Yalnızlık KÖŞKÜ -3-
III
Bahran öğretmen, yaklaşık dokuz yıl Güneydoğunun ücra bir köşesinde bulunan bir köyde öğretmenlik yapmıştı. Açık görüşlü ve doğrulardan asla taviz vermeyen kişiliği, başına bela getiriyordu. Köylülerce sevilmesine rağmen köyün, zengin ve ağaların baskısından da kurtulamıyordu. Ayrıca eğitim sistemini beğenmeyip de resmiyeti de karşısına almıştı. Öğrencilerin yıllarca ders kitapların içinde kaybolmasına karşı çıkıyordu. Nerdeyse her yıl yeni bir eğitim sistemiyle karşı karşıya kalan okulların iflas ettiğine işaretler veriyordu. Oysa öğrencilerin uygulamalı, deneyleyici ve beş duyunun etkili olduğu bir eğitimin olmasını çoğu kez dile getirmişti. Bu yapılanmaya müfettişlerin tepkisine neden olmuştu. Okullarda kitabı olmayan kütüphane, deney araç-gereçlerin olmadığı laboratuarların işe yaramadığından yakınmıştı. En son kız çocuğunu okula göndermeyen bir veliyle tartışması; köy imamı onun hakkında imza toplayıp il eğitim müdürlüğüne vermesiyle açığa alınmıştı.
Bahran:
“Dünyaya tekrar gelirsem gene öğretmen olacağım!” dedi.
Esila hanım, bunları duyduğunda çok üzüldü ve bunu da hayatın bir başka sillesinden saydı.
Gece boyu, koyu bir sohbettin ruhlarına ilaç gibi gelişiyle; bu sohbetleri sıklaştırma kararını aldılar. ayrıca ertesi gün, alış-veriş için Elisa Hanım, Bahran beyi ikna etmişti.
Vakit çok geç olmuştu. Behran, “artık gitme zamanı” deyip Elisa hanım’a teşekkür edip çıkarken Elisa Hanım:
__İstersen bu gece burada kalabilirsin” dedi.
__Yok, gitmeliyim! Mezarlıktakiler beni bekler!” dedi.
Bahran bey, şarabın etkisinde mi yoksa soğuk havadandı, hafif titriyordu. Giderayak:
__Bu güzel gece için teşekkür ederim.
__Teşekkür etmenize gerek yok, bir gün sana misafir olur ödeşiriz. Elisa hanım el sallayıp içeriye girmişti. “Benim kadar yalnız “ dedi.
Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra “Servi mezarlığı” dediği evine gelmişti. Bahran bey, onbir yıl önce bir deprem afetinde eşini ve iki çocuğunu kaybetmişti. Ev, aynı arsa üzerinde onarılıp teslim edilmişti. Zaten Bahran da evi değiştirmek niyetinde değildi. Şafak sökülmesine az kalmıştı. Evin içinde birkaç kez dolanıp durdu. Sonra yatağına uzanıp derin bir uykuya dalıp gitti.
Elisa hanım, bu sabah erken uyanmıştı zaten üç saatlik uyku ona yetiyordu. Evin açılabilecek tüm pencereleri sonuna kadar açtı. Dışarıdan soğuk ama sağaltıcı bir hava vardı. Dünden yağan yağmur dinmiş ve güzel bir havayı müjdeleyen güneş yüzünü göstermişti.
Elisa hanım, mutfaktan kahvesini alıp çalışma odasına geçti. Kenarları kıvrılmış, soluk ve yıpranmış Günlük defterine şunları yazıyordu:
“Bizim gözlerimize sıradan gibi gelen bu hayatın, beynimizin karanlık mağarasında yani bilinçaltındaki dehlizlerin anlaşılmaz ve yanıltıcı insan atlasında duran o kadar ölümler var ki… Ve hep insanlardır ölümlü ve öldürücü olan; yalnızlık bir kader olmamalı!
Her mevsimin kendine özel ve güzel tarafları olduğu kadar her yaşın da kendine göre yaşanılabilir tarafları vardır. Ve hayata güzel tarafında bakabilmek; hayata dair en güçlü bağdır…
Ekmeğine, aşkına minnettar olduğumuz toprak bizi bulup buluşturdu eğer sevmeyi, kollamayı, önemsemeyi biliyorsan gel ve gel gir yüreğime… Ruhlarımızın sesine tanık olduysak sorumlu olmalıyız birbirimizden ve ben artık sendeyim” diye yazdı.
Elisa hanım, mutsuz bir evlilik yaşamıştı ve mutsuz olmasına rağmen bazı özel nedenlerle evliliğini sürdürmüştü. Çocuklar ise tahsillerini yaptığı Londra’da evlenip çoluk çocuğa karışmışlardı. Tüm ısrarlarına rağmen annelerini ikna edememişlerdi; Elisa hanım, “doğduğum yerde ölmek istiyorum” deyip onlarla Londra’ya gitmemişti. İki yıl önce kaybettiği eşinden sonra iyice yalnızlığa gömülmüştü. Kalan ömrünü kitap yazmaya adamış ve basılan kitapları iyi satış yapıyordu. Ekonomik sıkıntısı yoktu fakat gene toplumdan kendini alıkoymuştu. Kalbini kilitlediğini ve asla bir daha ne aşk ne de evliliği düşünmeyeceğini söyleyip durmuştu kendi kendine.
Oysa daha şimdiden Bahran’ı özlemişti. Ev havalandırılmıştı ve Elisa Hanım, defterini kapatıp mutfağa geçti. Bir kahve daha alıp banyodaki boy aynasının karşısına geçti. İçerisi, havalandırmadan dolayı buz gibi olması ve bedenini titretirken, aşk heyecanın verdiği sıcaklıkla o soğuklara meydan okur gibi aynanın karşısında uzun bir süre kendini izlemeye koyuldu.
“Bir yazarın elinde kalem/ ne mi yazar?
Kelimeler akıyorsa/ Nehir suları gibi…
Bir yürek kurgusudur, şiirler” güldü.
“Birbirimize yakınız; kederlerimiz, sevinçlerimiz benzerdir” der gibiydi.
Devam edecek...