- 836 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Fotograf Sergisi
“ALINTERİ” SERGİSİ
Başlığa bakıp ta alınterinin, emeğin sergisi olur mu demeyin, ya da kızmayın bana. Ara Güler’in fotoğraf sergisinin adı “Alınteri”. Aynı zamanda bu adla çıkacak bir fotograf albümü’nün adı .
Ankara’da Zafer Çarşısı Sergi Salonu’nda ,15-30 Aralık 2007 tarihleri arasında bir fotograf sergisi açıldı. Yukarıdaki girişten anlaşılacağı üzere bu sergideki fotograflar Ara Güler’e ait. Fotgraf’ı sanat olarak kabul etmeyen birisinin, foto muhabirin fotograflarını sergilemek sanat adına ne kadar doğrudur orası tartışılır bir şey bence ama serginin önemi bence orada değil.
Serginin önemini yazı arasında vermeye çalışacağım. Önce sergi ve sergideki fotograflar ile ilgili bilgiler vermek istiyorum.
Ankara Büyük Şehir Belediyesi uzun zamandır o salonu başka amaçlar için kullanıyordu bildiğim kadarıyla ama neden tekrar sergilere açtı bilemiyorum. İiyide olmuş.
Sergide 151 fotograf yer alıyordu. Bunlardan 41 tanesi renkli baskıydı. Renkli baskılardan dört tanesi yatay ,diğerleri ise dikeydi. Geri kalanı siyah beyazdı fotografların. Neden renkli ve siyah beyaz diye ayırdığımı, siyah ve beyazın renk olup olmadığını sorabilirsiniz. Siyah ve beyaz fotografçılıkta renkten sayılmıyor çünkü beyaz tüm renklerin bileşimi ,siyah ise tüm renkleri yutan ,hiç birisini yansıtmayan yüzey demek. O yüzden renkten sayılmıyorlar.
Gelelim SB fotograflara; genel olarak dikeydi forograflar. Dikdörtgen olanlar çoğunluğu oluşturmasına
karşılık kare şeklinde olanlarda vardı ama kare şeklinde olanlar birleştirilerek dikdörtgen görünümü verilmeye çalışılmıştı. Çünkü kare şekli göze hiç hoş gözükmez, iticidir. Çerçevesizdi tüm fotograflar.
İçlerinde neden çekildiği, ne anlatmaya çalıştığı anlaşılamayan flu ve anlamsız fotograflar da vardı. Orada karşılaştığım ve fotografın yetkin adlarından birisinin dediği gibi, “ Bu sergideki birçok fotograf,ı
kendimin olsa arşivlemeye bile değer görüp saklamam.”
Serginin küratörü Irmak Kaleli. Danışmanı; Enis Batur. Direktör Fahri Özdemir. Birisi almanca olmak üzere hakkında altı doktora tezi yazılmış bir foto muhabirinin sergisine giderken benim beklentilerim herhalde çok yüksekti ki bazı fotografları görünce ve genelinde hayal kırıklığına uğradım. Bu hayal kırıklığı fotoğrafların seçimi ve düzenlenmesinden olabilir. Ffotograflar da ha büyük etken. Bu fotograflar bir yayınevinden çıkacak albümün malzemeleri . Çıkacak bir kitabın reklamını yapmak kaygısı ile bulabildikleri tüm fotografları görücüye çıkartmak için tıkış tıkış bir düzenleme yapmışlar.
Yukarıda belirttiğim gibi sergide fotograf sanatçılarının itici bulup tercih etmediği bir biçim olan kare fotograflar’ın olumsuzluğu yanında birde fotografların çok yoğunluğu insana mekanın dar olduğu izlenimi veriyor.
Olağan dışı bakış açıları yoktu diyebilirim fotografların içinde. Yani hep düz ve göz seviyesinden ,sıradan bir bakış açısı vardı. Hemen tümü fotograflarda açık kompozisyon hakimdi. Bir şeyler hep yarım kalmış bir öykü gibi duruyordu fotograflarda.
Serginin ortasında Haliç civarı yoğunlukta olmak üzere eski İstanbul vardı.Sıradan insanların sıradan yaşamları yani. Günümüzde adlarından veba bulaşacakmış gibi bahsedilmekten özellikle kaçınılarak başka adlar uydurulmaya çalışılan emekçilerin görüntüleri vardı. Balıkçılar, hamallar, çaycılar,bisiklet tamircileri,sakalar, yoğurtçular,küçük esnaflar,haliç köprüsü, galata, yeni cami, balık ekmekçiler ….
