- 609 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
m
Madem neden giydiğimi merak ediyorsun, madem ’seni seviyorum’ diyorsun; o zaman matemimi dindirecek bir mektup yazmalısın bana!
Gözlerinde Mayıs, ben tüm şiirleri bana yazacağını, her satırda benden bir ’aşk’ taşıdığını bilmeliyim.
Madem yazıyorsun, adam gibi ’sevdiğini’, uzatmadan süslü püslü sözcüklerle, söylemelisin!-Ece-
...
Ece: Sizin daha çok marjinal denemeler yazdığınıza şahit oluyoruz. Öyküleriniz içinde bu marjinal durumunuza dair kanı yaygın. Benim merak ettiğim şu efendim: ’Neden peki, neden tepkilerle dolu edebiyat hayatınızda, yazacağınız konu ile alakalı cümleleri daha yumuşak dokumuyorsunuz? Sizi buna iten nedir?’
Yazar: Evet, röportajımız boyunca sanatın nasıl ilerleyebileceğinden bahsetmiştik. İlk başta da söylediğim gibi, nereye gidersek gidelim ve amacımızı, hayallerimizi nasıl söylersek söyleyelim; eninde sonunda yine kendimizi tarif etmekten başka bir çaba içine düşmekten kendimizi kurtaramayacağız. Bu insan olmanın temel kuramı! Siz ne kadar çabalarsanız çabalayın, öğrendiğiniz bilgilerinde insan temalı olduğunu anladığınız an, standartlaşmaya başlayan her şeyin insanı yoran ve de ruhuna sıkıntı vermeye başlayan etkiler olduğunu anlayacaksınız.
Ece: Yani bir nevi, şimdiye kadar basılmış edebi eserlerin hepsi boş desek, bu tarifiniz açısından bağlantılı olabilir mi?
Yazar: Kısmen... Genellikle böyle dile getirilmez, ama ’Bir kadın edebiyatçıyı takip edebilmeleri için ilk başta o kadını görmeliler’ tarifine uygun olarak, edebi eserlerin içinde kendimizi görmeye başladığımıza an, sırat ortaya çıkar. Bu sırat köprüsünün cümbüşlü bir etkinlik olduğunu zanneden zavallılardan biri olarak, her zaman bu hüzünlü tabloyu eserlerimden okuyabiliyorlar ve bana yapılan eleştirilerde de ’bir kadının aleni olarak hayatını anlatması ve de gözyaşlarının dahi resmini çizecekmişçesine sayfalarda kelimeleri dans ettirmesi normal bir şey midir?’ gibi sorular yöneltebiliyorlar.
Ece: Şimdi gerçekten kafam karıştı. Kitaplarınızı takip eden biri olarak söyleyebilirim ki, edebi diliniz, insanı hiç bilmediği dehlizler içerisine götürüp, çıkışının başlangıç olduğu bilinmeyen labirentlerde insanı dolaştırıyor. Bunu bilerek mi yapıyorsunuz?
Yazar: Ne güzel belirttiniz! Labirentlerimizin çıkışının, aslında o labirentlerin başlangıcı olduğunu duymak isteyen o kadar çok insan var ki! Nasıl desem, ben yazarken, kendimi düşünmüyorum aslında ve böylece ‘toplumsal olarak hangi önemli dönemeçler etrafında yoğunlaşabiliriz de, o dönemeçler sonrası yolları takip edebiliriz’ diye düşünüyorum. Haksız da sayılmam esasında! Mesela bir keresinde ’kendimi sorgulamaktan vazgeçtiğim an, yaşadığımı düşünmeyin!’ gibilerinden bir söz söylemiştim. Bu bizim insan olmamızın izdüşümü, farklılığı! Ne kadar şirin olursa olsun, bir ’aslan yavrusu’, ’aslandır’. Bu onun mahiyetini değiştirmez. Nereye gideceğini, ne olacağınız; hangi malzemeleri kullanacağınız gibi gibi..
Ece: Sorgulamak? Evet, tam da kitaplarınızda geçen ve de öyküde insanı ister istemez kendinin sorgucusu olmasını istediğiniz sorgulamalarınız, çok güzeller gerçekten. Kendimi, toplum olarak bireylerimizi sorgulamak aslında çok önemli! Bu yüzden zaman zaman sizin kitaplarınızdan alıntıladığım sözleri paylaşarak, günlük hayatta sözlü münakaşalara maruz bile kaldım efendim.
Yazar: Gerçekten mi? Aaa, bakın işte sanatın doğrusal bir yörüngeyi bize sahiplendirmesi; diğer bir bakış açısıyla üç yüz altmış derecelik bir zihin balonu içerisinde, saatimizin başladığı yerin, aslında sona erişinde yine başlangıca geleceğini belirten izler.
