- 1139 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Cam(n) Kırıkları
Kazmayı vurdukça, kazma toprağa gömüldü.
Çamur yığınını, kazmadan sıyırıp atmak için bin bir çaba gösterdi.Ayağıyla yapmayı denedi,bu seferde ayakkabısına yapışan çamurlardan kurtulmak için, kazılmamış toprağın yanında ki otlara ayaklarını yan çevirip, ayakkabısını sürüp temizleyerek biraz da ols, ayağındaki ağırlıktan kurtularak rahatladı. Sağına- soluna bakındı.Kenardaki taşa vurarak temizledi kazmadaki , inatla ayrılmak istemeyen çamuru.
Tekrar salladı, nefesini tüm gücünü toplayarak toprağın bağrına hem de hiç acımadan. Toprak iyice ıslanmış, akşamdan beridir aralıksız yağan yağmurlardan sonra demini iyice almış her kazma vuruluşunda, havaya mis gibi toprak kokusu yayılıyordu.Serhat, kendini yoran toprağa rağmen kan-ter içinde kalışına aldırmadan devam ediyordu.Kolay iş değildi.Islanmış toprağı, kaskatı kesilmiş haliyle, yürekten söküp almak.
Durdu.İyice yorulmuş,dili damağına yapışmıştı.Kalbi, göğüs kafesininin içinde çırpındıkça nefes alışları hızlanmıştı. Avuç avuç alnına biriken terleri, titreyen sağ elinin tersiyle sildi.Avuçlarının içi, kazmanın sapından ateş gibi olmuş, kor kor yanıyordu. İki eliyle, yüzünü, avuçlarının içine aldı. Nefesi de eşlik etmiş yüzü, en çokta burnu ısınmıştı.Yağmurdan, sırılsıklam olan sırtı, rüzgarın, ağaçların dallarını sallamasıyla, yapraklardaki binlerce yağmur damlası kolonisi de üzerine akın akın yağmıştı.Biraz dinlendiğini hissetti.Bir taraftan da soğuyan teri üşütmüş, ara ara küçük titremeler yaşıyordu bedeni...
Doğrulmak isterken, belinin ve kollarının ağrıdığını hissetti.Dayandığı ağaç, tüm kuvvetiyle bedeninden tutmuş ve bırakmak istemiyor gibi sıkı sıkıya sarılmıştı.Başına şiddetli bir ağrı girmiş, gözüne kadar inmişti.Göz kapakları, acıyarak kapanmasına engel oluyordu zaten, üç gündür uyku girmemişti gözlerine. Kan damarları patlamış, gözünün siyahı, kıpkırmızı olmuştu.Adım atmaya mecali yoktu.Ama bu mezarın bu gece kazılması lazımdı. Az ilerideki kilimde sarılı cesedin sıcaklığı hala duruyormuşcasına, soğuk hava da ağızdan çıkan buhar gibi kilimden, buharlar çıkıyordu.
Gözlerini hınçla çevirdi, cesetten. Nefretle göğe doğru çevirdi başını. Hala rüzgarın eşlik ettiği yağmur damlaları düşüyor, tıpkı şamar gibi çarpıyordu yüzüne. Aldırmadı.Bir süre öylece kaldı. Elindeki kazmayı sıkı sıkıya tutuyor, sanki bedeninden bir parçaymış gibi.Sanki, elinden biri gelipte alacakmış gibi…
Vurdu kazmayı tüm gücüyle toprağa.Bu mezar, şafak sökmeden bitmeli bu ceset buraya gömülmeliydi. Ay ışığının çıkmasıyla beraber her şey daha bir belirginleşti.Kazmanın sapındaki kan izleri iyice yayılmış ve yağmurun yağışıyla inceltmişti, koyu kan izlerini. Kolunu tuttu. Kanın akmasına engel olmak için atkısını çıkarıp koluna doladı.Bir ucunu dişlerinin arasına alıp bir ucunu da sağ eliyle atkının iç tarafından geçirip düğüm atarak bir taraftan dişi bir taraftan sağ eliyle sıkabildiği kadar sıktı kolunu.
:::
O kadar direnmeseydi şimdiye böyle olmazdı.Güzellikle gitmişti konuşmaya. Karısının, iki bileziğini satmış borç vermişti iki sene evvel. “işlerim kötü. Zor durumdayım.Borcum çok.Yoksa hapse gireceğim. Az biraz müsaade et “demişti.İki yılda iş yerini genişletti. Hatta birkaç tane eleman bile almıştı. Altına çektiği araba milyarlıktı. Buna rağmen iki bilezik parasını vermek zor gelmişti Dursun’a.