İstabnul’un kayıp yüzü.
Sergiyi hemen benim arkamdan dolaşmaya başlayan ve dışarıda hava çok soğuk olduğu için sırf ısınmaya geldiğini düşünmeye başladığım şapkalı, perişan giyimli yaşlının fotograflara bakarak kendi kendine konuştuğunu duyuyordum. Kendi kendine konuşuyordu çünkü yalnız girdiğini görmüştüm içeriye. Fotograflar hakkında mı konuşuyor diye merak edip aradaki mesafeyi onu duyabileceğim şekilde ayarlayıp koruyarak gezmeye devam ettim.Özellikle denizin göründüğü, deniz ile ilgili fotografları gördükçe;”Bunlar yüzgeç biliyorlar her halde ki hep denizdeler.Yüzgeç bilsem bende denize giderdim. Balık tutardım, sandala binerdim, gemiye binerdim korkmadan. Yüzgeç bilmiyorum ki ben boğulurum.Ben bu resimlerden pek bir şey anlayamıyorum ki. Elbette anlattığı bir şey vardır. Hep hamalların, sokaktaki insanların resmini çekmişler.” V.b şeyler söyleyip duruyordu. Bir torna tezgahının önündeki çocuk fotografına gelince;” İşte emek bu.İşte sömürü bu. Bunları anlatıyor har halde.” dedi. En son söylediği tümceler benim için yeterliydi. Sergi amacına ulaşıyordu demek. Bizim insanımız sanatçının vermek istediği mesajı alıyordu.Sanatı halktan kopartıp elit bir tabakaya mal etmek isteyenler, metalaştırmak isteyenlere bu sözleri dinletmeli diye düşündüm.
Halkla sanatı buluşturmanın, barıştırmanın en güzel aracı da fotoğraf sanıyorum çünkü herkesi okuyabileceği evrensel bir dil fotoğraf. Herkese aynı şeyi anlatır. O yüzden değil mi ki her reklamda mutlaka fotoğraf kullanılıyor.
Eve ekmek götüren babayı simgeleyen ve birazcık farklı bir görüş açısı ile çekilmiş olan fotograf ile ellerin ön plana çıktığı bir sb fotograf bence serginin özetiydi. Üç tane el parlayarak ön plana çıkmıştı fotoğrafta. Fotograftaki diğer unsurlar yok oluyordu bakınca. Elleri, kara , kuru,kemikli, nasırlı elleri görüyordunuz fotografta.Üreten ve yaratan da onlar değimli zaten. Unutturulmak istenen, adından bahsedilmeyen işçilerin ellerli. Serginin de anlatmak istediği “İşte emek bu.” değil mi ihtiyarın dediği gibi.
İstanbul’un dünü, geçmişi var fotoğraflarda. Bu gün yok olmuş bir takım unsurlar. Bir çoğu rast gele çekilmiş izlenimi veren Eski İstanbul tanığı, belgesel tadında fotoğraflar. Zaten çekeninde bunun dışında bir amacı olduğunu sanmıyorum. Sanat kaygısı yok fotoğrafçının. O yüzden sanat açısından değerlendirmemek gerekiyor sergiyi. Serginin amacı çıkacak bir kitabın reklamını yaparak daha çok satmasını sağlamak bence. Ama gene de emeğin emekçinin hepten unutulup aforoz edildiği günümüzde bir anımsatma. Geçmişten günümüze bir gazete emektarının objektifinden selam gönderiyor alınteri ile ekmeğini ıslatanlar. Bazılarına nostalji gibi gelse de bence emeğe emekçiye bir saygı duruşu bu.
Hürdoğan Aydoğdu 30 Aralık 2007
YORUMLAR
güzel bir yazı ,sizin gözünüzle görmeye ,sizin beyninizle değerlendirmeye çalıştık.unutulanlar ve hatırlatılanlar hakkında haklısınız.aslında her alanda bir emek var,sadece nasır tutmuş ellrde değil, bir annenin bebeğini tutan ellerde de, klavyenin tuşlarına basan parmaklarda da, ben de çoğu kez alınterini sadece belirli gruplarla simgeleştirilmesine karşı olmaya başladım.evet herşeye bir simge,sembol lazım aslında,ama bakarsınız alınterini hayatın her köşesinden yorumlayan bir fotoğraf sergisi de açılır.fotoğraflar konusunda dediğinize katılıyorum,fotoğrafların dili konusunda... yazınız için kutlarım