- 857 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEHR-İ HASRET
Kendi içinizde gurbete düştünüz mü hiç… Şehirler kalabalıklar üstünüze üstünüze geldi mi? Boğazınızı tıkayan hıçkırığı sarf edecek bir tenhanız bile olmadığında, içinize akan yaşların sızısı yordu mu; yıllar yorgunu kalbinizi?
Arada dolarım bir dolu bulutmuşçasına… O zaman en kıymetli arkadaşım olur kalem dökerim içimi ona; yazar kenara kenara sessizce…Belki bir şiirin satırlarına belki bir yazının satır aralarına içimdeki hüznü işlerim….
Anılar savrulur çıkar geçmişin silik resimleri arasından… Kimi karda elleri morarırcasına üşüyen çocuk olurum, kimi bir bahar sevinci kaplar Mayıs ayında, kayısı çiçekleri arasında gözbebeklerime çizilir çocukların o berrak sevinci…
Sıkılıp buralardan belki üstlendiğimiz sorumluluklardan kaçıştır, geçmişin anları arasına sığınmak. küçük bir çocuk olup analarımızın dizleri dibinde avunmak..Bu aralar fena vurdu gurbet. En yalnız olduğumu hissettiğim anlarda dolarım o küçük şehrin huzur dolu hatıralarıyla… Şiirsiz de olmaz şimdi, hadi benden olsun… Üç beş satırla mı anlatsam o eskiye olan özlemi mi?
Beni götür bu şehirden
Ben kuzguni akan Fırat’ın çocuğuyum
Yıldızlar akardı memleketimin semalarında
Gagası altın hızmalı güvercinlerle doluydu gökyüzüm
Kayısılar umutlara çiçek açardı
Mayıs gülleri buhurdanlıklar gibi kokardı
Ve bir de, bir de özlemlerimle harman olan
Sen vardın…
Neden özleriz çocukluğumuzu doğduğumuz büyüdüğümüz toprakları. Çocukluğum, genç kızlık ve üniversite yıllarım… Hep Malatya’da yaşadım..Fırat kenarı, Tohma boyu, Horata, Darende gezme denilince gittiğimiz; özellikle ailecek zaman geçirdiğimiz kalabalık iftar sofralarında buluştuğumuz yerlerdi.Galiba gülmeyi o vakitler daha iyi biliyorduk ya da gülmek için daha çok sebebimiz vardı..Köyde; dışarıda yattığımız zamanları hatırlıyorum… Kayan yıldızları sayardık… Dilek tutardık aceleyle yıldız kayasıya kadar, olmazdı yoksa murat alamazdık. Arz kuşatırdı bizi, gece yaldızlı ve muhteşemdi..Gelin teli gibi süslenen ağaçlar da en çok özlediklerimden biri…Gözümün aradığı paçalı güvercinler mi, o kapımızdan geçen trenlerin düdük sesi mi ? Yoksa düpedüz çocukluğun dayanılmaz hafifliğimi? Yüksüz… Çersiz… Çöpsüz… Sizce hangisi?
Şakayık soyluyum, kırılganım
Gamlı sevdalar dokurum kendimce
Geceleri ağıt gibi türküler söylerim
Senin olmadığın;
Benimse; ben olamadığım
Bu ayaz vurgunu iklimlerde
Sabah yedi veren güllerin kokuları, bir de radyodan yükselen o türkülerin sesi ile uyanırdık yeni güne..Bazen de kar kokusu ile…Kar da kokar mı demeyin,var kokusu size yemin olsun…Bir özleyin ben gibi; o kokunun bir eşi benzeri daha yok ki.. …Küçüktük minicik lojmanımızda… Sobayı anacığım yakar, üşümeyelim diye yataktan da çıkartmazdı bizi..Evin bütün pencerelerini açar elinde kürekle karı halıya savurur tozutmasın diye öyle süpürürdü.Elektrikli süpürgemiz icat olup daha evin içine toz üflemeyi öğrenmemişti..Belki alacak paramız yoktu şimdi ne desem ki… Her yer havalandırılıp temizlenince bizi kaldırırdı..Kuzineli sobada kızarttığı mis kokulu ekmeklerin olduğu o sade ama mükellef kahvaltıya… O arada ihmal etmez türküye de eşlik ederdi mutlaka…
Bir gülün çevresi dikendir hardır
Bülbül har elinden ah ile zardır
Ne olsa da kışın sonu bahardır
Bu da gelir bu da geçer ağlama
İşte o zaman kar kokardı, temizlik; mis gibi memleket havası zorlardı körpe ciğerlerimizin içini tazelerdi yüzümüze düşen gülüşleri hey gidi günler hey… Türkü sıcak bir hüzünle annemin sesinden yayılırdı kulaklarımıza aynı zamanda muştulardı bize de umudu...
