- 522 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dolambaçlı sokaklar
“Soğuk ne denli acıtabilirdi canını yaşadığın vazgeçilmez anlardan biriyse eğer?
Ne denli kaçardın sıcaklığın koynuna, içinde buz gibi bir kitle kanını dondururken ne denli sarılırsın sıcak bir odada yalnızlığının boynuna?
Gece susardı, küçülür ve yıllar öncesine akardı tersyüz bir ömür.
Bugün yarın değil de dün diye uzar ve gerilerdi adım adım bir öncekilere.
Güneş açardı ve bedenin her zerresine işleyen buzlar erir ve teslim olurdu güneşin sıcaklığına. Buzlanmış yolları tuzlardı belediyeler ,biraz zahmet çekilirdi nihayetinde sert gelen kış da çeker giderdi. Yağardı yağmur ıslanırdık, koşa koşa gittiğimiz evde yanan sobanın çevresine toplanır sucuk gibi olan elbiselerimizi kurutur sabahına çıkardık evimizden hiç ıslanmamış ve yağacak ihtimali yüksek olan bir İzmir yağmurunda ıslanmaktan hiç uslanmamış gibi.
Koşarak girerdik dolambaç sokaklara, çocukluktan kalma bir alışkanlığı tekrarlardık günlük işlerin telaşesinden kopuk. Kapı zilleri inlerdi akşamın henüz karanlığa kavuştuğu saatlerde. Kimse bilmezdi davetsiz misafirlerin kim olduklarını. Kaçardık gecenin karanlığı içinde kuytu oyunlara. Saklambaçlarda asla bulunamayacak yerler arardık, arabaların arkasında saklanırken ayaklarının görünebilme ihtimaline karşın pantolonlarımızın paçalarını katlar ve
- çanak çömlek patladı.
Sesleri yükselirdi yanlış tahmin sonralarında. Mızıkçılık yapar, yapanı oyundan çıkarmakla tehdit ederdik ;asla çıkaramazdık da. Kıramazdık kalbimizi, hep affederdik ufak dargınlıklarda. Çekip gitmedik asla iyi geceler demeden evlerimize.
Soğuk o denli acıtırdı çocuk yüreğimizi. En çok çocukken üşüdük ara sokakların kaldırımlarında koştururken. İki ev arası boş olan alanda büyümüş çocuklar hep şanslıydı gözümde. İki ev arası bütün bir sokağın çocuklarının birlik yeriydi. İki ev arasında gerilen ipin ardında oynanırdı hava topları, iki ev arasında karşılıklı kaleler kurulur kız erkek demeden futbol oynanırdı. Bazen acı sonlanırdı oyunlar. Ya bir cam kırılırdı, ya bir yaşlı teyzenin ya da amcanın baş ağrısına sebep olurduk.
Soğuktu çocukluk. Dışardan çok soğuktu .Ama hep cayır cayırdı içi. İçindeki yangınları, oyunlardaki hırsları, arkadaşlıktaki bağlılığı hiçbir yetişkin başaramazdı. Hele salçalı ekmeği tatmanın verdiği o zevki hiçbir çikolatalı ekmek veremezdi sabah kahvaltılarında.
Geçim zorlukları yoktu çocuğun dünyasında .Ne pahasına olursa olsun yalan söylemek, nefret etmek o denli arındırılmıştı çocuk yüreği bütün hepsinden. Sırtında dün akşamdan kalma bir şey yoktu oynadığı oyunun verdiği yorgunluk dışında.
Hiç olmazsa hayatın farkına varacağı zamana kadar, o zamana kadar pembe taksın gözlüklerini, gülsün doya doya, koşsun koşabildiğince, sevsin sevebileceği kadar. Karışsın yaz sıcağında oyun parklarına dönüşmüş sokak oyunlarına. Saklansın her türlü “sobe”den, bir taşı sürsün ayağıyla bir kareden diğer karenin çizgisine değdirmeden. Beş taşı da tutabilsin bir avucunda .
Çocukluğun sonrası ne denli sıcak olursa olsun bazen buz tutar yüreğin. Hiçbir sıcaklık eritemez kışın ortasında, saçaklarıyla büyüyen bir buz kütlesine döner ve en yüksek sıcaklara rağmen eriyemezdi . Fizik kanunlarını yerle bir ederdi her şeyin farkına varmak. Kimyası bozulurdu düzenin, insan kendini tanımlayamazdı hiçbir teoriyle. Bütün gerçekler çocuklukla vardı aslında, bütün güzel şeyler de çocukken farkına varılıyordu. Çocukken ağlıyor, büyüdükçe unutuyorduk duygulanmayı, büyüdükçe insanları sevmekten vazgeçiyorduk. Hep bir inat yüzünden inşa ediyorduk ön yargıları zehir zemberek bir hayat sunuyorduk kendimize.
Öfkeler hep bir koşuşturma içerisindeydi anlamsız hırslarla birlikte. İntikam duygusu sarsıyordu dostluklarımızı ve yıllar düşman kılıyordu en iyi dostları bile. Gri gözlükler takınca gözlerimize pembeliğini unutuyorduk çocukluğun. Dolambaç sokaklarda dolaşmak yorucu ve akşam yağmurlarında ıslanmak geçici bir zevk veriyordu bize. Islatan her damla yağmura küfrederek çarpıyorduk kapıları. Terk edişlerde susarken içimizdeki onca bizle verdiğimiz savaş ne denli samimi kılıyordu benliğimizi. Onca söylenmemiş sözcük hangi zaman için biriktirilmiştir. Dileyemediğimiz özürler için kaç senet vardı üzerimizde?
Soğuk tenimizi uyandırmadıkça ne denli duyumsardık birlikte olmanın sıcaklığını? Yanan şöminenin başucunda, sobanın yanında durdukça anımsar mıydık içimizde olmayan yaz güneşini
Başarabilseydik çocuk kalabilmeyi,
Çocukluk kadar pembe bakabilmeyi
Ve hala umudumuz olsaydı üç tekerlekli bisiklet için,
Kocaman bir oyuncak bebek beklemeyi başarabilseydik
Yapardık belki.
Dünyanın düzeniydi bu.
Titreten soğuğa rağmen sıcak bırakabilirdik içimizi.
Ufak gibi görünen kocaman bir ayrıntı vardı hepimiz kaçırdık
“ Sıcak ne denli ısıtabilirdi bizi eritemediyse hala taş kalpli yüreğimizi?”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.