- 616 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
NEDENİ VAR NEDENİ…
Havanın günlük güneşlik oluşundan faydalanmak istedim. Kabanımı giyinip soluğu bahardan kalma bir günde aldığımda, Kaz Dağlarının o heybetli ak mı ak duruşlarına uzandı bakışlarım. Yeşili kaybolmayan yamaçlarında baharı yaşarken zirvelerinde kışı yaşıyorduk. Bir süre izledim doğanın renklerini. Zeytinli Çay’ını yalayan günün sıcaklığını hissettim sırtımda.
Uzun zamandır görmediğim sohbetinden büyük haz aldığım, yazar ağabeyimi ziyaret etmek istiyordum.
Evi müze gibiydi, yıllarca büyük sabırla çalıştığı sedef çalışmalarını hayranlıkla izlerken sevgili eşi Gülay Hanım çaylarımızı getirdi. Sıcak çaylarımızı yudumlarken gözüm hala, sedef sanatının en ince ayrıntılarını sergilediği salonunun duvarlarındaydı.
“Söyle bakalım, gönlünle aran nasıl?” sorusuyla bakışlarım ona yöneldi.
“Son günlerde ne çok unutkan oldum, kendimi anlamakta bile zorluk çekiyorum,” dedim.
Aile dostumuz, bilgi ağacımız, dallarında gölgelendiğim Bultan Bey, O koca çınar hafiften tebessüm etti:
-“Nedeni var, nedeni var!”
-“Nedir nedeni? Bellek raflarım çok dağınık, ne nerede bulamıyorum bile… Aklım çok karışık…”
-Dedim ya nedeni var, az sonra bunu açıklayacağım sana, asıl şu soruma yanıt ver bakalım:
” Kendin için bugüne kadar ne yaptın?”
Gözlük camlarının altındaki o bir çift mavi göz, yüzümdeki buruk ifadeyi sezmiş olmalı ki, açıkçası ruhuma uzanıyordu o bakışları. Yineledim onun bana yönelttiği soruyu:
“Kendim için ne mi yaptım?” başımı her iki yana salladıktan sonra,
“Şimdiye kadar bunu hiç düşünmemiştim,” dedim.
“Seni hep insanlara koştururken, onların mutlu olması için kendinden verdiğine tanık oluyoruz, neden kendini erteliyor ve kendin için bir şeyler yapmıyorsun?”
Uzun uzadıya felsefi ve edebi sohbetlerimizle saatlerimizin nasıl geçtiğini anlayamadan zaman akıp geçmişti. Gecenin ilerleyen saatlerinde eve geldiğimde kendimi çok yorgun hissediyor ve üzerimde tonlarca tır ağırlığındaki yükten yorgun hissediyordum. Gözlerim okumayı ertelediğim kitapların bulunduğu raflara doğru uzandı. Elime değen ilk kitabı açıp okumaya başladım. Amacım uyumadan önce yarım bıraktığım bir kitabı bitirmekti. Sadi-i Şirazi’nin “Gülistan” adlı kitabını yıllar önce okumuştum. Ama bu kez farklı satırlarda buluşuyordu gözlerim ve yüreğim.
…Gözleri ağrıyan bir adam, ağrıya dayanamayarak veterinere gitmiş:
“Beni tedavi et, gözlerimi iyileştir.”
Veteriner adama, hayvanlara verdiği ilaçtan verip, gözlerine sürüyor. Adamın gözleri kör oluyor.
Adam hâkime gidip veterineri şikâyet ediyor. Ama hâkim veterinere ceza vermiyor.
“Bu veterinere ceza gerekmez. Çünkü sen eşek olmasaydın veterinere gitmezdin!”
Sadi kaleme almış olduğu bu kıssadan öyküde, aslında hasırcının iyi bir dokumacı olduğunu, ama ipek kumaşı dokuyamayacağı, düşüncesi ekiliyor, aklın yolunu gösteriyordu. Kitabı kapatıp, Küçük İskender’in şiir kitabını elime aldım: Sayfalarda gezinirken gözlerim, bir mıknatıs gibi şu sözlere takılmıştı.
