- 514 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZORLU DÖNEMEÇLER(1)
ZORLU DÖNEMEÇLER (1 )
A. BİRİNCİ B Ö L Ü M
1. KÖYÜMÜZ
Köyümüzde adetti,topluca köyden gidenleri uğurlamak ve köye gelenleri karşılamak.
Bu karşılama ve uğurlama işi daha ziyade-- biz çocuklara aitti.- - Aşağı harmanlar, hem uğurlama hem de karşılama için en uygun yerdi. Burası köyün biraz dışında, Köye gelen yolu 1 Km. uzaktan görebilecek bir mevkideydi.
yaşlılar bu işi pınar önünde, köy odası ve camiinin bulunduğu yerde yaparlardı. Köyden ayrılanlar aa , köye gelenler de bu mahalde Veda eder veya hoş geldin selamlaşması ve sohbeti yaparlardı. Böyle olaylar daha ziyade , Nisan -Mayıs aylarında, gruplar İstanbul’a giderken ve Eylül sonu -Ekim başlarında , köye dönerken yaşanırdı.
Anlatıldığına göre :bu gidişler ve dönüşler asırlardır devam edip giderdi.
Köyün genç ve orta yaştaki erkekleri her İlkbaharda İstanbul’a gider, orada
mahalle ve sokaklarda, sırtlarında küfe enginaaar! , baklaaa !, fasülyeee !, domatees ! diye bağırarak sebze, hatta meyve satar ;biriktirdikleri paralarla, köye dönerlerdi.
2. Sosyal Durum :
Köyde ise yaz boyunca , tarla ve bağlarda hatta dağlarda ,kadınlar genç kızlar, çocuklar ve orta yaşın üzerindeki erkekler çalışırdı.
Para kazanmak için şehre gitmeyi alışkanlık haline getirmemiş,geçimini köydeki malvarlığı ile sağlayan kimseler de köyde kalıp çalışmayı tercih ederlerdi.
asıl sıkıntıyı , yazın kızgın sıcağında , tarlada ekin toplayan, kışın yakmak için dağlardan Odun devşirip Sırtlarında Taşıyan Kadın Ve Kızlar Çekerlerdi.
Bir Merkebe, Bir Katıra Sahip Olmak Çoğu Köylünün Gerçekleşmeyen Rüyasıydı. Kiminin Bir Veya Birkaç İneği, Bir ,İki Dönüm Tarlası Vardı. Bunlar Bile Diğerlerine Nazaran Şanslıydı. Kimininse Kafasını Sokacak Bir Damdan Başka Hiç Bir Şeyi Yoktu. Bu Durumda Olan Ailelerin Kadın Ve Çocukları, Daha İyi Durumda Olanlara İş Görmek Suretiyle, Kışlık Erzaklarını Toplamaya Çalışırlardı. Emeklerinin Karşılığı Paradan Ziyade, Un, Tarhana ,Bulgur, Pekmez Gibi Yiyecekler Olurdu .
Bu Durumda Olan Ailelerin Erkekleri İse İstanbul’a Giderler, Birkaç Gayme Kazanarak, , Birkaç Metre Basma, Birkaç Metre Amerikan Bezi Vb. Hediye İle Dönerlerdi . Bu Tipler Bütün Kış Kazandıklarını Yerler, Genellikle De Kahvede( Köy Odasında ) Oyun Oynarken Borçlanırlardı. Zamanı Gelince , Borç Ödemek Üzere Yine Yola Düzülürlerdi. Bu Kısır Döngü , Böyle Devam Eder Giderdi.
Her Köyde Olduğu Gibi , Burada Da Birkaç Ağa Vardı. Bunlar İki Elin Parmakları Kadar Azdı. Birkaçının Tarla Ve Bağları, Sığırları Ancak Geçimini Sağlayacak Kadardı. Birkaçı Da Davar (Keçi- Koyun) Sahibiydi .Sürüde , Koyundan Ziyade Keçi Çoğunluktaydı. Ankara Keçisi Beslenirdi. O Yıllar , Tiftik İyi Para Getiriyordu. Bu Yüzden Sürü Sahiplerin Durumları Oldukça İyi İdi
3.Karşılama
Yıllar Yılı Köyden Gidip De Dönmeyenler De Vardı. Bunların Çoğu Ancak Bayram Ve Düğünlerde Köye Gelirlerdi. Bilhassa Bayramlarda Köye Gelmek, Ölmüşlerini Ziyaret Etmek Onlar İçin Bir Görevdi.
Köye Hiç Gelmeyenler De Vardı Ki, Onları Ancak İsmen, Konuşulanlardan Tanıyordum
Bu Gelmeyenlerin Arasında Muhittin Ağabeyim En Yakınımdı. Onun Hakkında Ebem(Anneannem) , İkiz Eniştem Ve Şükriye Ablam Bazı Şeyler Anlatırlardı.
Babam Öldükten, Annem De Başkasıyla Evlendikten Sonra, Terk-İ Diyar Etmiş, Bir Daha Da Dönmemişti. Gelen Habere Göre , Bu Defa O’ Da Dönenler Arasındaydı.
Güzel, Güneşli Bir Eylül Günüydü .Cemaat İkindi Namazından Çıkmıştı.
-Geliyorlar......Geliyorlar Diye Bir Ses Duyuldu. Ben De Avazım Çıktığı Kadar,
Niyazi!!!..İbrahim!!..Osman!!..Diye Ünledim.
Diğerleriyle Birlikte, 15-20 Çocuk, Aşağı Harmanlarda Toplandık; Hem Konuşuyor, Hem De Gözlerimiz Uzak Yolda Bekliyorduk . Gelenlerin İçinde Yakını Olsun , Olmasın , Köyün Bütün Çocukları Buradaydı .Yolun 1,5- 2 Km. Uzağını Görmemiz Mümkün Değildi. Çünkü O Mesafeden İtibaren Arazinin , Komşu Köye Doğru Meyil’i Artıyordu.
