- 698 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Biz Her Şeyi Kendimiz Yapacağız!
Masasından kalktı geldi genç kız. Delikanlıya:
"Dans edelim mi?" diye sordu. Delikanlı:
"Ama bunda bir terslik var. Böyle olmamalıydı!" diye cevap verdi. "Sen yerine otur. Benim gelip seni dansa kaldırmam gerekiyor" dedi.
Genç kız masasına döndü, yerine oturdu. Delikanlı oturduğu yerden kalktı. Genç kızın masasına doğru yürüdü. Gözle görülür tedirginlik, ürkeklik vardı. Kızın önünde durdu. Kıza:
"Benimle dans eder misin?" dedi.
Genç kız; saf, masum, duru bir gülümsemeyle: "Hıı hııı" dedi, "Evet" der gibi. Delikanlı elini uzattı. Kızın oturduğu yerden kalkmasına yardım edercesine elini tuttu ve kendine doğru çekti. Herkesin dans ettiği o alana, salonun ortasındaki oyun meydanına doğru yürüdüler. Birlikte dansa başladılar.
“Çok güzelsin” dedi delikanlı. Ürkek, sesi titreyerek!
“Biliyorum. Bunu her zaman söylüyorsun” diye cevap verdi genç kız.
“Evet ama, ilk defa seninle dans ediyorum, ilk defa dans ederken söylüyorum” dedi delikanlı. Genç kızın gözlerinin içine bakarak. Öyle ya. Bunca zaman hep kafelerde, pastanelerde, parklarda buluşmuşlardı. Herkesten gizli saklı!
Bu düğünde büyük bir tesadüf olmuş. Düğün sahipleri, ikisinin de tanıdıkları çıkmıştı. Günlerdir birlikte dans etmenin hayalini kurmuşlar, planlar yapmışlar, konuşup anlaşmışlar, her şeyi göze almışlar. Ne olursa olsun birlikte dans edeceklerdi.
İki genç 19 Mayıs gösterileri için, şehir stadyumundaki provalarda tanıştılar. O günden sonrada her fırsatta buluştular. Aslında fırsatları kendileri yarattı. Okul çıkışında buluştular. Derse girmeyerek, okuldan kaçıp buluştular. Okulları şehrin çok farklı semtlerinde olması onları hiçbir zaman engellemedi. Buluşacakları yere yürüyerek, koşarak, tüm engelleri aşarak geliyorlar dı. Tek amaçları vardı. İki dakikalığına da olsa, el ele göz göze olabilmek. Birde kimseye görünmemek! Her buluşmalarında delikanlı hep aynı şeyi söylüyordu:
“Seni çok seviyorum Emel!”
“Bende seni çok seviyorum Necmi.”
“Çok özlüyorum, seni görmeden nefes alamıyor gibiyim Emel.”
“Dersler geçmek bilmiyor Necmi. Sınıfta boğuluyorum. Hemen, çıkıp koşarak buluşacağımız yere gelmek istiyorum.”
“Sabret Emel. Biz her şeyimizi kendimiz yapacağız unutma. Düğünümüzü, işimizi, evimizi! Biliyorsun ailelerimizin bunları yapmaya imkânı yok. Bütün bunları biz yapmak zorundayız. Onun için, iyi bir okulu bitirmek zorundayız. Hiç ara vermeden. kesintisiz…. İkisi de sustu. İkisi de başını öne eğdi. Necmi Emel’in beline daha sevdalı sarıldı. Elini daha büyük aşkla sıktı. Bu hareketlerle Emel’e aşkını anlatıyor gibiydi. Necmi:
Masada, senin yanında ki delikanlı kim Emel?”
“Abim”
“Ne…” diye bağırdı Necmi. Kendini tutamadan. “Aman tanrım. Ne olacak şimdi?”
“Bilmem! Bir şey demez her halde” diye konuştu Emel. Necmi’yi yatıştırmak ister gibi.
“Ama bana çok kötü bakıyor. Dişlerini sıkıyor.”
