- 747 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Keşke!
‘Hayatım anlamsız’, öyle diyor hep dışımdakiler. Yeri geldiğinde iki et parçasından çıkan küfür kadar değersiz oluyormuşum. Değersizliğimin mevcut şartlarda hiç kritiğini yapmamış iken, artık sinir katsayımın dayanma sınırına gelmiş olmasının huzursuzluğu ile beraber, onlara nasıl cevap verebilirim diye düşünmeye başladım. Bilmeleri lazımdı esasında, onlar için gerekli olan bilgi, her zaman benim anlatmak istediğim kadarıydı. Ama düşünmeden de edemiyordum; neden, neden bu kadar zorlamaya maruz kalıyordum ki?
Yanağımı ıslatan yaz yağmurlarım olmadığı için, benimle uğraşıyordu her biri. Aslında haksızda değillerdi. Her yanda siyah kar yağışları görme mesafemi an be an azaltırken, insanların şuur altlarında yatan gerçeği düşünmeye imkânım dahi kalmamıştı. Hayli gülünç bir filmde oynayan, bilekleri ince, elleri erkeğinin yüzünde dolaşan bir kadın gibi, yeteri kalmamış şarap rengi tuvallerde, Meksika hayallerimi loblarımın her birine zorla olmaz diye ezberlettiğim anıları hayal dünyamdan doğaçlamalar ile geçirdiğimi söyleyip, kurtulabilirdim. Oysa edebi bir yanı olmalıydı, ebedi varlığımın.
Ebedi varlıklardık hep beraber ve bize asıl düşman olanın yaşarken kendimiz olduğunu bilmeliydik. İyi insanlar yoktu, kötü insanların olmadığı gibi dünyada. İyiye yönelen ve kötüye yönelen milyonlar vardı her coğrafyada. Cümlelerim kadar devrikti her biri. Kimi zamansız gülebiliyordu, kimi gece geç saatlere kadar aynı barda purosunu tüttürebiliyordu. Kimi bir başka yerde kabilesinin huzurunda ilk dansını yapan çocuğa gülümsüyor ve memesini emen üç aylık Zizimiza’sının hayatının güzel olması için çatlamış dudaklarıyla dua edebiliyordu göremediği İlahına. Gülebiliyordu, ağlayabildiği insanlar. Herkesin ayrı bir derdi vardı sanki ama hepimiz aynı toprağın yolcusu birer resimden ibarettik! Kimimiz zenginliği ile övündü, kimi de hiç var olmamış başarılarından dolayı en küçük avuntusuyla! İnsanlar çadırlardan büyük medeniyetler kurmaya başladığında, esas kinin sebebi belli olmaya başladı. İnsanlar kaçmak istiyordu!
Herkesin kaçabileceği yeri ise yoktu. Kiminin evinde akşam yemeğinde yiyecek kuru bir ekmeği ile bir tas çorbası vardı. Vardı, vardı da kimsenin bunları da bilmesine gerek yoktu. Milyonlarca ekmek çöplere atılırken, paralarıyla mesut olanlar vardı, mideler aç karnına yatan çocuklar yanında. Bunlar vardı da, kimileri kalkıp kendini yöneten başlara, hükümetlere sövmeye başladı. Ama bilmiyordu ki itiraz eden, kendisi nasıl yaşıyorsa, öyle yönetilecekti! Bunu unutan bir millet doğdu. Her ülkenin kendi içinde kampları vardı artık. Mültecisi çok Auschwitz’lerimiz bize çalışmaktan bahsediyordu. Köle gibi çalışmaktan… Bir Alman subayının sesini duymak gibiydi yaş 18: ‘ Arbeit Macht Frei!’ Sonra yolda kalanlar, yara alanlar ve daha fazlası! Kendisi mutlu olmayan milyonlar kitlesel bir güç gibi, bir başkasını mutlu etmek için uğraşırken, kimse asıl felaketi göremeden sona doğru yaklaşıyordu. Düşmandı hep birileri, birileri bize düşmandı! Sesleri vardı iniltileri ile beraber.
Ellerine mikrofon, kalem alanlar gördüm. Bana değersizmişim gibi bakan gözlerin içinde, kendi değersizliklerini saklama içgüdüsü yatarken, kendi kendime defaatle tekrarladığım bir söz geldi aklıma. ‘Herkesin eline kalem ve mikrofon verilmemeli!’ Bir insan duygularıyla beslediği sesine, kalemine farklı anlamlar yükleyip zehir edebiliyordu başkalarının düşüncelerini. Fikirler özgür ortamlardan beslenmiyordu, bu tamamen ahlaksız bir normdu. Faal olan ve savaşları bol olan hayatlardı esas altın harflerle duvarlarda yazılı olan. Birilerini sövüp, birilerinden nemalanarak kimse bir yere gelemiyordu maalesef!
Mikrofondaki sesti: ‘Def olun, sizi de isteyecek ve kabullenecek kimse olmayacak!’ Kalemin yazdığıydı: ‘Sizinle aynı havayı bile solumak güç, nefret ediyorum sizin gibilerden!’
Nedenselliğin sıfırlandığı bir noktadaydı mantık. Hâl ve tavır, esbap dışında tevcih olunduğu öykünmelerde bayat bir yemeğin zehirli olacağını itiraf eden küflerin tetikçisi gibi, sözler ve kelimelerle incitiyordu insanlar birbirlerini.