Beklememiz Uzun Sürmedi¸. Kafile, Yokuşu Çıkar Çıkmaz Görünüverdi . Birkaçı Eşek Sırtında , Diğerleri Yaya İdiler. Bu Gelişler Ve Gidişler , Genellikle Pazartesi Günlerine Rastlatılırdı. Çünkü O Gün Güdül’ün Pazarı Oluyordu. Alışverişe Giden Merkep Sahiplerinin Merkebinden , Ufak , Tefek Yükler İçin İstifade Edilmesi Söz Konusu Olurdu.
Kafile Yaklaştıkça Bende Heyecan Ve Merak Artmaya Başlamıştı. Acaba , Hakikaten, Ağabeyim Ve İkiz Eniştem Gelenlerin İçinde Miydi? Hepimizden Büyük Olan Ulvi ,Bana Dönerek:
---Yusuf Bak! Ağabeyin Muhittin De Var İçlerinde, Dedi.
Hangisi?
-Bak ! Kafasında Fötr Şapkası Olan, İşte O !
Onu İlk Defa Görüyordum. Sanki Bana , Diğerlerinden İri Ve Heybetliymiş Gibi Gelmişti. Yanında Da İki Tekerlekli Bir Şeyi Yürütüyordu. Koşarak Yanına Ulaştım.
-Hoş Geldin Aga , Dedim (Belki Bu İlk Ve Son Hitap Şeklim Olacaktı; Badema Hep Muhittin Diye Hitap Edecektim)
Sen Yusuf Sun! Dedi . Yanındaki Şeyi Yere Bıraktı; Sonra, Kucaklaştık. Artık Diğerlerini Görecek Halim Yoktu.
-Bu Nedir ? Diye Sorduğumda,
-Buna Bisiklet Diyorlar ; Üzerine Binersen Seni Taşıyor. Ama Böyle Dik Yokuşlarda Ben Onu Taşıyorum, Dedi. Nitekim Düzlüğe Çıkınca Üzerine Binerek Bana Gösteri Yaptı.
Eve Kadar Yan Yana Yürüdük .Bisikletin Selesinde Heybe Gibi Bir Şey De Gözüme İlişmişti.
4. Evimiz
Evimiz, Aşağı Harmanlara Yakındı. Kapalı Bir Avlusu Vardı. Buraya Geniş , İki Kanatlı Bir Kapıdan Giriliyordu. Avludan Bir Kapı İle Ahır Bölmesine Geçiliyordu. Burada Ablamların İnekleri Ve Samanlığı Bulunuyordu. Avlunun Diğer Bir Bölümü De Odunluktu. Bir Duvar İle Ayrılan Diğer Bölümüne İse Kubur Deniliyordu. Burası, İnsan Dışkısının Toplandığı Yerdi . Bir Müddet Beklettikten Sonra , Bu Şeyin Gübre Olarak Kullanma İhtimali Vardı.
Avludan Tahta Bir Merdivenle Yaşam Katına Ulaşılıyordu. Burada Tahta Döşemeli Bir Sahanlık, Sahanlığa Açılan Bir Büyük Bir De Küçük Oda Vardı .Sahanlıkla Bağlantılı, Kaş Dediğimiz, Sanki Ön Taras Gibi ( Toprak- Kum Karışımlı) Bir Yer ,Ve Onun Bir Köşesinde De Memişhane Vardı. Kaştan , Seyyar Bir Merdivenle , Evin Damına Çıkılıyordu. Evin Damı Da , Kaş Gibi , Toprak- Kum Karışımıyla Kaplıydı. Yağmur Yağdığı Zaman , İçeriye Sızıntı Yapmaması İçin , Silindir Gibi , Yuğa Taşıyla Damın Toprağı Sıkıştırılmalıydı. Aksi Takdirde , Yağmur İçeri Akardı. Böyle Eski Tip Evlerde , Odalar Işığı Bacalar Ve Damda Açılmış Küçük Deliklerden Alırdı.
Büyük Odada Ablamlar, Küçük Odada İse Ebemle ,Ben Kalıyorduk. Odalar , Hem Oturma , Hem Mutfak ,Hem De Yatak Odası Olarak Kullanılırdı. Bu Maksatla , Kiler Vazifesi Gören Bir Ambar, Açık Bir Ocak, Bazılarında, Raflar Ve Oturmak İçin Sedirler Ayrıca Birde Gusülhane Bulunurdu . Elimizi, Yüzümüzü, Bir İbrikle Kaş Denen Yerde Yıkardık.
Muhittin, Bisikletini Avluya Koydu ; Avlu Kapısını Kapatarak Yukarıya Çıktık . Şükriye Ablamla İki Küçük Kızı , Merdiven Başında Bizi Bekliyorlardı. Oğlu Hüseyin , Karşılayıcılar Arasında İdi, Ama Henüz Ortalıkta Görünmüyordu . Şükriye Ablam, İkiz Eniştemi Göremeyince :
-Muhittin ! Enişten Gelmedi Mi? Diye Sordu . O ‘Da
Hayır , Gelmedi. Bir Hafta Sonra Gelecek ; Amcasıyla Yapılacak Bir İşi Varmış, Selam Söyledi” Diye Cevap Verdi. Önce Ebemin , Sonra Da , Ablamın Elini Öptü. Yeğenlerimiz İçin De ,
-Bunlar Senin Mi Abla ? Dedi. Evet Cevabını Alınca; Eğilerek Onları Okşadı, Heybesinden Şekerleme Gibi Bir Şeyler Çıkararak, Çocuklara Verdi. Ablama Da İki Kalıp Sabun Getirmişti.
Muhittin, Heybesini , Bizim Odaya Bırakıp,
-Ben Köy Odasına Gidiyorum, Diyerek Merdivenlere Yöneldi. Ben De Onu Takip Ettim.
Adetti. İstanbul Dan Gelenlerin Ekserisi, Köy Odasına Uğrarlar, Köyde Kalanların, Bilhassa, Yaşlıların, Hâl Ve Hatırlarını Sorarlar, Onların Meraklı Sorularına Muhatap Olacaklarını Bilirlerdi . Her Birinin Anlatacağı Bir Şeyler Olurdu. Akşam Namazına Kadar , Karşılıklı, Muhabbet Devam Ederdi. Namazdan Sonra Herkes Evine Çekilir, Akşam Yemekleri , Köy Yerinde, Erken Yenirdi. Gençler, Köy Odasına Tekrar Döner, Muhabbete Devam Ederlerdi. Öbürleri De Evlerinde, Çoluk- Çocuğu İle Hasret Giderirlerdi.