Necmi’nin birden aklına geldi. Yine Emel’le buluşmak için okuldan kaçtığı bir gün, kızın abisi okula gelmiş. Necmi’nin arkadaşlarına “O çocuk kız kardeşimden uzak dursun. Yoksa karışmam, fena olur” diyerek haber bırakmış. “Şimdi burada. Bir tatsızlık çıkarır mı acaba” diye düşünürken, Emel’in seslenmesiyle kendine geldi.
“Necmi, oturalım mı?”
“Evet. Oturalım.”
Necmi Emel’i masasına bırakırken, abisi dişlerini sıkıyor, “Seninle dışarıda görüşeceğiz” der gibi kafasını sallıyordu. Necmi geri döndü, kendi masasına gitti, yerine oturdu. Düşünceliydi. Canı sıkılıyordu. “İnşallah Emel’e bir zarar vermez” diye düşündü. Düğün bitene kadar masadan hiç ayrılmadı. Abisi, Emel’e kızıp ta “Rahatsızlık verir” diye düşünüyordu. Düğün bitti. Salondakiler dağılmaya başladı. Necmi oturduğu yerden onların çıkmasını bekliyordu.
Nihayet masadan kalktılar. Çıkış kapısına doğru giderken Emel’in abisi en arkada gidiyor, giderken de “Seninle dışarıda görüşeceğiz” der gibi eliyle işaretler yapıyordu. Necmi onlar çıkana kadar bekledi. Salon neredeyse boşalacaktı. Dışarı çıkmak için Necmi’de kalktı, kapıya doğru yürüdü.
Necmi dışarı çıktığında Emel’in abisini, üç arkadaşıyla kendisini beklerken buldu. Koşarak aksi istikamete doğru kaçmayı düşündü. Yapamadı, yapamazdı. “Bunu gider Emel’e anlatır, üstelik onunla alay eder” diye düşündü. Hiç telâş etmeden yürüdü. Düğün salonunun sağ tarafındaki sokağa doğru giderken adımlarını hızlandırdı. Tam sokağa dönmüştü ki Emel’in abisi üç arkadaşıyla ona yetişip önünü kestiler. Abisi:
“Ulan it, ben okuluna gelip sana “Kardeşimin etrafında dolaşmayacaksın” diye haber bırakmadım mı şerefsiz.”
“Bakın, benim kötü bir niyetim yok. Ben Emel’i seviyorum.”
“Hala konuşuyor ulan” der demez Necmi’nin karın boşluğuna bir yumruk vurdu. Arkadaşlarıyla Necmi’yi ortalarına alıp dövmeye başladılar. Necmi bir fırsatını bulup aralarından sıyrıldı. Koşarak kaçmaya başladı. Necmi kaçıyor onlar kovalıyordu. Necmi koşarak, ana caddeye çıkan, sol taraftaki sokağa girdi. Emel’in abisi ve arkadaşları peşinden bağırarak koşuyorlardı. Onun, caddeye çıkan sokağa girdiğini görünce, arkasından alaycı bir sesle konuşarak peşinden koşmayı bıraktılar. Necmi ise arayı açtığını düşünerek seviniyor, daha hızlı koşuyordu. Caddeye yaklaştı. “Caddeye çıkarsam peşimden gelemezler” diye düşündü. Son bir gayretle daha da hızlandı. Oysa Emel’in abisi ve arkadaşları peşinde değillerdi. Kovalamayı bırakmışlar, salonun çıkış kapısının önüne gelmişlerdi. Necmi ise daha hızlı koşarak neredeyse caddeye ulaşmıştı. Aynı anda dönüp arkasına bakmak istedi. Mesafeyi görmek istiyordu. Hem koşuyor hem de arkasına bakıyordu. Caddeye fırladığının farkında değildi. Acı bir fren sesi duyuldu. Caddede hızla giden aracın şoförü, sokaktan caddeye bakmadan koşarak fırlayıp gelen Necmi’ye çarpmadan duramadı. Necmi, oyuncak bebek gibi havada birkaç takla attı. Hızla asfalta düştü ve çarpan otomobil onun üzerinden geçti. Hemen hastaneye kaldırdılar. Acildeki ilk müdahalede doktorlar bir şey yapamadılar. Necmi öldü.