’Nefret edilmeden yaşadıysam o zaman hiçbir şey yapmamışım demektir.’
Küçük İskender bu sözleri; ne zaman demiş, hangi şartlarda ve kime demiş bilmiyorum, ama o sözü okur okumaz kendimi daha iyi hissetmeme neden olmuştu. Sanki üzerimden büyük bir yük kalkmışçasına hafiflemiştim. Ve o anda müthiş bir relaks haline geçtim, varlığımın bir işe yaradığını hissederek. Ne hoş bir duygu haliydi bu hissettiğim an, pişmanlık duygusundan arınıyor insan.
Zira sürekli kendimi suçluyordum son günlerde:
“Neden ben?” diye… Ardından ikinci soruyla,” oysa onu çok sevmiştim, elinden tutmak ve ona destek olmaktı tek amacım, yazık boşa zaman harcamışım, değmezmiş, vb.” düşüncelerle kendime ceza kesiyordum. Kişiyi sorgulamaya kalktığımızda farklı bir tablo ile karşı karşıya kalıyor insan.
Onun size ilk gelişini anımsıyorsunuz ve sizin ona verdiklerinizi… O masum, küçük bir çocuk rolünde, sevecen ve sevgi eksikliğini ifade ederken gönlündeki sevgi çiçeklerini size cömertçe sunarken, bir süre sonra ne oluyor da 360 derece ters dönüşler yaparak size arkasını dönüyordu?
Daha sonradan anlıyorsunuz ki, o değişmemiş, zaten hep aynı düşüncedeymiş, derdi azalan enerjisini, kifayetsizliğini, yaşamın içindeki eksikliğini, azalan enerji deposunu sizden bir şekilde alabilmek, kendini tamamlayabilmekmiş.
Ee, neden bu alçakgönüllülük? Neden, kaybedeceğini bile bile lades tutuşmak? Bunca yaşam serüveni izleğinde insanlarla iletişimler ve deneyim, bunca yıl boşuna mı yaşanmıştı?
Değildi elbet. Açıktınız, nettiniz, beklentileriniz ve amaçlarınızı dürüstçe ifade edebiliyordunuz, evrenin size sunduğu sınırsız bir sevgi enerjisiyle, size geleni diri tutabileceğimizin farkındaydınız. Siz bu kadar şeffaf olurken, amacına ulaşmak için araç olmanız, evrenin çekim yasasının bir gereği değil miydi? Tabi ki, sizin karşınızda o kişi siz ak iken, o kara olacaktı. Ve siz o karayı hangi duygu deterjanı ile aklamaya çalışacaktınız? Tabi ki, sevginizle.
O halde neden bu üzüntü?
Neden verdiğiniz o en kutsal ve en asil olan bu duygudan pişmanlık duyuyorsunuz?
İşte bu soruya yanıt alamıyorken, hüzün omuzlarınıza çöküyor. Hatta kullanıldığınızı, zamanınızın boşa gidildiğini, en değer verdiğiniz bir kişi tarafından nedensizce terkedildiğinizi, sevilmediğinizi düşünüyorsunuz değil mi? Üzülmeyin demeyeceğim, sadece şu sözü;
“’Nefret edilmeden yaşadıysam o zaman hiçbir şey yapmamışım demektir.” gönlünüzün duvarına bir ataçla iliştirmenizi önereceğim.
İnanın çok işe yarıyor…
Sevgiyle.
Emine PİŞİREN
Akçay-21.02.2012
YORUMLAR
emine pisiren
O zarif yüreğinizle geldiniz yazım sayfamı şereflendirdiniz.
Mutlu ettiniz gönlümü.
Anlam ve tat veren kaleminizle yazımı ışıttınız.
Teşekkürler arkadaşım.
Selam ve sevgiyle