5.Aşımız- Ekmeğimiz
Eve Döndüğümüzde, Ebem Yer Sofrası Hazırlamıştı. Döşeme Üzerine Bir Örtü Yayılmış, Üzerine Yaslaş , Yaslaç’ın Üzerine De İki Bakır Sahan Konmuştu. Yemek Aynı Sahan İçinden Yenirdi . Başlıca Yemeğimiz, Tarhana Çorbası, Bulgur Pilavı İdi. O Akşam, İlâveten Patates Yemeği Ve Un Helvası Vardı. Un Helvası Da Şeker Yerine Pekmezle Yapılmıştı.
Sofranın Etrafına, Bağdaş Kurarak Oturduk. Yere Yayılı Örtünün Uçlarını Dizlerimizin Üzerine Çektik; Çatal- Bıçak Bilmiyorduk; Zaten Gerekmiyordu Da. Yemeği Ya Tahta Kaşık, Ya Da Ekmek Lokması Ve İki Parmak Yardımıyla Ağzımıza Götürüyorduk. İyi Ki Tahta Kaşığımız Vardı ; Aksi Takdirde, Çorbayı Başımıza Dikmemiz Gerekecekti.
Köyümüzün Ekmeği, 25-30 Cm. Çapında Ve 1,5—2cm. Kalınlığında Olur, İsmine Bazlama Denirdi. Her Evde Bu Ekmek Pişerdi. Kışın Neyse De Yazın Sıcağında, Ateş Karşısında Oturarak, Saatlerce Ekmek Pişirmek, Köy Kadın Ve Kızlarının Büyük Çilesiydi. Ekmeği Muhafaza Etmek De Ayrı Bir Sorundu. İki - Üç Gün Geçmeden, Üzerleri Çilleniverirdi. Tabii , Kalabalık Ailelerin Ekmek Pişirme İşi Daha Zordu .Ekmeğin Bu Muhafaza Zorluğu Nedeniyle, Komşular Birbirlerinden Ödünç Ekmek Alır; Pişirdikleri Zaman Da İade Ederlerdi.
Akşam Bizim Sofrada Değişik Bir Ekmek Vardı. Yuvarlak Ve Bombeliydi. İçi Bembeyazdı , Güzel Bir Lezzeti, Hoş Bir Kokuya Sahipti. İlk Defa Görüyor Ve Tadıyordum. Muhittin Kasabadan Getirmişti¸ Ona Somun Diyorlardı.
Yemekten Sonra, Şükriye Ablamlar La Kaşta Toplandık. Konuşmalar Sırasında, Muhittin’in Köyde Kalıcı Değil, Bir Kaç Gün İçinde , Gidici Olduğunu Öğrendik. Dolayısıyla Onu Doğru Dürüst Tanıyamayacaktım. Artık Yatma Zamanı Gelmişti. Ben Ebemin Yanında , Muhittin De , Yanımıza Yere Serilmiş Yatakta Yattı. Ertesi Günü , Güneş Doğmadan Önce , Ebemle Beraber , Ben De Kalktım. O Namaz Kılarken, Merak Bu Ya, Bisikletin Bulunduğu Avluya İndim. Orasını, Burasını Ellerken, Aksilik Bu Ya, Bisiklet Gürültüyle Devrilmesin Mi? Gürültüye Muhittin Uyanmış, Geldi ; Onu Yerden Kaldırdı; Biraz Söylendi; Bununla Beraber, Çorba İçtikten Sonra, Beni Bisikletle Gezdireceğine Söz Verdi.
6 . Ebem Ve Kızları
Sabah Tarhana Çorbasının Yanında , Bilmediğim, Görmediğim Şeyler De Vardı. Bunlar,: Kaşar Ve Beyaz Peynirle , Kara Zeytindi .Muhittin Getirmişti. İlk Defa Tadıyordum. Bunlar Benim İçin Özel Yiyeceklerdi, Ve Ancak Köydeki Zenginlerin Alıp Yiyebileceği Şeylerdi. Köyde Süt, Yoğurt, Tereyağı Gibi Şeyler Bulunur, Fakat Beyaz Peynir Yapmasını Bilmezlerdi. Ama Ebem Bunların Tadını Biliyordu. Çünkü O’da Bir Zamanlar ,Genç Bir Kızken, İstanbul’da Yaşamıştı. Arada, Sırada Anlatırdı: Büyük Bir Köşkte Hizmet Ediyordu. Daha Ziyade Köşkün Mutfağında Çalıştırıyorlardı. Soğan Soyup, Çentip Doğramaktan Gözleri Yaş İçinde Kalırdı. Daha Nice Sıkıntılar İçinde Çalışmıştı Ki Dayanamayıp Köye Dönmüştü. Köye Döndükten Sonra Evlendirmişlerdi. Kocası , Köyün Nüfuzlu Ailesinden, Abacı Sülalesinden Mehmet’ti. Ondan Bir Kız Çocuğu Olmuştu. Hava Teyzem. Kuzeyimizde Yayla Köyü Sorgun’a Gelin Gitmişti. Abacı Mehmet, Bir Müddet Sonra “Boş Ol “ Diyerek Ebemi Boşamıştı.
Ebem İkinci Evliliğini Uzun İbrahim İle Yapmıştı . Bu Evlilikten De Annem, Civan Teyzem Ve Arif Dayım Doğmuştu. Bir Müddet Sonra , İkinci Darbeyi De Uzun İbrahim’den Yemiş Ve Dul Yaşamaya Mahkum Edilmişti. Halen Doksan Küsur Yaşında, Yanakları Kırmızı, Fakat Beli Büküktü. Kulakları Da Ağır İşitiyordu. En Mühimmi, Yalnızlık Ve Fakirlikti. Üstelik Bir De Bana , Torununa Bakıyordu. Annem , Babam Öldükten Sonra , Hemen Evlenmiş, Ablamı Yanında Götürmüştü. Beni De Bir, Bir Buçuk Yaşımda Ebemin Yanında Bırakmıştı.