Aylarca dersten kaçarak parklarda buluştuğu sevgilisi Emel’in kollarında dans etti diye öldü. “Sevda, acı çekmek değil, uğrunda ölmekmiş.” Sözünü doğrular gibi.
Emel ve abisinin bundan haberi olmadı.
Abisi, kız kardeşine sahip çıkmış olmanın verdiği gururla, omuzları yukarda, başı dik dolaştı. “Bir sefer sıkıştırdım, kardeşimi bir daha rahatsız etmiyor” diye konuşuyordu. Bu çirkin olayın, Necmi’nin hayatına mal olduğunu bilmeden. Bunu aylar sonra kız kardeşi Emel’den öğrenecekti.
Emel; Terk edilmiş olmanın verdiği üzüntüyle günlerce, aylarca ağladı, kızdı, sinirlendi. Ağlarken sevgilisi Necmi’ye küfür etti beddualar etti. “Bizim hayallerimiz vardı. Bizi kimse ayıramayacak tı. Abimin gösterdiği ilk tepkide beni terk etti” diyordu.
Gizemli bir “Eylül” sabahıydı. Güneş, bulutların arasına gizlenmiş ara sıra kendini gösteriyor, insanlara gülümser gibi yapıp, tekrar bulutların arasına saklanıyordu.
Hafiften esen rüzgâr, şehrin sokaklarında ağaçlardan düşen gazelleri sağa sola savuruyordu. Okulların ilk açıldığı gündü! Sokaklarda, caddelerde rüzgârın sürüklediği, sonbaharın rengine bürünmüş yapraklar, okula giden öğrencileri alkışlar gibiydi.
Emel, ilk dersten sonra doğruca Necmi’nin okuluna gitti. Ona haddini bildirecekti. Bildirmeliydi. Bir genç kızın kalbini çalıp onunla oyun oynamak neymiş gösterecekti. Nefretle, içindeki kinle, kendi kendine konuşarak geçti sokakları. Okulun bahçe kapısından girer girmez Berkcan’ı gördü. Berkcan Necmi’nin en iyi arkadaşıydı. Kankansıydı. Hızla gitti Berkcan’ın yakasına yapıştı. Berkcan’la göz göze geldiler. Berkcan Emel’in gözlerindeki öfkeyi rahatlıkla okuyabiliyordu. Kin, ve nefret doluydu. Avını yakalamış, parçalamaya hazırlanan dişi bir kaplan gibi hırçındı. Emel sesinin çıktığı kadar bağırdı;
“O beyinsiz nerde, bana hemen onu bul”
“Dur Emel sakin ol. Beni biraz dinle.”
“Hayır, kimseyi dinleyemem. Bana o hayvanı hemen bul.”
“Emel bir dakika şuraya oturalım. Sana anlatacaklarım var.”
“Hiçbir yere oturmuyorum Berkcan, yüzüne tükürüp, parçalamak için onu bana bul diyorum sana” deyip Berkcan’ın tuttuğu yakasından sallıyordu.”
“Beni dinle Emel. Onunla artık konuşamasın. Çünkü Necmi öldü.”
Emel donup kaldı. Berkcan’ın yakasından tuttuğu elleri yavaş yavaş çözüldü. Emel düştü. Berkcan’ın ayaklarının dibine yığıldı kaldı. Berkcan sesi çıktığı kadar bağırıyordu.
“Emel, kendine gel Emel. Yardım edin. Yardım edin Emel bayıldı”
O sırada tesadüfen camdan dışarı bakmakta olan müdür yardımcısı Murat Bey, Emel’in bayıldığını görünce masasındaki kolonya şişesini kaptığı gibi koşarak Emel’in yanına geldi. Ama maalesef Emel’in durumu iyi değildi. Hemen ambulans çağırdılar. Berkcan Murat Beye ambulans gelene kadar kısaca Emel ile Necmi’yi, Necmi’nin nasıl öldüğünü anlattı. Ambulans geldi. Emel’i hastaneye kaldırdılar. Murat Bey Emel’in çantasından okul kimliğini buldu. Okuluna ulaştı. Sonra da evine!
Emel, ambulansta giderken kendine geldi. Hastaneye, acile geldiklerinde Doktor “Ağır bir depresyon geçirdiğini! Birkaç saat hastanede kalmasının iyi olacağını” söyledi.