O gün oğluna ameliyat parasını denkleştirememiş, alacağını almak için Dursun’un yanına gitmişti. Dursun, üst kattaki yazıhanesinde bir arkadaşıyla konuşuyordu. “ Bu sıralarda öyle çok açıldı ki işlerim, sorma.Bir şube daha açabilirim. Allah yürü ya kulum diyor ya öyleyim işte. Bir elim yağda, öbürü balda.Eski, yokluk günlerimi hatırlamak bile istemiyorum!”
Misafirini, merdivenlerden uğurlarken Serhat ile göz göze geldiler. “Gel “işareti yaptı başıyla. Yazıhanenin kapısını kapatıp oturdu, Dursun.” Otursana, ayakta kaldın” dedi Serhat’a.
Serhat: “Abi ben alacağımı almaya geldim.Hepsi olmasa da yarısını ver bari.Çocuğum ameliyat olacak.Sağdan- soldan borç mu isteyeyim. Sen benim şu parayı ver, Allah Hakkı için.
Dursun sigarasını alıp, malbbro paketini gelişi güzel fırlattı.Çakmağı çakıp, sigaradan derin bir nefes aldı.Ağzından, burnundan üfledi dumanını. Sanki, Serhat kendi kendine konuşuyormuş gibi duymuyordu.Masanın kenarında duran, dosyaları çekti önüne .Sayfaları karıştırmaya, imzalar atmaya başladı.” Tamam, akşama Nihat’ın eski meyhanesinde buluşur, konuşur o zaman veririm paranı.” Serhat derin bir nefes çekip,içini kaplayan huzur dalgasıyla, yüzüne tebessüm yayılmış,çocuğunun ameliyat için parasını denkleştirebilmenin mutluluğuyla çıkmıştı, odadan.
Nihat’ın eski meyhanesi kullanılmaya, kullanılmaya harabeye dönmüştü.Bir-iki tinerci mekan tutmuştu. Arabasıyla inen Dursun’u fark edip, tünediği köşeden hemen ayağa kalkıp, önüne doğru seyirtti. Hemen alıp parayı hastaneye gidecekti. Oğlu ameliyat olmak için, parayı bekliyordu. Karısının artık gözündeki yaş kuruyacaktı.Vicdansız doktor,para bakışlı doktora,kan emici doktora o kadar yalvarmıştı.”Sen ameliyatı ya,p doktor bey, korkma senin paran bizde kalmaz.”Ama dinlememişti, kanı bozuk doktor. "Hastane kuralları, parayı yatırmazsanız ameliyat edemem!” Göz göre, göre oğlu ölecek, doktor da seyirci kalacaktı öyle mi? “Al işte para, al da gözüne sok”deyip fırlatacaktı yüzüne.
“Getirdin mi Dursun abi? Ver hemen hastaneye yetişmem lazım.”
Dursun, yaktığı sigaradan derin bir nefes çekip, gecenin sisli havasına karıştırdı nikotin kokulu dumanını.Sonra bir nefes daha çekip, tam önüne attı.Kırküç numaralı ayakkabısıyla sigarayı iyice ezerke,n Serhat’ın gözlerinin içine hınçla bakıyordu.“Ulan, sen ne parası istiyorsun? İki de bir zırt-pırt- karşıma çıkıp. Kıçı kırık iki bileziğin peşine düştün yıllardır be.Vermiyorum işte sana son sözüm!”
“Nasıl vermezsin abi? Benim paramı bana vermemek için nasıl direnirsin? Şükür, halin vaktin yerinde.Unuttun mu o beğenmediğin bilezikleri seni zor durumdan kurtarmak için verdiğimi?”
“Vermeseydin ulan. Boğazına mı sarıldım ver diye!?”
“ O zaman öyle demiyordun ama. Açığımı kapatmazsam beni hapise atacaklar diye yalvardığın günleri unuttun mu? Şimdi gelmiş bana, hakkım olanı, benim olanı vermiyorsun öyle mi? Yakışıyor mu sana ? Bak herkesin tanıdığı birisin. Bir kaç bin lira senin için ne ki. Bana bir de hesap soruyorsun. Ver paralarımı.Çocuğum hasta.Ameliyat olmazsa ölecek. Ölecek oğlum.Ver şu paraları. Senin bir günlük çerez paran. Haydi abi ver, ver de gideyim. Çocuğum ölüyor diyorum.Karımın yüzüne bakamıyorum. Sen demedin mi o zaman, en geç pazartesi, olmadı bir haftaya, olmadı bir ay içinde.Sonra telefonlarını değiştirmişsin. Yapılır mı bu abi bana.Biz gariban insanlarız.Senin zor anında elinden tuttuk diye yapılır mı bu zulüm bize? İnsanlık görevimizi yaptık diye şimdi böyle yapmak yakıştı mı sana.”