Ece: Mesela ’canınızın istediği yaptıran şeyin, aslında içinizdeki hayvandan başka biri değil’ tarzı söylemleriniz, hem bayan olduğunuz için hem de toplumun ahlaksal yapısına yıkıcı taarruzlarda bulunulduğu düşünülerek çok tepki buluyor, görüyor. Bu izlerin derince olabilirliği sizce olası mıdır?
Yazar: İzler, evet izler... Derince olmasına gerek yok! Bir mazgalın derinliği, ortalama bir el kadar olsun ve biz o mazgalın içerisine anahtarlığımızı düşürüyoruz. Anahtarı almak için elimizi mazgalın deliklerinden sokar ve zorla anahtarı almaya çalışırız. Eğer şanslıysak ve de bileğimiz ince, parmaklarımız uzunsa, anahtarlığı düştüğü yerden çıkartabiliriz.
Ece: Farklı bir örnek!
Yazar: Evet, bu örnekle dikkat çekmek istediğim esas şey, o anahtarlığı elimizle alamasak dahi; en azından demirine hafiften parmaklarımızın ucu ile dokunuruz. Bu dokunma ne kadar derinlik belirtir? Soyut olarak düşündüğümüzde, dokunma vuslatın tecellisidir. Aynen parmak uçlarının o anahtarlığın demirine hafiften dokunması bile, izin olmasına veya var olan izin sızlanmasına sebep olacak bir etmen olur.
Ece: Çok karışık! Dokunuyorsun, sanki dokunmuyorsun; dokunmuyorsun, dokunuyormuş gibi hissediyorsun. Bu ikisi arasında kalan bir bölgede dediğiniz var, ama neresi tam olarak anlamış değilim efendim. Peki, bir bayan yazar olarak; ’Bir kadın edebiyatçıyı takip edebilmeleri için ilk başta o kadını görmeliler’ ifadesini açıkça kullanabilmeniz, sizin cesaretinizi mi belirtiyor; yoksa bazı kesimlerinde dediği gibi ’dengesiz, feministliği abartan bir haydut’ tanımlamalarına dair ipucu mu veriyor?
Yazar: Aslında hem o, hem o değil! Bana ’dengesiz, feminist, açık-seçik ifadelerden çekinmeyen’ güruh için aslında farklı betimlemelerim var. Bunları söylemek isterim, ama konunun dışına çıkmak ve de şahsi olarak benliğimin kusurlarını edebiyat tablasında değerlendirmek istemiyorum.
Ece: Görmek peki, nasıl olarak belirtiyorsunuz bu ifadenizi?
Yazar: Görmek, evet iki gözüyle okuyucunun sizi görmesi, tartması, değerlendirmesi... Sonra sizin için net bir karar vermesi; sizi okumaya devam etmesi veyahut etmemesi! Ki bunlar normal şeyler artık kozmopolit bir toplumda.
Ece: ’Yazdıklarım benle beraber nefes alıyor. Ama birimiz Cennet’de, birimiz ise Cehennem’de. İkimizde Araf’a hasretiz, bir garip bilmecede!’ gibi cümleleriniz, sizin için mistik tanımlamaları yapmalarına neden olurken, bir diğer yandan ’Baba beni okula götürdüğün gün, annemi öldürdüğünü bilmiyordum. Buna hangi Tanrı izin verebilirdi ki; sen nasıl izin verdin?’ tarzı cümleleriniz ile sizi özgür ve de ’tanrıtanımaz’ olarak nitelendiriyorlar. Bu ikisi de siz misiniz? Siz gerçekte yazdıklarından kopuk, hayalci bir yazar mısınız? Tam olarak kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Yazar: Aslında ikisi de benim! Çünkü iki taraflıda düşünüyorum ve her yönden çağrışımlara açık oluyorum. Esasında bu, karıncaların iletişim mekanizmasına benziyor. Karıncaların antenleri sayesinde titreşimlerden ne demek istediklerini anlaması ve hayatlarında böyle anlaşmaları garip bir durum, ama daha da garibi, milyonlarca karıncanın titreşim gönderdiği bir anda, karıncaların istedikleri karıncayla iletişim kurabilme özellikleri! Bu aslında benim yazın hayatında uyguladığım bir metot. Yüzlerce yazar var ben bu yazarların etki alanı altındayım. Her ne kadar onların var olduklarını bilsem dahi; yine de kendime dair sözcüklerim, benim de düşüncelerimi anlatmak istediğim şahıslar, toplumsal mecralar var.
Ece: Çok ilginç!