O anda Emel’in annesi babası geldi. Murat Bey onlara olayı anlattı.
“Büyük bir ihtimalle kızınız ölen Necmi’ye âşık. Öldüğünü yeni öğrendi şu anda ağır bir depresyon geçiriyor. Nolur bir şey sormayın. Üzerine gitmeyin.”
Murat Bey hastaneden ayrıldı. Okuluna gitti.
Anne ve babası Emel’i hastaneden alıp eve götürdüler. Çıkarken doktoru üç gün rapor yazdı. “Emel’in iyi bir klinik tedaviye ihtiyacı olduğunu” söyledi. “Bir çılgınlık yapabilir” dedi.
Emel, anne ve babasıyla eve geldiğinde kapıyı abisi Ercan açtı. Açar açmaz Emel abisinin üzerine atladı.
“Hayvan onu sen öldürdün, senin yüzünden öldü. Seni parçalayacağım, öldüreceğim seni” der demez abisine vurmaya, üzerini yırtmaya, parçalamaya başladı. İkisini zor ayırdılar.
Emel koşarak odasına girdi. Kapıyı kapatırken de “Beni rahat bırakın” diye bağırdı.
Annesi oğluna Necmi’nin nasıl öldüğünü anlattı.
Ercan “Aman Tanrım, olamaz” diyebildi sadece. Salona geçip, Emel’in odasında yalnız kalmasının ona iyi geleceğini konuştular. Abisi, düğün salonunda, düğünden sonra olanları annesine babasına anlattı. Necmi’nin de kendilerinden kaçarken caddeye fırlamış olabileceğini söyledi. Babası birden oturduğu yerden fırladı. Geldi oğluna bir tokat vurdu.
“Kardeşinin kiminle arkadaşlık yapacağı sana mı kaldı hayvan!”
“Baba böyle olsun istemedim”
“Sus, konuşma. Her şeyi polise gidip anlatacaksın” onlar böyle tartışırken Emel’in oda kapısı açıldı. Salona geldi:
“Ben dışarı çıkıyorum. Hava alacağım” dedi.
“Peki kızım” dedi annesi, arkasından “Kendine dikkat et” diye seslendi. Emel dışarı değil de doğruca terasa çıktı. Binanın çatısı yarım terastı. Emel’in dışarıya değil de terasa çıktığını Ercan fark etti. Emel buraya sık sık çıkardı. Ama bu defa ki farklıydı. Ercan:
“Anne Emel terasa çıktı. İstersen sen bir bak” dedi. Annesi merdivenlerden çıkarken terastan gelen büyük bir gürültü duydu.
“Ercan koş terastan sesler geliyor.”
Hepisi terasa koştular. Yarısı kapalı olan terasın çatıdaki ağaçlarına Emel bir ip bağlamış, eski bir sandalyenin üzerine çıkarak kendini asmak istemiş. Sandalyeyi devirince ip kopmuş, Emel yere düşmüş. Düştüğü sırada da devirdiği sandalye ye çarpmış. Çıkardığı gürültü aşağıda duyulmuştu. Anne kızına sıkı sıkı sarıldı. Ağlıyordu.
“Kızım ne olur yapma, sana bir şey olursa ben nasıl dayanırım.” Babası Ercan’a bağırıyor:
“Bütün bunlar hep senin yüzünden. Yediğin haltı beğeniyor musun, eşek oğlu eşek.”
Ercan daha fazla dayanamadı. Doğruca polise gidip her şeyi anlattı. Ercan birinci derecede Necmi’nin ölümüne sebep olmaktan çıkarıldığı mahkemede tutuklanıp cezaevine sevk edildi. Ercan’ın arkadaşları, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Emel. Uzun bir tedavi sonrasında bir daha kendini öldürmeye kalkışmadı. Ama okulu bıraktı. Suskun, durgun, konuşmayan bir Emel oldu. Öyle ki, yemeğini bile annesi hazırlayıp, hatırlatır oldu. Sadece ara sıra dalıp gidiyor. “Biz her şeyi kendimiz yapacağız” diye, kendi kendine konuşuyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.