Sorgundaki Hava Teyzem Nadiren Köye Gelirdi. Civan Teyzem İse Yanımızdaki Evde Oturuyordu; Üç Tane Çocuğu Vardı Ve Kocasıyla Beraber Geçinmek İçin Didinip Duruyorlardı. Tarlaları Kafi Gelmediğinden , Bazen, Yarıcı Olarak Ta İş Yapıyorlar, Ancak Geçiniyorlardı. Ebeme Yardım Edecek Durumları Yoktu; Biraz Da Serde Cimrilik Vardı. Üçüncü Kızı Annemdi; Köy Şartları Dul Kalan Bir Kadının Hemen Evlenmesini Zorunlu Kılıyordu. Aksi Takdirde Sonu Perişanlıktı. İşte Ebem Göz Önündeydi. Ebem Bu Yaşta Çalışmak , Sağa , Sola İş Görerek Kışlık Erzakını Toplamak, Yakacak Odununu Toplayıp, Sırtında Taşıyıp, Depolamak Zorundaydı.
Ebemin Bir Diğer Talihsizliği De Tek Oğlunun , Birinci Cihan Harbinde Şehit Olmasıydı. Şehit Olan Arif Dayımın Da Yetim Kalan Bir Oğlu Vardı. Dul Kalan Gelin De Bir Başkasıyla Evlenmiş , Çocuğunu Da Beraberinde Götürmüştü. Fakat Annem Beni Beraberinde Götürememişti. Çünkü Evlendiği Adam Kendisinden Gençti. O’ Da Karısını Boşamış, Kızını İse, Boşadığı Karısına Vermemiş, Yanında Alıkoymuştu.
Anam Onunla Evlenince, Yalnızca Nadire Ablamı Yanında Getirmesine Müsaade Edilmişti. Biraz Da Beni Ebemin Yanında Bırakmak Mecburiyetinin Nedeni Buydu. Bu Mecburiyetlerden Birisi De , Herhalde , Ebeme Ve Bana , Yani Yaşadığımız Eve Gelmemesiydi. Çünkü Öyle Bir Ziyareti Hiç Hatırlamayacaktım.
Bu Aylarda Ve Yıllarda İse Ebemin Sıcaklığından Başka, Anne Sıcaklığı Tatmamış, Ninnisini Duymamıştım.
“Bu Duygularımı, Yıllar Sonra , Aşağıdaki Dizelerde Dile Getirecektim”.
ÇOCUKLUK ANISI
“Bazen Mazi Derim, Döner Bakarım.
On Yaşın Altını, Tekrar, Tekrar Yaşarım .
Bir Köy Ki Küçük , Tarlalar, Bağlar,
Bir Çocuk Ki , Yetim Kalmış Durmadan Ağlar.”
Ne Anne Kucağı, Ne De Ninnisi;
Salıncakmış, Beşikmiş, Bunlar Da Nesi!?
Tek Gözlü Bir Oda , Doksanlık Bir Nine ;
Duyduğum Sıcaklık, Yalnız, Onundu Yine.”
Annemi Nasıl Ve Nerede Tanıdım Bilemiyordum . Hatıramda Hiç Yoktu. Yalnız Hatırladığım Şey; Gizli Ve Dolambaçlı Yollardan Onun Yaşadığı Eve Gidişimdi . Bu Anne Hasreti Miydi ? Yoksa Açlık Duygusu Muydu? Veya İkisinin Karışımı Mıydı Bilemiyordum. Böyle Gidişlerimde , Bir Dilim Ekmek Vererek , Beni Savardı. Ve
“- -Amcan Görmesin “ Diye Tembih Etmeyi De Unutmazdı. Demek Ki Kocasından Çekiniyordu.
Ebem Doksan Yaşındaydı, Ama, Hâla, Yanakları Kırmızıydı. Beli Bükülmüştü, Ama, Kendi İşini, Kendi Görüyordu, Gözlüksüz, İğneye İplik Geçirebiliyor, Kendinin Ve Benim Yırtıklarımızı Yamayabiliyordu. Kimi Aç, Kimi Zaman Tok, Yaşama Savaşı Veriyorduk
7. Acı Bir Hatıra
Bir Kış Günü Yakacak Odunumuz Bitivermişti. Ebem Bana
Hadi Yusuf ! Seninle Biraz Çalı , Çırpı Toplamaya Gidelim, Dedi. Yerler Henüz Karla Kaplıydı. Ayaklarım Çıplaktı. Benim İçin Çarık Bile Lükstü. Birlikte, Bir Km. Uzaktaki, Soğuk Pınara , Oradan Da Yokuş Aşağı , Dere Boyuna İndik. Dere Boyu Ceviz Ağaçlarıyla Doluydu. Kuruyarak Yere Düşen Ceviz Dallarını Ve Topladığımız, Çalı, Çırpıyı Sırtımıza Yükleyerek, Zorlukla. Yokuş Yukarı Yola Çıktık. O Soğukta, Karlara Bata, Çıka Yavaş, Yavaş Eve Geldik. Ayaklarım Donma Derecesinde Üşümüş, Leylek Gibi, Birini Kaldırıp Diğerini İndirerek Kat Ettiğim Yolu Ve Ayaklarımın Saatlerce, Sızım, Sızım Sızladığını Hiç Unutmayacaktım.
Böyle Unutamadığım Bir Olay Da Değirmenden Dönüşümde Vukuu Bulmuştu:
8 . İlk Bayılmam
Köyümüzde Un Öğütmek İçin Değirmen Yoktu. Güney Komşumuz Keşenuz’un Yemyeşil Akan Bir Çayı Vardı .Bu Çayın Suyuyla Değirmen İşletiyorlardı. Köyümüzün İnsanı , Un Öğütmek İçin, Gelelikle Bu Köye Giderlerdi Nadiren De Olsa , Daha Uzak Değirmenlere Gidenler De Olurdu. Ekin Ve Un Eşek Sırtında Taşınırdı. Eşeği Olmayanlar Da Olanların Yardımına Baş Vururdu. Az Miktarda Una İhtiyacı Olan Bunu Sırtında Taşımak Durumunda Kalabiliyordu. Komşu Köyün Değirmenine Ulaşmak Kolay Değildi. Yollar Taşlı, Çok İnişli Ve Yokuşluydu.