Yazar: Hayatlar ardınca, hayatlar kurup, yudum yudum kendi oluşturduğun hayattan sızıntıları toplayıp bir şeyler yazmak! İşte en basit tanımım! Hiçbir girinti çıkıntı olmadan, mecazi söylemlerin dışında, gerçeklerin esasında ne kadarda mecaz anlam taşıdığına vurgu yapabilmek! Ben tamamen buyum dersem yakışık düşmez, çünkü bir yazar kendini eserleriyle tanımlar, tanıtır. Okuyucuların algısal olarak nereye odaklandıkları önemlidir. Buna da günlük hayattan çok örnek verebiliriz.
Ece: Soruları tam olarak cevaplamamanızda sizin doğal bir refleksiniz olsa gerek! Mesela nasıl örnekler?
Yazar: Kendimiz, yani biz kadınlar olarak mesela günlük yaşamlarımızda giydiğimiz bluzlardan aslında çok çekeriz. Özellikle göğsümüzden tutunda, belimize kadar bizi saran bluzun bizler için birçok kötülüğü olur. Hareketli anlarımızda, koltuk altlarımızdan boşalan terlerin bluzda oluşturduğu manzara resmedildiğinde, acayip ve de iğrenç bir durum oluşuyor. Elbette bunun çareleri var, ama bu çarelerden öte algıya dikkat çekmek istiyorum. Karşımızda bir erkek olsun ve aynı ofiste çalıştığımızı düşünelim. İkimizin de ailesi var. Birbirine saygılı iki iş arkadaşıyız. Bunlar tabi ki vesaireler, esas önemli olanda o anda, iş arkadaşımızın bizimle konuşamadığı o manzara karşısında düşündükleri. Üzerimizde ki bluzda gördüğü ıslaklık sonrası, midesi bulanabilir, iğrenç kokuları burnunda hissedebilir, bize bir şey sorarken dahi gözlerini tavana dikebilir ve biz bunu anlamayız. Algı mekanizması olarak, biz de bunu farklı yorumlarız. Erkeğin bizi sevdiğine dair hikayeleri aklımızın bir ucunda tutabiliriz hatta!
Ece: Nereden nereye!
Yazar: Aynen öyle! Alakasız bir konuyla alakalı beynimiz bize ne oyunlar oynuyor, duygularımızın ne kadarda bastırılmış olduğunu ortaya çıkartıyor. Bu arada ben üzerime yaz-kış yelek giyerim. İnce veya kalın fark etmez, insanların böyle şeyleri düşünmelerine engel olmak için dikkat ederim.
Ece: Yelek içinde farklı düşünceler ortaya çıkmaz mı?
Yazar: Hah hah, tabi ki, tabi ki! O kadarını da artık insanın sonsuzluğa özlemi olarak düşünüp, daha fazla kendimizi yormamaya çalışmalıyız.
Ece: Siz, bir yazar olarak edebiyata ne ya da neler kattığınızı düşünüyorsunuz?
Yazar: Hiçbir şey!
Ece: Bu kadar eserin ardından hala mı hiçbir şey diyorsunuz?
Yazar: ’Ben’ faktörü o kadar çirkindir ki! Kendime çoğu zaman ’Ben kimim?’ sorusu yerine, ’Sen kimsin?’ diye seslenirim. Varlığımın gelişine nasıl engel olamamışsam, yaşadığım müddetçe de, esas bir ’ben’ olabilme basamağına adım atabileceğimi zannetmiyorum. Bir ’hiç’ olabilme esasında doğaya özgü bir şey ve biz de doğayla beraber bu hiçliği paylaşan ’insan’ adlı mahlûkatlarız. Bu kadar yani, bu kadar basit!
Ece: İnanır mısınız, sizinle yaptığım bu röportajdan hiçbir şey anlamadım. Yanlış anlamayınız efendim, beni aşıyor cümleleriniz, söylemleriniz. Yaşım küçük olabilir, bundan dolayı kavramların yerlerini de karıştırıyor olabilirim; ama yine de sizi kitaplarınızdan daha iyi anlayabiliyorum.
Yazar: Bu işte en güzel iltifat! Ciddi olarak söylüyorum ki; bu zamana kadar duyduğun en ince, en sade ve de en şahane iltifat! Teşekkür etmem gerekiyor yani...
Ece: Ben esas teşekkür ederim efendim. GYKSD’nin de sizin ufak bir armağanını şöyle uzatayım.
Yazar: Aaa, inanamıyorum; bu, bu şey; hayır olamaz!
Ece: Evet, evet efendim. Düşündüğünüz şey! Tekrar zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ederim. Biraz ağır gelse de şahsıma, çok detaylı ve de yararlı bir röportaj olduğuna inanıyorum.
