- 769 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bana Aşkı Tarif Et | Bölüm 3
Seda meraktan çatlayacaktı. Beni öldürmek istiyordu. O akşam dershaneye gitmeyeceğim dışında hiçbir şey söylememiştim. Mesajlarına cevap vermemiştim. O da başıma bir şey geldiğini düşünmüş ve korkmuştu. Nihayetinde “tamam” dedim. “Anlatacağım…”
Mesajla kısa ve öz olarak açıkladım durumu. Tanışmak istediğini söyledi. Hatta bu konuda ısrar etti. Oysaki ben öyle sosyal biri değildim. Ve zaten yeni tanıştığım kişiden bahsederek kendi duvarlarımı yeterince yıkmıştım. Arkadaşlarımla beraberken benim hakkımda konuşmadığım sürece kendimi iyi hissederdim. Şimdi ise hakkımda konuşmaktan fazlasını istiyordu benden.
O gün bir yolunu bulup bir araya gelmeleri gerektiğini söyledi. Bana bir yığın soru sordu. “Kaç kardeşler?” “Babası ne iş yapıyor?” “Hangi okuldan mezun?”. Hepsine kısaca cevap verdim. “Bilmiyorum.” Bilmiyordum çünkü insanların hayatlarını merak etmek gibi bir alışkanlığım yoktu. O anlatmadı. Ben de sormadım.
Seda ile onu tanıştırdığım gün tam bir fiyaskoydu. İlk gittiğimiz kafeye gittik beraber. Aynı masaya oturduk. Tek fark bu kez üç kişiydik. Seda yanımızda küçücük kalıyordu. Beline kadar uzun simsiyah saçları ve belirgin elmacık kemikleri ile her zamanki gibi sevimliydi. O an, ne olursa olsun bu genç adamı bu şirin kızdan daha fazla sevemeyeceğimi düşündüm.
Seda ortamı ısıtmaya çalışıyordu. İlişkimizde garip giden bir şeyler olduğunu düşündürmüştük ona. Çünkü hiç konuşmuyorduk. Boş boş bakmakla yetiniyorduk. Masanın ortasında bir buz kütlesi var gibiydi. Oysaki benim içim sıcacıktı. Onun da böyle düşündüğünü biliyordum.
Bana sorup da cevabını alamadığı bütün soruları bu kez de ona sordu.
- Hangi okuldan mezunsun ?
- Fatih Lisesi.
- Fatih, Fatih Lisesi’nden mezun… Hoş tabi, dedi. Gereksiz ayrıntıydı.
İşin aslı hangi okuldan mezun olduğuyla ilgilenmiyordum. Seda devam etti sorularına.
- E peki üniversite sınavını ne yaptın?
- Girmedim.
- Niye?
Bu kez ben de şaşırmıştım.
- İşin aslı okumak pek ilgimi çekmiyor.
- Bir güvencen var ama değil mi?
- Aile şirketimiz var. Abimle beraber işleri yürütüyoruz.
- Abinle mi?
- Babam vefat etti benim.
O an masada değilmişim de dışardan izliyormuşum gibiydim. Yüksek sesle “NE!” dememek için kendimi zor tutuyordum. Canı sıkılmış gibiydi. Buz kesmiş olan ellerimi hafifçe masanın üstünde duran eline götürdüm. Onun elleri de benim ellerim kadar soğuklardı. O akşam zaten çok konuşmamıştım. Ve konuşmayacaktım da.
Sedayla eve dönerken benim yerime her şeyi öğrenmişti. Nerede oturduklarını, diploma notunu, annesini, abisini, kardeşini… Sonrasında durmadan beni azarladı.
- Nasıl olur da sormazsın kızım manyak mısın sen?
- Ya soramam ben öyle. Nereden geldin nereye gidersin demek gibi bir alışkanlığım yok.
- Ya alışkanlıkla ne alakası var. Ya bir pot kırsaydın babasıyla ilgili.