Bir Bahar Günüydü; Unumuz Bitmiş Olacaktı. Ebem Bir Torbaya Ekin Koydu . Bana Dönerek;
Yusuf! Değirmenin Yolunu Biliyorsun , Şu Torbayı Sırtına Al , Değirmende Öğüt Gel, Sakın, Sağda Solda Oyalanma , Dedi.
Bu Mevsimde Değirmen Pek Kalabalık Olmazdı. Harman Sonu , Herkes Un Öğütme Telaşına Düşer, Değirmenler , Ana-Baba Gününe Dönerdi. Herkesin Buğday Çuvalı Sıraya Konur, Uzun Süre Beklemek Gerekirdi. Bu Bekleme , Geceli, Gündüzlü Üç-Dört Gün De Sürebilirdi. Bekleyenler , Genellikle, Çaydan Ağ Veya Zıpkınla Balık Avlayarak Vakit Geçirirlerdi. Balık Tutup Açık Arazide Pişirenler, Diğerlerini De Balık Yemeye Davet Ederlerdi Havanın Sıcaklığına Soğukluğuna Bakmadan, Çaya Girip Yüzenler De Olurdu. Geceleri İse , Değirmenin Monoton Sesinden Uykular Çabuk Gelir, Herkes, Sırası Gelen Hariç, Bir Köşeye Kıvrılır Uyurdu. Sırası Gelen De Uyumaya Başlarsa “ Uyuma Çuval Ağzı Aç “ Diye İkaz Edilirdi.
Değirmene , Taşlı Yollardan Geçerek , Öğleye Doğru Ulaşmıştım. Tenha Olduğu İçin De Un Öğütmem Uzun Sürmedi. Torbayı Sırtlayarak , Dönüş Yoluna Koyulmuştum. Dönüş Yolunun Çoğu Yeri Yokuş Olduğu İçin Zorlanıyordum. Komşu Köyü Geçtikten Sonra , Son Bir Yokuşu Daha Tırmanmam Gerekiyordu. Bu Noktada , Koca Bir Kaya Vardı . Onun Gölgesine Oturup Biraz Dinlenmek İstedim,; Torbayı Sırtımdan İndirirken Bir Fenalık Geçirdiğimi Hatırlıyorum, Bayılmışım. Birinin Omzuma Dürttüğünü Hissettim. Gözlerimi Açtığımda, 35-40 Yaşlarında Bir Kadın Olduğunu Gördüm.
-Evladım ! Bayıldın Mı , Yoksa Uyudun Mu ? Dedi. Hatırlamadığımı Söyleyince,
-. Karşı Tarlada Çalışıyordum. Birden , Beyaz Torba Sırtında, Gözlerim Sana Takıldı. Bu Kayanın (Diş) Altına Gelince Birden Bire Yere Uzandığını Ve Kımıldamadığını Fark Ettim. Merak Edip Yanına Kadar Geldim, Seslendim Ama Hareketsiz Yatıyordun; Güneş Mi Çarptı Acaba? Yoksa Aç Mısın? Biraz Bekle Sana Su Getireyim “ Diyerek Tarlaya Doğru Gitmişti. Dönüşte Bir Dilim Ekmekle , Bir Testi Su Getirmişti. Su Buz Gibiydi, Ekmeği De Yiyince Kendime Gelmiştim.
Sen, Güneş Çarpmasından Değil, Açlıktan Bayılmışsın , Dedi . Ben De Böyle Bir Şeyin Olabileceğini İlk Defa Duyuyordum. İsmini Dahî Bilmediğim O Kadına, Minnet Duygularımla Köye Geldim. ( O Da Unutamadığım İnsanlardan Biri Olacaktı .)
9. Doğa Ana
Ebem Ve Benim İçin En Büyük Sorun Kış Aylarıydı. Yaz Aylarında Ebem Birilerine Yardım Eder , Kışlık Erzak Olarak Kim Ne Verdiyse Onunla , Kışı Geçirmek Mecburiyetinde Kalırdık. Bunlar Genellikle , Tarhana , Bulgur, Pekmez, Buğday, Un Erişte Gibi Şeyler Olurdu. İlkbahar Ve Yaz Aylarında İse ,Süt Yoğurt, Bazen , Az Da Olsa Tereyağı Verirlerdi . Köyümüzde Süt Ve Yoğurt Satma Adeti Yoktu. İneği Olan Bunları , Komşularına , Sevdiklerine Göz Hakkı Olarak Sunarlardı. Ebem Tereyağı Verdikleri Zaman , Bunu Tuzlayarak Kışa Saklamayı Tercih Ederdi.
Yaz Aylarında Doğa, Benim İçin Beslenme Kaynağıydı. Bu İşi Çok İyi Öğrenmiştim. Tarlalarda, Köye Ait Arazide Pek Çok Hayrat Meyve Ağacı Vardı. Hele , Mezarlığın Yakınında Hayrat Bir Kara Dut Ağacı Vardı Ki , Parmak Büyüklüğünde Ve Tadına Doyum Olmazdı .Sanki Bereket Tanrıçası Gibiydi. Topladıkça Dut Vermeye Devam Ederdi. Abacılardan İbrahim İle Aynı Yaştaydık, Onunla Tarlalarda Koşar, Mevsimine Göre, Ağaçlara Sarılmış , Asmaların Üzümlerini, Bazen Korukken , Bazen De Olduktan Sonra Koparır , Afiyetle Yerdik. Ayrıca Çitlembik, Övez, İğde, Ahlat, Dut Başlıca Gıdamızdı. Dere Boyu, Boydan Boya Ceviz Ağaçlarıyla Doluydu. Hem Tazesini, Çakı İle Oyup Çıkararak Yer, Hem De Toplayıp , Kış İçin Eve Götürürdük.
