- 1686 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
323 - EL METİN
Onur BİLGE
Gölgeleri uzattıkça uzatan, günü yudumlayan sarışın afet, Bursa Ovasına tel tel dağılan sapsarı, yalbır yalbır parlayan ipek elbisesinin kloş eteklerini yavaşça toplayıp, pembeleşen yanaklarıyla salına salına sevgilinin gizlendiği yere doğru süzülmeye başlamıştı. Öylesine güzeldi ki kavuşmanın seyri, olayın akışı yavaşlatılmış, ağır çekim devam ettirilmekte, uzatıldıkça uzatılmaktaydı. Nihayet savurarak saçlarını, sardı ışınlarıyla vardığı yerin her yanını, bekleyenini hasretle… Önce mağrur alnından öptü, sonra geniş omzuna dayadı başını. Öylesine bir, bir oluştu ki bu vuslat! Kavuşanlar, gizlendikleri yerde kaldırıp kadehlerini, ab-ı hayat içerek kendilerinden geçtiler. Varlıkları, birbirlerinde yok oldu.
Bekleyen hep oradaydı. Bir garip âşık… Yerinde sabit ve sabır küpü… Kavuşmalar için sabırsız, beraberliklere doyumsuz, vedalaşmalara alışık… Gün, her gün ölüp ölüp diriliyordu, kollarında. Sağ omzuna baş koyarak son nefesini veriyordu, her gece; her sabah sol omzunda diriliyordu. Onda yok oluyor, onda hayat buluyordu.
Virane’de ne kadar hızla akıp gidiyordu zaman! Ne çabuk akşam oluveriyordu! En uzun günler bitiveriyordu. Ardından kül rengi akşamlar... Nihayetinde ömürler bitiyordu. Koca koca ağaçlar devrilip gidiyordu. Ormanlar yanıyordu, biteviye. Geriye kalan sadece kül…
“O, batmaz taş gibidir. Batar zannedersin, asla batmaz! Yüze çıkar.” diyordu, birkaç gün önce intiharın eşiğinden dönen adam için Define. “Sohbetine doyum olmaz! Bal şeker dili var. Son felaketten sonra iyice iman da etti ama gıcıklığına yapıyor. Sataşmaktan zevk alıyor. Canı sıkılınca ona buna çatıyor. Kalp hastası o. İntihara kalkıştığını söyledi ya… İnanmayın. Gerçekten kendisini öldürmek istememiştir. Bir an için istemiş olduğunu, yeltendiğini farz edelim, asla canına kıyamaz! Canı çok kıymetlidir onun. Aslında ölümden korkuyor. Adım adım ölüme gitmekte olduğunun farkında… Karısı, oğlu kızı değil onun derdi. Ayrılık falan bahane… Toprak olmayı kabullenemiyor. İsyanı ondan…” diyordu, tebessümle.
“İnsan ne kadar yalnız, yeryüzünde! Ne kadar kimsesiz ve zavallı! Hele bir de Allah’a dayanamaz halde ise... Çok daha acınası…” diyordum.
“Öylelerine acınır mı? Allah’ın dinsizi!” diyorlardı.
Ona ve onun gibilere acıyorum ben. İmanlarını kurtarmadan ölürlerse cehennem kütüğü olacaklar. Mümin, hangi durumda olursa olsun, ümitsiz değil. Bence sevgiyle yaklaşmak lazım… Bir kuşa yaklaşır gibi yaklaşmak ve yakalamak...