Dursun, ağıza alınmayacak küfürleri, gecenin ahraz kulağına doğru savuruyordu.
Serhat, ağır gelen sözlerin altında ezilmekten kaskatı kesilmişti.
İki adam; yaka yakaya gelmişler, burunlarından soluyorlardı.
Dursun, elini beline götürüp, çıkardığı silahın emniyetini açıp Serhat’a doğrulttu. Serhat bir hamleyle üzerine atlayıp yere düşürdü Dursun’u, ama sol kolundan kurşunun sıyırıp geçmesine engel olamadı. Gözleri yuvalarından fırlayacak gibi olan Serhat, kalkmaya ve silahı almaya çalışan Dursun’un üzerine abandı.Tüm gücüyle vuruyor, vurdukça nefreti çoğalıyordu.
Bir ara oğlu geldi gözünün önüne. “Babacığım ben ameliyat olmazsam ölecek miyim?” Ölecek miydi oğlu? Göz göre göre ölmesi için elinden geleni yapmış mıydı?.
Yüzüne sıçrayan, ağzından içeriye giren, kan damlalarının sıcak kokusu geliyordu. Elindeki taşı, sıkı sıkıya tutmuş, Dursun’un beynine bir daha indirecekti. Yüzü-gözü dağılmış. Kafatası paramparça olmuştu.Kulağından, beyni akıyordu. Bunu ona nasıl yapmıştı? Verseydi ne olurdu? Kendi parasını istediği için suçlu duruma düşürmek istemişti.Başarmıştı da.
Oysa o, onun en zor anında elinden tutmuş, onu hapse girmekten kurtarmıştı. Yaptığı iyiliğin bedeli bumu olmalıydı? Nefreti doruğa çıktı. Üzerinde, başında neyi varsa çıkardı Dursun’un. İlerideki, eski talan olmuş meyhaneye daldı. Kırık kapı yarı beline kadar menteşesinden kopmuş yan yatıyordu. Ayağıyla hışımla vurdu.Odanın, sola bakan köşesinde, üç kişi aldıkları esrar sonucu sızmışlar, dünyadan bir haber eski gazete kağıtlarının üzerinde uyumuşlardı.Meyhanenin kokmuş izbe yerinde, uluyan horultular yükseliyordu.
Serhat, ne yapacağını bilmeden, sağına -soluna bakındı. Ne işi vardı burada? Çekip gitseydi ya hastaneye.Nasılsa parayı bulmuştu. Kırık camdan içeri giren rüzgar boynunu üşütmeye başlayınca, arkasını döndü. Yerden aldığı taşı, cama fırlattı.Cam büyük bir coşkuyla kırıldı”ŞANGIRT” diyerek betona düştü. Bin parçayla sağa -sola savruldu.Yürüdü ve yere eğilip en büyük parçayı aldı. Adımlarını kasarak dışarıya doğru, dudaklarını ısırarak çıktı. Dursun’un başında bir-iki dakika bekledi. Sonra, nefretle başını önüne eğip Dursun’un dağılmış yüzüne çevirdi. Balgamını ağzında toplayıp Dursun’un suratına tükürdü.
“Şerefsiz köpek.Zamanında verseydin ne olurdu? Şimdi daha mı iyi oldu he?”
Hırsı ve nefret damarları genişlemiş, perde perde gözlerinin önüne set olmuş, dünyadan uzaklaşmıştı. Hemen dizlerinin üzerine oturdu. Elindeki cam parçasıyla Dursun’un vücudunun her yerini kesmeye başladı. Ne yaptığını bilmez halde sokuyor-kesiyordu.
Gecenin sis’li perdesi iyice kapandı. Kan kokusu havayı sarmıştı. Midesi bulandı olduğu yerde kustu. Kendini kaybetmişti.Neredeydi? Bu kimdi? Kim Dursun abisini bu hale getirmişti? Bu eline cam parasını kim vermişti?