Evimizin Önünde Küçük Bir Bahçe Vardı. Şükriye Ablamla Ebem Burada , Domates, Fasulye ,Hıyar, Maydanoz Gibi Sebzeler Yetiştirirlerdi;. Asıl Sebze İhtiyacını Kırlardan Karşılardık. Mancar Denen Bir Ot İlkbaharda , Çalı Diplerinde Yetişir, Fakat Acı Olurdu. Onu Haşlayınca Acılığı Kalmazdı. Kavurması, Bulabildiğimiz Takdirde, Yoğurtla ,Ispanak Gibi, Pazı Kavurması Gibi Lezzetli Olurdu. Ebegümeci, Kuzu Kulağı, Kırlardan Topladığımız Sebzelerdendi. Mantar İse , Dağlardan, Yaylalardan Toplanırdı ; Ama Henüz Zehirlisini Zehirsizini Seçecek Durumda Değildim.
Ebem Namaz Kılar, Ben De Onunla Yatıp Kalkmaya Heves Ederdim. Bana , Kısa Namaz Sureleri Öğretir, Ben De Tekrarlaya, Tekrarlaya Ezberlerdim . İlk Dini Bilgileri Ondan Edinmiştim.( Daha Sonraları, Bu Kısa Namaz Surelerini Nadire’ye De Öğretecektim.)
Ebem Çok Ağır İşitirdi. Yanına Yaklaşır, Karşısına Geçerek Konuşurdum. Yalnızken, Kendi Kendine Devamlı Konuşurdu. Hep Maziden Bahsederdi. Biraz Da Böyle Konuşmalarına , Hayret Ederdim. .
10.Yanık İzi
Kış Geceleri, Genellikle Ablamlar Da Toplanırdık. Ocaktaki Ateş Çıtır, Çıtır Ses Çıkararak Yanarken, Hem Odayı Aydınlatır, Hem De Bizleri Isıtırdı. Böyle Gecelerde, Büyükler Masal Anlatır, Biz Çocuklar Da Zevkle Dinlerdik. Keloğlan-, Kak Kavak Kızı, Ustura Dağı, Bin Bir Gece Masalları Böyle Gecelerde Öğrendiğimiz Masallardı. Bu Arada, Çocukluk İcabı, Yaramazlıklarımız Da Oluyordu.
Bir Kış Gecesi, Yine Böyle Ocak Başında Otururken, Bitişik Komşumuz, Daldal Ahmet’in Kızı, Hava.
Ben Yanan Koru Elimde Tutabilirim, Aynı Şeyi Yapabilecek Var Mı? Diye Ortaya Bir Laf Attı. Tutarsın Tutamazsın Derken; Ocaktan Yanan Bir Kor Parçası Aldı Ve.,.
Tut Yusuf , Diyerek Bana Doğru Atıverdi. O Kadar Ani Oldu Ki Elimi Bile Uzatmaya Fırsat Olmadan , Kor Entarimin Yakasından Göbeğimin Hizasına Kadar İniverdi. Feryat, Figan Ederken, Ablamlar Müdahale Edip Onu Oradan Çıkarıncaya Kadar Değdiği Yeri Yakıverdi. Yanığın Üzerine Derhal Yoğurt Sürüldü. O Yanık Acısını Günlerce Çektim Ve Nihayet Geçti, Ama İzini Hayat Boyu Göbeğimin Üzerinde Taşıyacak, Ne Zaman Oraya Baksam O Geceyi Hatırlayacaktım.
11. Gödenin Süleyman
Yine Böyle Gecelerden Birinde, Ekiz Enişteme Babamı Anlatması İçin Yalvarmıştım.
Tuzsuz( Nedense Bana Böyle Derdi) Anlatırım, Ama Dikkatle Dinleyeceksin ! Siz De Çocuklar Gürültüyü Kesin Ve Dinleyin . Ne De Olsa ,O Sizin De Dedeniz” Diyerek Anlatmaya Başladı:
Babana, Gödenin Süleyman Derlerdi.( Köylerde, Aynı Adı Taşıyan Kimseleri, Babalarına İzâfeten Tanıtırlar Ve Anlatırlardı ) Gödenin Süleyman Deyince, Herkes , Komşu Köyler, Bile Tanırdı.
-Göde Dede, Köyün İmamı İdi. Üç Kızı, Bir Oğlu Vardı. Emine Ve Ayşe Halaların Köydeler, Biliyorsun,.; Fatma Halan İse , Köylümüz Musa Dayı İle Evlenip İstanbul’a, Selamı Çeşmeye Yerleşmişler , Onu Tanımıyorsun.
-Göde Dede Oğlunu, Yani Babanı, Kendisi Gibi Yetiştirip, Akçakese Köyüne İmam Olarak Göndermişti. Baban, O Köyde Evlenmiş, İki Kızı, İki De Oğlu Olmuştu. Hilmi, Fatma, Şükriye Ve Yusuf. Fatma Ablam ,Sorgun’a Gelin, Hilmi Ağabeyin De Keşenuz’a İç Güveyi Olarak Gittiler. Şükriye Ablanla Da Ben Evlendim . Yusuf Ağabeyine Gelince ; Onun Acıklı Öyküsünü Belki Başka Bir Zaman Anlatırım.
-Göde Dede Yaşlanınca, Köyün İleri Gelenleri Toplanarak Köy İmamı Olarak Babanı Çağırmaya Karar Vermişlerdi. Baban , Karısı Öldüğü İçin, Dört Çocuğu İle Köye Geldi. Baban Dülgerlikten De Anlıyordu; Köylünün De Yardımıyla Kısa Sürede Oturduğumuz Bu Evi Yapıvermişti. Hemen Köy İmamlığına Başlamış, Bir Müddet Sonra Da, Köyden Satı İle Evlenmiş Ve Bir Oğlu Daha Olmuştu Durmuş Ali Ağabeyin. Hani Seni, Bebekken, Kıskançlık Yüzünden , Bacağından Bıçaklayan
-Baban Köye İmam Olunca, Köylü Onu Çok Sevmişti. Hem Cemaate Namaz Kıldırıyor, Hem De Köyün İstekli Gençlerine Ve Çocuklarına Kur’an Ve Eski Türkçe Okuyup , Yazmasını Öğretiyordu. Sesi Okadır Güzeldi Ki Hem Ezan Hem De Kur’an Okurken, Bütün Köylü Huşu İle Onu Dinlerdi.