“Ve öyle bir an gelir ki son bulur birliktelik, iade edilir verilen isim. İki farklı cisim olur bütünlükler. Renkler değişir birden. O, eski o olur, sen eski sen... Zamanla küllenir yaşananlar... Şimdi değilse de bir zaman mutlaka başlar, pişmanlıklar... Anlamazsa anlamasın insanlar, an gelir, çocuklar bizi anlar.” diyordu, ağlamaklı bir sesle hasta adam, dünyaya küs, yılgın, buruk…”
“Bize anlatma! Daniskasını yaşadık, ayrılıkların! Bu saçı başı değirmen damında ağartmadık, beyim!” diyordu Define, meydan okurcasına. Ara sıra böyle olurdu. Yani bazı hallerde… Böyle perişan, yaşama gücünü kaybetmiş görünen kişilere hayat vermek için… Tutup omuzlarından silkelemek, kendisine getirmek için… Önemsizleştirmek için dertlerini, dağ gibi sıkıntılarını ufalamak için kuvvetli hitabetiyle. Kabarır da kabarırdı, efelenir de efelenirdi, inadına! Yine heyheyleri üstündeydi. Aklı başından gitmişti! “Sen daha ne gördün, kardeşim!.. Geçmiş karşıma, ağıt yakıyorsun! Biz neler gördük geçirdik! Gidene güle güle… Ölüm yok ya ucunda!”
“Öyle felaketler vardır ki ölümden bin beterdir! Ölüm ile ayrılığı tartmışlar, elli dirhem ağır gelmiş ayrılık. İçim yanıyor, arkadaşım, içim!.. Keşke ölsem de kurtulsam!”
“Ölüm kurtuluş olsa!.. Hesap kitap… Orada rahat mı bırakılacağını sanıyorsun? Vay be! Vay! Öyle kolay olsa orası! Daha ne isteriz!”
“Necmettin Bey, beni anlamıyorsun. Gündüz, öyle de böyle de geçiyor ama geceler bitmek bilmiyor. İşte, bir gün daha bitti bitiyor. Akşam alacasında herkeste bir telaş! Kurtlar kuşlar yuvalarına çekilmekte, günün son alışverişleri yapılmakta, insanlar en kısa yoldan evlerine ulaşma derdinde… Caddelerde arabalar vızır vızır, kaldırımlarda insan seli… Sokaklarda bir kaynaşma… Hayvanlar arada şaşkın şaşkın bakınmakta… Yuvalarına sokulmakta yaratıklar. Kuşlar, dallarda şakımakta… Akşam zikirlerini yapmakta cıvıl cıvıl… İnsanlar, hayvanlar, ağaçlar, çiçekler, sular; görünen ne varsa kımıl kımıl… Bu hengâmede herkes nefes nefese, yorgun, burnundan soluyor ama onları bekleyen birileri var. Yanlarında yorgunluklarını unutacakları, mutlu olacakları… Bir ev huzuru var, yolların sonlarında. Benim içinse bomboş bir ev, acımasız soğuk duvarlar ve hatıralar…”
“Ayrılmasaydın o zaman, kardeşim! Sana kim dedi “Ayrıl!” diye? Enini boyunu iyice ölçüp biçmezsen olacağı bu! Şimdi hiç sızlanma! Herkes, kendi geleceğinin mimarı, ustası, amelesidir.”
“Ne bileyim! Dayanılmaz bir hal almıştı, evliliğimiz. Gün boyu çalışır, didinir eve dönerdim. Ne bir selam sabah, ne bir güler yüz… Buz gibi karşılardı beni. Önce yavaştan başlardı dırdıra… Sonra her zamanki gibi hırgür… Oysa yaşam kaynağımdı, önceleri. Katlime ferman çıkarmış, haberim yok! Can çekiştire çekiştire öldürmeye kastetmiş. Nasihat falan kâr etmedi. Baktım ki olmayacak, değişmesi imkânsız, hâkimin önünde aldım soluğu!”
“Sen metin olacaksın, kadın milletini idare edeceksin. Kaburga kemiğinden yaratılmıştır. İncedir, narindir. Düzeltmeye kalkarsan, kırarsın.”
”Düzeleceği yoktu zaten. Öyle deme, arkadaşım. Ne kadınlar var! Derin sükûtlarıyla huzur verirler. Suskunluklarıyla heykelleri dikilir, abideleşirler. Ne Osmanlı kadınlar var! Her haliyle başka, bambaşka! Önceleri o da öyleydi. Ne oldu, nasıl oldu da sonradan böyle oldu, bilemiyorum! Çocukları da işlemiş. Onları da düşman edecek bana.”