Bir müddet şokun etkisinden çıkamadı. “Babacığım. Ben ameliyat olmazsam, ölür müyüm.?” Oğlu en sevdiği varlığı Mehmet’i ölecekti.Katili kimdi? Dursun mu? Kendisi mi? Doktor mu? Dünya mı? Kötülük mü?
İnsanlar(!) mı? İnsanlar, kan emici insanlar(!) Yaşamaya hakkı olmayan şerefsizler!
Bir zaman sonra, Dursun’un arabasına doğru yürümeye başladı.Arabanın bagajını açtı.Karanlıktı ve ne aradığını bilmeden el yordamıyla bir şeyler arıyordu.
Yumuşak bir şey’e eli değince, hemen çekip aldı.Bu bir kilimdi. Hemen kilimi alıp, Dursun’un ölü ve parçalanmış cesedinin yanına geldi. Kan kokusu ve eline gelen et parçalarıyla zorla da olsa kilimin arasına koydu. Kilimi iki yanından tutup kaldırmak istedi.Ama caset ağırlaşmış olanca gücü tükenmeye başlamıştı.En iyisi sürükleyerek götürmekti. Arabanın yanına gelince, son kuvvetini harcayarak, parçalanmış cesedi bağaja koyup kapağını sertçe kapattı.
Kontağı çevirdi ama nereye gideceğini bilmiyordu. Uzun süre bu şekilde gittiler. Ne yapacağını kafasında tasarlamaya çalışıyordu. Denize atsa, mutlaka bir şekilde su yüzüne çıkar ve gören olurdu. Gömse, kazma-kürek yoktu. İleride yeni yapılmakta olan bir inşaat çarptı gözüne.Hemen arabayı sağa çekip, inşaatın içine daldı. Kapının girişinde duran kazma ve küreği kaptığı gibi arabanın arka koltuğuna fırlatıp, direksiyona geçti.Bastı gaza.Nereye gittiğini bilmeden...
Ağaçlarla kaplı bir ormana gelince, arabanın gideceği yere kadar sürdü. Kontağı kapatıp, arabadan indi. Kazmayla, küreği alıp ileriye doğru fırlattı. Bagajı açıp, cesedi kilimin uçlarından tutarak yere doğru bıraktı.
Ve başladı gecenin zifr karanlığında, toprağa inerken taşlara rastgelen bir kazma sesi ve bir de oğlunun gözlerindeki yakarış
“Baba…”
YORUMLAR
Ülviye Yaldızlıı
Bence de oldukça güzel bir yazıydı. Heyecanlı ve sürükleyici. Bana nedense bir cinayet vak'ası gibi gelmedi. Kuduz bir köpeğin itlafı sanırım daha doğru olur. Böyle şerefsizler o kadar çok ki toplumda. Bunları gebetrenleri değil hapse atmak bir de madalya takmalı. Kendimi olaya çok kaptırdım galiba ama ne yapayım öyle bir anlatmışsınız ki kendimi bir an Serhat zannettim.
Selam ve sevgilerimle.
Ülviye Yaldızlıı
Saygı hürmet bendenizden
Ülviye Yaldızlıı
Ülviye Yaldızlıı
glenay
Öykülerinizi sevgiyle okuyorum .. Hiç beğenmediğim olmadı ..
Lâf olsun diye söylemiyorum ..hepsi de zekâ ürünü..
iyi akşamlar , sevgiyle..
Sultanım bu bir süper öykü...yazımı,anlatımı,kullanılan imgeler,akıcılık....Vallahi Oscar'a aday bir yazı..Yarın kurdelasını takarlar...En azından gönlümün kurdelasını kazandı...Selamlar
Ülviye Yaldızlıı
Kurdela beş metre olsun
Sağol var ol.Göynünüzde yer almak ben için onur saygı değer yazarım
İbrahim ERZURUMLU
Bu ne kadar güzel bir çalışma olmuş. Söyleyecek söz bulamadım. Öykülemen bir harika. Yavrum sen yazmadığın o arada ne yedin ne içtin:) Gerçekten bu bir sıçrama...
Çok beğendim...
Mehtap Yıldız
ya bize...
gerçi çok hastayım ama yinede dayanamaz yerdim...
veren yok).
Aynur Engindeniz
Ama neye hayır demezdim:))
Ya üçümüz buluşmalıyız kızlar...Eminim acayip bir güzellik olurdu:)
Ülviye Yaldızlıı
Mübarek göynünden öpüyorum seni :)