Sabah şafak sökerken, söndürürken kandiller; felaha çağrı da düşerdi kulaklarımıza... Kavgamız yoktu dağla taşla. Derdi, devayı aynı kapta karıştırır şerbet yapardık şifa niyetine… Parçalanırdı hep, izi bile olmazdı kirli düşüncelerin aramızda… Bakiydi dostluklar, komşuluklar.. Can cana muhtaç, dost daim ihtiyaç diye bakardık nazarımızda..
Dört mevsimlik güz,
Kül rengi bir yaşam
Mahzun ve kırılgan ben
Düşlerimde düşer donar kalır zaman
Martıları can çekişen denizler görmek istemiyorum
Bu şehrin sabahlarına artık güneş doğmuyor
Sislerle kapalı semalarında
Ne yaparsam yapayım yüreğim ısınmıyor..
Bir gün ekmeğin peşine düştük gurbet eller mekân oldu güler yüzü selamlaştığımız insanları özledik çokça sonraları bizlerde işlendik sanki şehrin karmaşasınca kâh unuttuk kâh efkârlandık ama dört elle sarıldık mecburen çoluk çocuk derken bir de baktık ki, özlemleri kenara atıp bir köşede biriktirmeyi de öğrenmişiz İnsanoğlu nelere nelere alışmıyor ki..
Beni al götür bu şehirden
Yüreğini, yüreğime yasla
Bırakma beni yıldızların yalnızlığında
Ben senin olduğun iklimlerde yaşadığımı anlayabilirim
Ve ancak;
Senin yanında nefes aldığımı fark edebilirim.
Bazen de o kenara attığımız özlemler, hasretler koyu bir yalnızlığın ardından üstüne üstüne gelir insanın… Bir bakarsınız alabora etmiş sizi. Savrulmuşsunuz bir ceviz kabuğu misali..Bir kaşık suda fırtınalarınız kopmuş...Batmış bir yerlerde yelkeni rüzgarsız kalan gemileriniz…
Kapatırsınız gözlerinizi; bir kenger sakızının kökünde zamanı akıttığınız günlerin bozkır kokusuna sığınırsınız… Başka türlü de açılmaz ki; ben gibiyseniz, üstünüze aldığınız hüznün esmeri…
………
Okşadı yine hüzün saçlarımdan
Yalnızlık öptü, gözlerimden
Bir şiir dokundu yüreğime döküldüm işte…
Sahi hemşerim;
Anlaşıldı… Ben memleketi adam akıllı özlemişim….
Perihan TUNÇOK KILIÇ
ESMİZE
18.11.2011
YORUMLAR
Şehri mi özlüyoruz o şehirde geçen çocukluğu mu yoksa annemizi mi daha çok?
Malatyayı hiç görmedim ama öyle anlatmışsınız ki kar kokusu içeri doldu kuzineli sobanın sıcağında dağıldı.
Kısmetse baharda gidersiniz.
Ellerinize sağlık.
Esmize - Perihan Kılıç
Hasret, memleketimin fırınlarından dumanıyla, buğusuyla çıkan lavaş ekmeği tadında o kadar güzel işlenmiş ki. Tadına doyamadım. Bilyormusunuz benim memleketimin de kaysısı meşhurdur. Abrugoz deriz o kayısıya. Hani şimdilerde Apricot Juice diye içtiğimiz meyve suyu var ya işte o bizim kayısılardan yapılır. Onu bile bize bırakmadılar yani.
Selam ve saygılarımla.
Esmize - Perihan Kılıç
Kız kardeşimi yol ettim bugün. Gurbete. İçinde kopan fırtınalar herhalde bunlardı... Allah c.c kuvvet versin size de tüm gurbetçilere de... Kardeşime de...