“Yalnız onlarla mı mutlu olunur? Benim için mutluluk, her zaman en yakınımda olmuştur. Hemen elimi uzatıp, tutuvereceğim kadar yakın… Beni mutlu etmeye, bir ses, bir nefes yeter. Kime ait olursa olsun. Bir çiçek, bir böcek yok eder yalnızlığımı. Yazarım, okurum, bulmaca çözer, oyun oynarım. İbadet ederim her şeyden önce. Uçsuz bucaksız bir âleme geçerim. Sonsuz bir huzur deryasında yüzmeye başlarım. Tespih düşüverir elimden, irkilirim. Çok yükseklerde, uçan bir halının üzerindeyim, sanki seccadem havalanmış; dengemi kaybedip düşüvereceğim sanırım, el yordamıyla tespihimi ararken.”
“Amma da abarttın, yahu! Vaktiyle hiç ibadet etmemiş olsam, belki inanırdım.”
“İmanın kemale ermiş, ibadetin lezzetini almış olsaydın, tadı damağında kalırdı. Senin için mutluluk belki parfüm kokusu belki güzel yemek yemektir.”
“Anamın ya da hanımın pişirdiği… Tadı tuzu yerinde… Etli kuru fasulye, bulgur pilavı, acı biber turşusu… Hasret kaldım doyasıya yemeye! Bir de buzlu ayran… Nerden hatırlattın! Nasıl da canım istedi şimdi!..”
“İstersen, çok uzaklardan koşarak gelir mutluluk. Ötelerden, saklandığını sandığın yerden… Yedi kat yerin altından çıkar gelir, yedi kat gökten iner, sicim gibi! Çok uzaklarda arama onu! Aslında çok yakınında! Aşılması imkânsız başı karlı yüce dağların ardında değil, avuçlarının içinde… Kayaları yarman gerekmez, bir yudum aşk şarabı yeter. Şaraben tahura… O zaman, için açılır, gülümsersin. İçtikçe ferahladığını hissedersin. “Yar, yar! Seni, kara saplı bir bıçak gibi göğsüme saplamışlar!” Öyle bir yar ki emsalsiz! Öyle bir dost ki akıl almaz! O’nunla olan yalnız kalmaz. O’nunla olanın kime ihtiyacı, O’nsuz olanın kimi var?”
“Kalbin, yaz güneşi sıcaklığında… O küçücük gözlerin nasıl da parlıyor! İnancın, gözlerinden ışıyor. Keşke ben de inanabilsem! Ne kadar zorlarsam zorlayayım kendimi, olmuyor işte, olmuyor!..”
“O kadar güçlü, o kadar sağlam bir dayanağım var ki benim, hükmünü hiçbir şey sarsamaz! Öyle güvenilir ve öylesine metanetli ki kuvvetinin şiddeti tasavvur edilemez! Hiçbir iş O’na zor gelmez! Zerreyi yaratmasıyla kâinatı yaratması arasında fark yoktur. Bir şeyin olması için: “Ol!” demesi, yani murat etmesi yeter. Bir anda var eder. Sonsuz kudreti her şeye yeter, dilediğini yapmasını kimse engelleyemez. Biz de imanımızla güç kazanırız. Topun tüfeğin yapamayacağını, bir müminin duası yapar.”
“Ah, inanabilsem!”
“Etrafına gören gözlerle bak! Sesleri dinle! Tefekkür et! Fikret ve hisset! Başka türlü olmaz. Burada kör kalırsan, orada da kör olacaksın. Gözlerini dört aç! Görmeye çalış! Bu evreni yaratan kim, donatan kim? Sen seni bil, sen seni! Sen seni bilmez isen, patlatırlar enseni! Önce kendini arayıp bulacaksın, sonra Yaratan’ını… Nefsini bilen, Rabbini bilir!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 323
YORUMLAR
Maşallah barekallah.
Tebrik ediyor çalışma hayatınızda başarılarınızın devamı dileklerimle,
Ömrünüzün Sağlık ve Mutluluk ile dolu dünya ve ahiret saadetine vesile olacak bereketler ile bereketlenmesini dilerim.
Necdet EREM tarafından 12/24/2011 12:49:06 PM zamanında düzenlenmiştir.