İnsanlar kırıyordu birbirlerini, anlamadan, düşünmeden, tartmadan… Aslında basitti her şey; edep ve fikirdi her derdin dermanı. Ayrıca takvaydı, korkuydu birazda Allah’tan(c.c.). Ama insanların kıskanma duyguları, bastırılamaz zannettiği ruhi bunalımları etkili oldu çıldırışlarına, insanların yüreklerinde siyah tortular bırakmaya.
Kimi severken, kimi ‘aşk’ deyip; kendine nice Leyla ve Mecnun misali bir sevgiyi isterken, kimi çalıştığı iş yerinde yükselirken, kimi aynı monotonlukla ev işini görürken, kimi çocuğunun altını temizlerken, kimi adliye saraylarından eli kelepçe ile bağlı çıkarken, kimi patlayan topu önünde ağlarken…
Hepsine çözümsüzlüktü darağacında gizemli bekleyen bir kadının tırnakları. Zehirli bal içirirken o yumuşacık elleriyle, aslında nefsinin, İblis’in ve olunmazlığının olgusuna ait sofistkarane çizgiler buluyordu bamtelleri yırtık geleceği önünde.
Düşündüm. Herkes suçlu muydu o zaman? Bize kalan neydi bunca dakika sonrası hayatta? Neden bir saatlik dünya hayatı için, ebedi hayatımızı kirletiyorduk; mahvedebiliyorduk? …Neden?
Gazete kokusunda yaşamak, sabah kalktığında aynada kendine gülümsemek, insanlara pozitif yaklaşmak, sevdiğine kızmamak, onu üzmemek, anne ve baba yaşıyorsa onların halini vaktini sormak, çocuklarına özenle bakmak, kardeşlere gereken saygısı göstermek, kırmadan yapıcı olmak, eskilerde olan ve bütün dünyayı ihtizaza getiren erdemli vasıflarını tekrardan kazanma uğruna çalışmak, kimseyi yermemek, yermesi gerekiyorsa dahi ‘Ya Sabîr!’ çekmek, inanmak, dua edebilmek, kazandığın parayı kimsesizlerle paylaşabilmek, iktisat etmek, ebedi olan varlığımıza ihanet etmeden, intiharlarımızı kovalayan öfkelerimizde kendimize kendi salâhatımızın gerekliliğini ölçü ve tertip aşamalarından sonra sağlamak…
Kolay mıydı? Aslında en zoru kendimizi kandırmadan, en doğru olanları şüpheler dışında yapmak değil miydi?
Onca kalem erbabı bunun için uğraş vermemiş miydi?
Yazanlar belki mutsuzdu, belki kırgın hayata! Ama yazarken kaç kişinin kalbini kırıp da dünya sahnesinde yer ettiler? Kimleri kırdılar, kimleri incittiler, kimlerin haklı oluşuna ses ettiler?
Biliyorlardı ki, haksız da olsa kimi, haklı olduğunu diretecek cehalete sahip olacaktı ve bu yüzden binlercesi Yaradanın en güzel ayetlerinden çiçekleri, ağaçları, böcekleri, kuşları, nehirleri ve denizleri yazmamışlar mıydı?
Öyleydi, evet! Öyle!
Sonuç da ben de haksızdım çoğu zaman. Kendimi düşünüp, çok üzdüm bir başkasını. Ama hiçbir kimseye değersiz olduğunu hissettirmedim. Bu yüzden sesimi veya yazımı ithaf ederek ne birinin yüreğine karabasanlar çöktürdüm, ne de kalemimin kırılması için daha fazla kendime eziyet verdim.
Ben değersiz olabilirdim ve bunu da kabul ediyorum. Ama bir başkasına artık kimse ‘Sen değersizsin!’ dememeliydi. Kalemimi elime aldım. Şimdi kendi değersizliğimle baş başa, gölgesiyle dost; endamı küçülen bir unutulanım.
Her şey O’ndan ötürü! Keşke değerim olmasa da, köpeklerle dost olsam da, insanlar hor görse de daima, O’nun katında ve zatında bilinen bir ruh olsam. Keşke!
...
YORUMLAR
O zaman zaman olmasa dediğimiz "Keşke"lerdir, eğriler, doğrulardan ayırmamızı sağlayan. Keşkeler gele gide, hayat hanesinin terazizinde dengeler düzlenir.
Elbetteki bu herkes için aynı değildir. Kimin ağır basarsa hatalar kefesi terazisinde, yine kendisi verecektir hesabını,.
Kalem her zaman dogru elde olmayabilir.Ve kişi kendini bilmeyen biri olabilir.Dikkat etmesi lazım yazar arkadasların.Kişi kendını bılmez biri olmalı ki fazlada kafaya takmamalı.Gönül kırmak çok kolaydır kazanmaya gelınce,herbırımızın emegı kendı cevresındekı gerceklıkte.Saygılarımla.
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir
Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere gelmektir
Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır
Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Mânâsı ne demektir
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
Biz haddimizi , Rabbimizi bildik mi, gerisi üzmesin sizi değerli kardeşim.
Dönüp tekrar okumam gerek, iyice sindirmek için.
Selâm saygı dua ile...
handan akbaş tarafından 1/29/2012 8:24:08 PM zamanında düzenlenmiştir.