- Onun Arıcılığa Çok Merakı Vardı. Zamanla Yüz Tane Arı Kovanına Sahip Olmuştu; Şahane Bal Alır, Fakir Fukaraya, Eşe , Dosta Dağıtırdı. Baban Öldükten Sonra , Diğer Bütün Mallara Sahip Çıktığı Gibi, Hilmi Ağabeyin Arı Kovanlarına Da Sahip Çıkmıştı Ve Geride Bakımsız Üç- Dört Kovan Bırakmıştı.
-Baban Bahçeye De Meraklı İdi. Dere Boyunda Hem Bağ, Hem De Bahçe Yapmıştı. Köye İki Yüz Metre Uzaklıkta Olduğu İçin, Ezan Vaktine Kadar Oraya Gider, Bilhassa Son Yaşlılık Günlerinde Ve Sıcak Havalarda , Orada İstirahat Ederdi. İşte , O Bağı ,Bahçeyi De Hilmi Zapt Etmişti. Anan İle Mahkemelik Olmuşlar, Hatta, Ananla Taşlı, Sopalı Kavgaya Bile Tutuşmuşlardı. Fakat, Hilmi, Babana Ait, Sahte Bir Borç Senedi Gösterdiği İçin , Mahkemeyi Kazanmıştı.
-Bu Arada, Hadiseleri Yerli Yerine Oturtmak İçin, Annenden De Bahsetmem Gerekiyor. Annen İlk Evliliğini, Selman İle Yapmıştı . Bir Oğlu Olmuş, İkinci Çocuğuna Hamile İken, Kocasını, Genç Yaşta, Seferberlik İçin Çağırmışlardı. . Annen Güzel Ve Hamarat Bir Kadındı; Kocasının Fazla Bir Malı Yoktu , Ama, Babasının, Yani Uzun Dedenin Yardımıyla, İki Çocuğunu Yetiştirmeye Çalışıyordu. , Bir Zaman Sonra Da Kocasının Şehitlik Haberi Gelmişti . Selman Gibi Nice Köy Genci Sefere Gitmiş Fakat Bir Daha Deri Dönememişti. Annen Aylarca Kocası İçin Yas Tutmuş, Sonunda Baban, Ona Talip Olmuştu. Halbuki Baban Evli Bir İnsandı, Annen Kuma Olarak Gitmek İstemediğini Söyleyince, Baban Satı’yı Boşamak Mecburiyetinde Kalmış, Ancak Ondan Sonra Evlenmişlerdi. Bu Evlilikten , Önce Muhittin, Sonra Nadire , En Son Da Sen Dünyaya Gelmiştiniz.” Eniştem Bu Ara Su İçmek İsteyince, Ben De
-Enişte! Babam Neden Öldü? Ne Zaman Öldü? Babam Öldüğü Zaman Ben Kaç Yaşımdaydım , Anlatsana! Diye Bir Soru Daha Sorunca :
-Neden Ve Ne Zaman Öldüğünü Anlatmam İçin ,Yusuf Ağabeyinin Acıklı Öyküsünden Bahsetmem Gerekiyor Ki Bu Uzun Sürer. Onun İçin Bu Gecelik , Bu Kadar,; Yarın, Sabah Namazı İçin Erken Kalkacağız, Herkes Evine , Herkes Yatağa , Deyip Kestirip Attı. Böylece Sevdiğim Gecelerden Biri Daha Sona Ermişti. Neyse Ki Gideceğim Yer Uzak Değildi; Bitişik Odaydı. Usulce Kapıyı Açtım, Hoş Gürültüyle Açsam Da Ebem Duymazdı Ya! Hemen Ebemin Yanına , Sıcak Yatağa Süzüldüm. Bizim Odada Ocak Sönmüş, Oda Buz Gibi Olmuştu. Yattıktan Sonra , Bir Müddet, Eniştemin Anlattıklarını Düşündüm. Bana , Soy , Sülale Biraz Karışık Gelmişti. Şimdi Biz Kaç Kardeştik ? On Mu? On Beş Mi? Galiba On Bir .Ve Uykuya Dalmışım.
Ertesi Gün Ve Daha Sonraki Günler , Böyle Bir Sohbeti İple Çekecektim.
12. Köy Odası
Eniştem, Geceleri , Köy Odasına Sık Gitmezdi; Gittiği Zaman Ben De Peşine Takılırdım. Orası Ne De Olsa Sıcaktı. Soğuklar Başlar Başlamaz , Odanın Ortasında Odun Sobası Devamlı Yanardı. Kenarlarda Yüksek Sedirler Vardı. Yaşlılar , Bu Tahta Sedirlerde Otururlardı. Delikanlıların İse Odaları Ayrıydı. Oraya Başka Bir Merdivenle Çıkılıyordu. Benim Gibi Çocuklara , Her İki Taraf Da Serbestti. Gençlerin Odasında Kağıt Oyunlarını .. İzler; Yaşlıların Odasında İse , Onların Muhabbetlerini, Kendi Aralarında, Sözlü Sataşmalarını Dinlerdik. Her Şeyi Konuşurlar, Biz De Her Şeyi Onlardan Öğrenirdik. Bilhassa Yaşlılar, Askerlik Hatıralarından, Seferberlikte Olsun, Balkan Ve İstiklâl Savaşında Olsun, Çektikleri Sıkıntılardan Sık, Sık Bahsederlerdi.
Geceleri Köy Odasına Gitmek De Dönmek De Çok Zordu. Kış Geceleri Hem Soğuk Olurdu , Hem De Karanlık. Eniştemle Gittiğim Zamanlar, Ona Ait Gemici Feneri Gibi Bir Şey , Az Da Olsa Yolumuzu Aydınlatırdı. Yalnız Olduğumda, Her Bir Taşın Nerede Olduğunu Bilsem De , Karanlıkta El Yordamıyla, Hele Kışın, Yalın Ayak Gitmem Bana Çok Zor Geliyordu . Çoğunluk, Yolunu Bulmak İçin Çıra Yakardı. Evlerde Bile Gaz Lambası Olanlar Parmakla Gösterilecek Kadar Azdı. Çoğu Köylü İçin Bu Bir Lükstü. Ocakta Yanan Ateş , Hem Evi Isıtır , Hem De Aydınlatırdı. Köylünün En Büyük Sıkıntısı, Gaz, Tuz, Şeker, Bez Ve Sabundu. Gaymesi Olanlar Bile Bunları Bulmakta Güçlük Çekerlerdi.
