hanımı Şehzade’nin annesini ziyarete gitmiş, orada kalmış ve Şehzade paşanın hanımını baştan çıkarmış, bu yüzden de Paşa, önce karısını boşamış, sonra da şehzadeyi zehirletmiştir.
Şehzade Mustafa’nın zehirlenerek ölmesi üzerine, Mahmud Paşa, baş sağlığı dilemek için,( o sıralarda sadrazam da değildir)saraya gelir ve Fatih’in özel ilgisine mazhar olur. Dedikoducular furyalarını çalıştırmaya başlarlar. “Paşa’nın giysileri siyah değildir, yani şehzadenin ölümünde yas tutsa siyah olmalıydı, demek ki zehirleten o dur “ derler. Ve daha bir sürü ilavelerle Padişah’a dedikodu ulaştırırlar. Paşa, anında Yedikule zindanına atılır.17-18 gün zindanda kaldıktan sonra Padişah’ın emri ile idam edilir. Kendi ismiyle anılan camiin yanındaki türbeye defnedilir.
*
DEMİŞ Kİ :
GAZEL
Yârin ayağu tozuna kıymet cihan gerek
Belki cihan ne nesne ola bâş ü cân gerek
Bin yâri kılmışam iki âlemde ihtiyâr
Evvel kişiye cân gerek andan cihân gerek
La’lini dişledikçe gözü kanımı döker
Elbette hükm-i şer’ budur kana kan gerek
Yüzüne karşu göz yaşı akıtduğum bu kim
Gülzârı tâze tutmağa âb-ı revân gerek
Cûş ile ağladığını ayb itme Adnî’ nün
Âşık olanların gözü derya-feşân gerek.
YİNE DEMİŞ Kİ :
GAZEL
Cân ü başa kılmasın âlemde cânân isteyen
Mübtalâ olsun gönülden derde dermân isteyen
Tâlib-i cennet olan etsün ser-i kûyun makâm
Zülfünün küfrünü dîn idünsün îmân isteyen
Hâk-i pây-i dilberi cân ile elden komasın
Hızr gibi zulmet içre âb-ı hayvân isteyen
Yüzü devrinde göze dâim teselsül görünür
Zülfüne kılsun nazar bu kula bürhân isteyen
Zahmet-i cevrin çekerim kim diler cân râhatın
Hem-dem edinür gamın gönlünü şâdân isteyen
Lâle-veş sahn-ı çemende komasun elden ayağ
Gülsitânda kendüyi gül gibi handân isteyen
Mâh-rûlar mihrine Adni Bey’i itsün heves
Cân ü dil ma’mûresin cevr ile virân isteyen.
SON SÖZ OLARAK BİZ DE
DİYELİM Kİ :
**************************
AVNÎ’YE MEKTUP
En çok seni özledim, en çok seni ey Avnî
Tunçtan ve mermerden çehreni özledim…
Ağrılarımın çağrısını işit de gel!
Taş yüreği hamur eden ikliminle gel,
Gel de, yağmuruna tut beni.
Çay içelim Emirgan’da
Manolyalar çıksın Boğazın iki yakasına
El etsinler sana, bana
Bir manolya gölgesinde unut beni…
Çağ açıp kapatsın atının topukları
Yedi tepeli güzel şehrin
Yedikule zindanlarında
Yedi uyurlar gibi uyut beni…
Haliç’deki zincire çareler bul bir ara
Sür beyaz atını sür, seni bekler Marmara
Karadan yüzdür gene yüzlerce kadırgayı
Bayrağıma nakışla göklerden söküp ayı
Düşürmesin dilinden Akşemsettin duayı
Haliçdeki zincire çareler bul bir ara
Sen bu yaşta çağ açtın, çağ kapattın ey Avnî
Müjdelenen bir gençlik, söyle nerede hani?
Devir dönek, söz çürük; insanlar kalleş, cani
Sür beyaz atını sür, seni bekler Marmara
En çok seni özledim, en çok seni ey Avnî
Şarap, meyhane, kilise, put
Sakî, sultan, köle
Daha daha ne varsa ne
Sohbete çağırsın cümlesini
Şairlerle Mahmut Paşa.
Gül açsın zaman kız kulesinde
Yedi yer, yedi gök, yedi iklim
Yedi günde yedi minareden okusun ezan
Davudî bir avazeyle dolsun
Boğaz, ufuklar ve hudut...
Gel, kurtar beni bu çağın
Pas tutan zincirlerinden
Zira, hayat şimdi
Baştanbaşa çaput…
Mustafa CEYLAN