- 538 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Dilenmese bile tekerrür eden!
Hayatımızı ikame ederken, ilk öğretilen olmasına rağmen “Yalan’la yalın arasındaki fark” her zaman var ola gelmiştir.
Öyle güzel tespitler yapılıyor ki konunun uzmanları tarafında bunların üzerine bir artı değerlendirme tarafımca gereksiz gibi geliyor.
Beyan ediliyor ki değerli üstat Dücane Cündioğlu tarafından istifadenize sunmak üzere arz olunur.
Sözün yalanını yalansızından ayıran parlaklığıdır. Söz ne denli parlak, ne denli göz kamaştırıcı, ne denli gösterişli ise, o denli yalandır.
Niçin?
Çünkü yalanın temelinde ’parlaklık’, ’gösteriş’ ve ’abartı’ vardır. Başka bir ifadeyle gösteriş ve parlaklık yalanın özündedir.
Gösterişli yalanlardan, süslü püslü lâflardan, parlak vaatlerden her söz edilişinde, aslında, sırf gerçeğe benzesin diye söze harcanan emeğin yoğunluğuna atıf yapılmış olur.
Söz üzerine ne kadar çok cilâ çekilirse, gerçekle, o gerçeği temsil eden/etmesi gereken ’söz’ arasındaki uzaklık da o kadar büyür.
Sadece yalan’ın özü mü, kökü de bu parlaklığı ele verir. Yalan’ın yala(n)mak’la, yalazla(n)mak’la, yaldızla(n)mak’la akrabalığı üzerinde birazcık düşünmek bile, sanırım, şu ünlü ’yalan’a parlaklığının nereden geldiğini görmek için yeterli olacaktır.
Lütfen önce ateşi tasavvur ediniz, sonra o ateşin alevini, ve en nihayet alevin parlaklığını, o takdirde, ’yalan’ın özündeki gösterişi, abartıyı, parlaklığı görmekte hiç zorlanmazsınız.
Yaldız’daki ’yal’, yalan’daki ’yal’la kolayca birleşiverir; zira ikisi de yal(a)maktan gelir. Öyle ki yanlarına ’yalın’ ve ’yalım’ kelimeleri de bitişmekte hiç tereddüt etmezler.
Yalın’da ateşin ısısı, yalan’da ise alevi belirleyicidir. Alevlerin aldatıcı parlaklığı sözün üzerini örtünce yalan ortaya çıkar. Başarılı yalanlar her defasında göz kamaştırır.
Gerçek, sözün parlaklığıyla örtülür. Kim gürültü yapıyorsa, kim gereksiz yere sözü çoğaltıyorsa, kim sözü parlatıyor ve alevlerin, sözü, üzerinden yalamalarına izin veriyorsa, o yalancıdır.
Edebiyatta ’mecaz’, unutmayınız ki hakikat’in karşıtı olarak kullanılır. Kelimenin bir hakikî anlamı vardır; bir de mecazî anlamı. Bu yüzdendir ki Araplar, "Mecaz yalanın kardeşidir" derler.
Evet, mecaz bir sanattır. Sanatsa, mecazın ta kendisi.
Edebiyatın tam da aksine bilimde kelimeler mecazî değil, hakikî anlamlarıyla kullanılır.
Niçin? İşin içine dolayım karıştıkça hakikatten uzaklaşılmış olacağı için. Dolayım, yani süsleme, yani parlatma, yani gösteriş. Dolayım, yani mecaz, yani yalan.
Bilimde yalın, sanatta ise yalan olanın belirleyiciliği, ateşin ısısı ile ışığının farklı sonuçlara yol açmasından kaynaklanır. Işık şiddetlenirse yalanın gösterişi artar; ısı artarsa curufat erir ve sözün özü yalın bir biçimde ortaya çıkar.
Yalın olan, veciz olandır. Vecize ise "özlü söz" demektir; yani yalın, yani süsten püsten uzak, yani olabildiğince en az ve en kısa ve fakat en zengin şekilde hakikati ifade veya temsil eden söz.
Bilim dili veciz olmak zorunda. Yalın. Dolayımsız. Kısa ve kesin. Süsten püsten, gösterişten uzak. Sanatın diliyse mecazî olmak zorunda. Dolayımlı. Sanatlı. Gösterişli. Yalan.
Siyaset ve ticaret, yalın olandan hoşlanmaz. Siyaset de, ticaret de birer sanattır. Yalana ihtiyaç duymaları da, yalanı sevmeleri de bundan.
Erbabı, ’yalan söylemek’ ile "gerçeği söylememek" arasında ayrım yapmaktan yanadırlar. Fark eder mi acaba? (Gerçeği göstermemek ile gerçek-olmayanı göstermek arasında ne kadar fark varsa, o kadar fark eder.)
Gazetecilik, yolu siyaset ve ticaretle kesişen ender sanatlardan biridir. Daha doğru bir telâffuzla gazetecilik zor bir zanaattır. Zorluğu yalınlığa tahammül edemeyişinden gelir. Yalın olmak, çıplak olmak demektir, soyunmak demektir. Gazeteci ise soyunan değil, soyan adamdır. Yalın olamaz, yalana ihtiyacı vardır, yani ısıya değil, ışığa.
Ey talip, yalanın en kötüsü doğruya en yakın olanıdır; en yalın olanı yani.
Gösterişli yalanlardan korkma, böylesi yalanlara kananlara da üzülme. Ahmaklar yalanlarla beslenirler çünkü. Yalan gıdalarıdır. Üzerinde ne kadar sos, ne kadar süs varsa, o kadar iyidir, o kadar besleyicidir, o kadar oyalayıcıdır.
Düşmanın yalanları, gösterişli, süslü püslü, abartılı, vurgulu yalanlardır. iktidara oynayanların yalanları gibi.
Dostun yalanı ise olabildiğince yalın, olabildiğince doğruya yakındır. Süsten püsten uzaktır. Bu yüzden devası da yoktur, çaresi de. İktidarda oynayanların yalanları gibi.
İktidara oynayanlar ile iktidarda oynayanların arasındaki fark, başörtüsü ile türban arasındaki fark kadar; yani yalan’la yalın arasındaki fark kadar.
Hangisi yalan, hangisi yalın, onu da sen bul!
Böyle güzel bir çalışma için çok eğerli yazarımıza teşekkürler ediyorum.
YORUMLAR
Değerli Zekeriya bey kardeşim müstefit oldum fevkalade buldum, mısralarınızı okurken sol yanımın sızladığına şahit oldum. Muhakkak ki durmak yok, hayatı yaşarken anlamlı kılmak adına, hizmet telakkisiyle paylaşmak muradıyla, siz dosrtlarla bu vesileyle tanış olmak kaydıyla... Teşekkürler ediyorum, sağlık veafiyetler diliyorum.
“Gerekli ders alınmışsa asla pahalıya mal olmamıştır.” sözünü senden duydum ilk kez... Ve ilk kez seninle ağladım bu sevdanın öksüz ve yetimliğine. Yok etmek, yıkmak, yakmak ve sömürmek adına, fırtınalar koparanları alkışlayan taifenin tarifinden kaçtım bundan böyle... Çaresizliğimin çare olduğunu, ümitsizliğimin ümit bulduğunu, karanlıkların sabah olduğunu anladım yalnızlığımda...
DURMAK YOK YAZMAYA DEVAM...
SAYGILARIMLA