Haklıydı… Düşüncesizlik denebilirdi benim bu yaptığıma. Ama ben böyleydim işte. Değişebilmeyi ister miydim? Sanmıyorum…
Sürekli mesajlaşıyorduk. Benim bedava mesajım bittikçe Facebook’tan ulaşıyorduk birbirimize. Konuşacak konularımız vardı. İlgi çeken, bizim ilgimizi çeken her şey konumuz olurdu. Onun başlıca özelliği aşırı kıskançlığıydı. Hakkında bildiğim yegâne özelliği idi bu. Şimdi düşünüyorum da, o kadar konuşacak konu bulabilmemize rağmen ikimiz de birbirimizi hiç merak etmemişiz. O zaman ne bulduk birbirimizde ilgi duyulacak?
Ayrıldıktan sonra onun için bunca şeyi yazıyor olmama hâlâ bir anlam veremiyorum. Çok uzun sürmedi ilişkimiz. O hep soğuk kaldı. Dayıkızı bile bir akşam bir iki dakika için gördü ve ayrıldığımızda şöyle dedi; “zaten çok soğuk bir çocuktu. Boş ver.” Çok soğuktu ama buna rağmen ben ona çok ısınmıştım. Diyorum ya… Bunun adı aşk değil salaklıktı.
Bir hafta içerisinde birkaç kez buluştuk. İkinci hafta bizim evin yakınlarındaki büyük bir alan olan parkura gittik. Açık havada oturmayı severdim. Sigara içtiğim için hep açık alanlarda oturmayı tercih eder ve hatta kafelerden nefret ederdim. O sebeple o gün benim isteğim üzerine bir kamelyada oturduk. Hava yine soğuktu. Fakat dalga geçer gibi de güneş açmıştı. Şakalaşarak oturuyorduk. Güneş gözlerimi yakmaya başladı. Yüzüme daha dikkatli bakmaya çalıştığını fark ettim.
- Ne var? dedim yarı şaşırmış halde.
- Gözlerin, dedi.
- Ne olmuş?
- Saçlarınla aynı renkler.
- Yani?
- Gözlerinin saçların kadar sarı olabileceğini düşünmemiştim.
- Şaşırtıcı mı yani?
- Saçlarının da bu kadar sarı olduğunu bilmiyordum.
- Desene seninle ilgilenmiyordum diye.
Gülüştük. Yanındayken hem huzursuzdum hem de orada olmaktan memnun. Bu kadar zıtlığı barındırabilecek ne hissetim anlamıyorum. Ya da o ne hissettirdi bana öyle?
Bir gün çok büyük bir kıskançlık krizi sonucu ilk defa kavga ettik. Kavga sebebi son derece saçmaydı. Kız kardeşimle tiyatroya gideceğimden bahsettim. Fakat kardeşimin arkadaşı ve arkadaşının abisi de gelecekti. Çocuk aklı abisiyle benim aramı yapmaktan bahseden bir konuşma geçmişti aralarında. Ama kız kardeşim kati suretle bunu reddetmiş ve güzelce paylamıştı arkadaşını.
- Ablamın sevgilisi var hem.
- E benim de abimin sevgilisi var. Ama fazla mal göz çıkarmaz ya.
Bacaksız… Fatih’e daha önceden bahsetmiştim bu ufaklıkların muhabbetinden. <ufaklık dediğime bakmayın. Kız kardeşimin boyu neredeyse benimki kadardı. Ve kilosu benden fazlaydı. Ki hâlâ öyle…>. İkimiz de bunu ciddiye almamıştık. Tiyatroya gideceğimiz gün yaklaşınca birden “o adamla git sen. Gez toz!” gibi bir konuşma ile karşılaştım. Boyutunun neden o kadar büyük olduğunu çözemediğim devasa bir kavga geçti aramızda. Sonuç: Ben hiçbir yere gitmedim. Ve biz neredeyse bir hafta küs kaldık.
Asla böyle bir şey yapmazdım ama sanki ben, ben değildim ve kendimi affettirmek için alttan aldım. Oysaki ben haksız da olsam üste çıkardım. Yanlış kişide yanlış uygulamalar. Ders bir. Ne dersi mi? Hayat dersi…