13. Kadınların Çilesi
Kadınlar Çamaşırı Kil Ve Soda İle Yıkarlardı. Çamaşır Kazanını Sırtlayan, Derenin Yolunu Tutardı. Orada Çalı, Çırpı Toplanır; Kazanın Altı Bunlarla Yakılırdı. Dere, Köye 500-600 M. Uzaklıktaydı. Kazanda Su Kaynarken, İçine, Kil Ve Soda Atılır, Soğuk Suda Bir Kat Kiri Akıtılan Çamaşırlar Kazanda Kaynatılırdı. Kazandan Çıkarılan Çamaşırlar, Yassı Taşların Üzerine Konularak, Tahta Tokaçla, Dövüle , Dövüle, Güya Beyazlatılır, Sonra Da Soğuk Suda Durulanırdı. Bunlar Sıkıldıktan Sonra Kuruması İçin ,Taş Ve Çalıların Üzerine Serilirdi (Çamaşırları Asmak İçin Ne İp Bilinirdi, Ne De Mandal. ) İş Artık Onların Kuruması İçin Beklemeye Kalırdı. Genç Kız Ve Kadınlar, Beşi, Onu Bir Araya Gelerek Bu İşleri Yaparken, Çektikleri Eziyete , Sanki Meydan Okurcasına, Bir Ağızdan, Türkü Çığırmayı İhmal Etmezlerdi. Yaz Mevsiminde Neyse De, Kışın Bile Bu Zorlu İşi Yapmak Mecburiyetinde Kalabiliyorlardı. O Zaman Çalı Ve Taşlar Üzerine Serilen Çamaşırlar, Bazen Soğuktan Donar, Kazık Kesilirlerdi. Onları Toplayıp, Biraz Daha Sıcak Olan Odalarına Götürüp Kurutmak Oldukça Zor Olurdu. Bazen, Çalı , Çırpı Toplayıp, Kazanların Altına Atmak, Gibi , Ufak, Tefek İşleri Yapmak Benim Gibi Çocuklara Düşerdi; Tabii Kadın Ve Kızları Seyretmek De.
14. İlk Oruç
Ebem Dindar Bir Kadındı . Onca Yaşına Rağmen, Namazlarını Kaçırmazdı. Onunla Beraber Secdeye Yatar, Kalkardım. Bana Kısa, Kısa Ayetler Öğretmeye Çalışırdı. Elham, Nas, Kevser Gibi Namaz Sureleri Bunlara Dahildi..... Her Gece Yatağa Yatarken “Yattım Sağıma, Döndüm Soluma , Melekler Şahit Olsun, Dinime İmanıma” Demeyi Ondan Öğrenmiştim (Ve Hayat Boyu Tekrarlayacaktım.)
Bir Ramazan, Ebemin İtirazına Rağmen, Oruç Tutacağım Diye Tutturmuş, Onunla Beraber Sahura Kalkıp Niyet Etmiştim. Kendi, Kendime .”Madem Ki Günlerim Yarı Aç, Yarı Tok Geçiyordu, Bari Oruç Tutmuş Olurum “ Diyordum. Nasıl Olsa Açlığa Alışıktım. Günler Uzun, Hava Sıcaktı. Akşama Doğru İçim Bayılmaya Başladı. Dama Çıkan Seyyar Merdivenin Basamaklarına Çıkıp Oturdum. Galiba Ezanın Bir An Önce Okunmasını Bekliyordum. Bir Ara , Ablamla , Eniştemin Konuşmalarına Kulak Misafiri Oldum.
Şükriye, Galiba, Yusuf Bu Gün İlk Defa Oruç Tutuyor; Söyle De Bu Akşam, Yemeği Bizimle Yesin!
-Olmaz Hüseyin! Yemeğimiz Ancak Bize Göre, Beş Çocuk , Bir De Onu Çağıramam, Belki Bütün Ramazan Çağırmak Gerekebilir” Eniştem Israr Ediyordu , Ama Ablama Kabul Ettiremiyordu,; Orada Olduğumun Farkına Varmasınlar Diye , Daha Fazla Dinlemeden Ağlayarak Oradan Uzaklaşmıştım. Bu Hadise Beni Çok Üzmüş, İçimde Ukde Olmuştu. Her Herhangi Bir Kimse Beni Yemeğe Çağırdığında Gitmezdim. Gurur Meselesi Yapardım. Ancak Yemeği Hak Edecek Bir Şey Yapabilirsem, O Zaman Farklıydı. ( Bu Huy Bende Yıllar Yılı Sürecekti)
Ekiz Eniştem, Çok İyilik Sever , Açık Kalpli Bir İnsandı. Ablam İse Katı, Biraz Da Cimri İdi. Belki O’da Hakkıydı, Beş Tane Çocuğu Doyurmak Kolay Değildi. Aşağı Yukarı Bir Evin İçinde Yaşadığımız İçin Onun , Artık Huyunu, Suyunu Biliyordum.
Diğer Ablamı, Sorguna Gelin Gideni De O Sonbahar, Yani Üzümlerin Olduğu Mevsimde Tanımıştım. Köye Gelmiş, Şükriye Ablamlar Da Kalıyordu. Bir Gün Bağa Gidiyordu. Kendi Si Katırına Bindi , Ben Durmuş Öyle Bakarken,
Hadi Gel! Kucağıma Otur, Seni De Bağa Götüreyim , Dedi. Benimle İlgilenmesi, Katır Sırtında , Beraber , Bağa Kadar Gitmemiz Çok Hoşuma Gitmişti. Onu İlk Ve Son Görüşümdü. Daha Sonra Onun Genç Yaşta, İki Çocuk Bırakarak, Öldüğünü Duymuş Çok Üzülmüştüm. ( Ama Bu Hatıra Yıllarca Benimle Beraber Yaşayacaktı.)
index.1.htm
zorlu2.htm
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.