Yazar: Ooo, çok naziksiniz gerçekten! Ben de hayatınızda güzelliklerle karşılaşmanızı temenni ediyorum.
...
Or. : Hoş geldin kız, hayırdır bu surat ne böyle?
Ece: Benimle uğraşma Or. lütfen, hiç halim yok!
Or. : Röportaj bitti mi, nasıldı Yazar; güzel miydi yakından bari?
Ece: Güzeldi desem ne, kartlaşmış desem ne; sana ne be manyak!
Or. : Sana soranda kabahat! Eee, ver bakayım, dinleyeyim az röportajı.
Ece: Çantamın içinde. Karıştırmadan al cihazı, zaten canım sıkkın. Odaya gidiyorum, geliyorum hemen.
…
Or. : Hayırdır, üşüdün mü o yeleği giydin geldin?
Ece: Sen karışma her şeye! Dinliyorsan çabuk dinle, daha yazıya dökeceğim onu.
Or. : Emredersiniz hanımefendi. Senin canın pastırma istiyor galiba, hah?
Ece: Allah aşkına bu akşam benimle uğraşma da ne yaparsan yap!
Or. : Sensizde zevki çıkmaz ki!
Ece: Or. !!!!
Or. :Tamam be, bağırma!
...
Or. : Bu ne be?
Ece: Ne ne?
Or. : O kitapları yazan kadın bu muydu?
Ece: Evet, kim olabilir ki başka!
Or. : Kızım baksana, saçmalıyor resmen bu kadın. Yok kadın yazarların ortaya çıkıp kendini göstermedi mi okunmazmış, sorgulamaz ise kendini yaşamıyormuş... Bir sürü saçmalıklar ve sen de onun gibi saçmalamışsın ara ara.
Ece: Ne saçmalaması ya, saçmalama!
Or. : Yok labirent başlangıcı, sonucu, aynı yerler; farksız oluşu, vay be!
Ece: Sen ne anlarsın dümbelek! Versene şeyi.
Or. : Neyi?
Ece: Ya of, cihazı versene!
Or. : Gel kendin al!
Ece: İlla kaldıracaksın ha! Ver bakayım, hadi ayakta bir de bekletme! Tutma elinde, verir misin Or. haydi!
Or. : Al işte!
Ece: Bıraksana, kıracaksın cihazı ya! Dur be ne yapıyorsun? Or., sakin ol, saçmalama!
…
Or. : Şimdi söyle bakalım, yeleği neden giydin?
Ece: Hiç, öylesine dedim ya! Bırak, of; nefes alamıyorum bak!
Or. : Ben de zor alıyorum nefesi.
m Yazısına Yorum Yap
"m" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
5 Aralık 2011 Pazartesi 07:49:53
hiçbirşeyin içine çokşeyin gizemli odaları saklanır...
sobelenmemiş fısıltıların perçemini doğura dursun anlık kıvranışlar
bir yazar takıp gitmiştir sonsuzluğun gerdanına cümlelerini...
sevgiyle...
HakkınSesi
@hakkinsesi
Günaydınlar olsun..
Yazarlar hep öyle. Takılıp gidiyorlar bilmedikleri alemlere. Dönüşte akıllarında ne kalırsa, onlarla da kendilerini avutup, insanlara benliklerinden bir parça emanet ediyorlar. Kimine 'yazı', kimine de 'tura' tarafı düşüyor ve hiçbir zaman da hayaller, gerçekler ile tamı tamına birleşemiyor. Böylece anlatılacak yine öyküler kalıyor yazarlara...
Yazanlarda yazıyor, biz de okuyoruz..
Hürmetle her daim..:)
Yazarlar hep öyle. Takılıp gidiyorlar bilmedikleri alemlere. Dönüşte akıllarında ne kalırsa, onlarla da kendilerini avutup, insanlara benliklerinden bir parça emanet ediyorlar. Kimine 'yazı', kimine de 'tura' tarafı düşüyor ve hiçbir zaman da hayaller, gerçekler ile tamı tamına birleşemiyor. Böylece anlatılacak yine öyküler kalıyor yazarlara...
Yazanlarda yazıyor, biz de okuyoruz..
Hürmetle her daim..:)
Mehtap ALTAN
@mehtapaltan
Hayaller ile gerçekler birleşseydi biz atlasın göğsünde nasıl büyütecektik ki şiiri, nesiri ya da iç sesimizdeki cümle sancılarını ...
O iki büyük anlamın tam da can noktasında başlıyor Edebiyatın sınırları...
Sevgimle...
Bu arada günaydın:)
O iki büyük anlamın tam da can noktasında başlıyor Edebiyatın sınırları...
Sevgimle...
Bu arada günaydın:)