- 872 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Hayat Sahnesi (5. Bölüm)
Nisan 2010, Ayvalık
O gece Füsun’un sahnesine yalnız bir adam konuk olmuştu. Ertesi gece yeniden gelecek ve bu defa sadece beraber şarkı söylemeyecekler, program sonrasında Hayat Bahçesi’nin saksı çiçekleri ve ağaçlarla şenlendirdiği dış bahçesine kurulan bir masada sabaha dek oturacaklardı karşılıklı…
‘’Bakışların hep buğulu mudur Burak?’’
‘’Son altı aydır var sanırım o buğu, herkes öyle diyor…’’
‘’Neden peki?’’
‘’En yakın arkadaşlarımdan birini kaybettim, altı ay oluyor… O günden beri hiç gülmedim desem yeridir. Sanırım ruhumdaki çökkünlüğün gözlerimdeki yansıması o buğu…’’
‘’…………….’’
‘’Bir şey söylemek zorunda değilsin, zorlama kendini…’’
‘’Çok üzüldüm ve gerçekten ne diyeceğimi bilemedim.’’
‘’Bazen ben de ne diyeceğimi bilemiyorum, genelde içime saklıyorum söyleyeceklerimi; muhatabına söylemedikten sonra ne yararı var ki…’’
‘’Anlıyorum, ben de babamı kaybettiğimde uzun süre kendime gelemedim. Sözler gerçekten yetersiz kalıyor.’’
‘’Nasıl öldüğünü sormayacak mısın, genelde sorarlar…’’
‘’Acını tazelemek istemezdim ama anlatmak istersen dinlerim.’’
‘’Acının tazelenmesi için önce bayatlaması gerekir, hiç dinmiyor ki… Trafik kazasında öldü, sekiz aylık hamile eşiyle beraber…’’
‘’Aman Tanrım!’’
Füsun’un gözleri doldu o an… Burnunu çekti, süzülmek üzere olan göz ucundaki yaşları bir peçeteyle sildi ve Burak’ın gözlerinin ta içine dikti bakışlarını…
‘’Ölümden sonraki hayata inanıyor musun?’’
‘’Evet, tabi..’’
‘’O zaman şanslısın, avunacak bir şeyin var demek. Ben inanmıyorum, bu yüzden sanırım babamı çok özlüyorum. Annem de inanıyor, sürekli dua ediyor ve ona kavuşacağı günün hayaliyle yaşıyor; sanırım bu kolaylaştırıyor kabullenmeyi. Ben öyle bir hayal kuramıyorum ve onu çok özlüyorum.’’
‘’İnan yine de çok zor… Belki küçük bir teselli bu ama kabullenmesi bizler için de zor…’’
‘’Yine de inanmak isterdim.’’
‘’Tanrı’ya inanıyor musun peki?’’
‘’Bazen var olduğunu düşünüyorum ama dünyada olan bitene baktığımda ve bunları hep inançlı insanların yaptığını gördüğümde inanmaktan vazgeçiyorum.’’
‘’Nasıl yani?’’
‘’Dünyaya ve ya yaşadığımız coğrafyaya egemen olanların elinde ya İncil var ya da Kuran… Tanrı’nın adını hiç düşürmüyorlar ağızlarından. Tanrı varsa, varlığına ve ölümden sonra hesap sorulacağına inanıyorlarsa nasıl bu kadar zulüm yapabiliyorlar dünya malı için? Ben olsam variller dolusu petrolü bir damla insan kanına değişmezdim, hele ki yaptığım kötülüğün bir gün benden sorulacağını düşünseydim!’’
‘’Hiç bu açıdan düşünmemiştim.’’
‘’Bence Tanrı’nın olmadığını biliyorlar ve bizi uyutuyorlar, avutuyorlar… Bu dünyada egemenlik kurup, bir sonraki dünya için vaatte bulunuyorlar ama buradan ötesi yok!’’
‘’Barış’ı kaybettikten sonra o kadar şey yaşadım ki… Nasıl anlatsam, mesela rüyaların bilinçaltındaki düşüncelerimiz olduğunu söylerler ama bilincimin altında-üstünde, her yerinde o olmasına rağmen aylarca rüyamda göremedim onu… Mezarını gördüm, hastanede ceset torbasının içinde gördüm, gasilhanede yıkarlarken gördüm ama onu kanlı canlı göremedim. ‘Kabullenmiyorsun, o yüzden gelemiyor’’ dediler, daha ilk defa geçen gece sesini duydum. Birbirimizi arıyorduk ama bulamadık birbirimizi… Sanırım yavaş yavaş kabulleniyorum. Bu da inancımı kuvvetlendiriyor, ne bileyim…’’
‘’Bu senin inancın, adı üstünde ‘’inanç’’, emin değilsin sen de; bilmiyorsun…’’
‘’Evet, bildiğimi söyleyemem zaten… Ama bütün yüreğimle inanıyorum…’’
‘’Neden bu kadar görmek istiyorsun onu rüyanda, resimlerine bakman yetmiyor mu?’’
‘’Resimler konuşmuyor benimle. O giderken vedalaşamadık; vedalaşmak istiyorum. Sanırım o zaman daha rahat olacağım.’’
‘’Ölümler genellikle aniden gelir, vedalaşamayız ki…’’
‘’Beni almaya geliyorlardı, buluşacaktık, söz vermişti. Barış sözünü tutar hep!’’
Demek bu acının üstüne bir de vicdan hesaplaşması vardı, kendini suçlama… Daha birkaç saat önce tanıştığı bu adamı avutacak söz bulamadı, var mıydı ki? Gün ışımaya başlamıştı, ‘’Kalkalım mı’’ dedi.
‘’Bu gece tekrar geleyim mi’’ diye sordu Burak.
‘’Burası herkese açık bir mekan Burak Bey’’ dedi Füsun ve hınzır bir gülümsemeyle devam etti: ‘’Benim düşüncemi merak ediyorsan gözlerim seni arayacak masalarda…’’
Kısa bir yürüyüş ile Füsun’un evine vardılar. Saat ikiye doğru meraklanıp arayan Kutsiye pencerede onu bekliyordu, anne uyutulmuştu. Yeniden buluşmak üzere ayrıldılar…
Her ayrılıkta vuslat olsaydı, bu kadar koyar mıydı ayrılıklar?
Füsun’un Kutsiye tarafından sorgulandığı saatlerde Burak’ın kaleminden bir şiir daha düşüyordu ‘’edebiyat defteri’’ isimli internet sitesine.
Eksik Resimler
Van Gölü’nün Atatürk Dağı’nı gören kıyısında
neden tek bir resmimiz yok;
ve yahut Nemrut’u ya da Süphan’ı arkamıza alıp
hani olmadı şöyle uçsuz bucaksız maviliğin önünde?
Orda burda çekilmiş bir kaç resmimiz var
bakıyorum, hepsi eksik kalmış
ömrümüz gibi...
Zaten resimlerle yaşanmıyor dostum,
resimler yaşlanmıyor...
9 Nisan 2010, Ayvalık
Burak Karacan
Ufuk Bayraktar