- 716 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Yalancı
Bu kokuyu hep sevdim. Yola çıkışın kokusudur, uzaklara gidişin, bir süre geri dönmeyişin kokusu. Koridor boyunca onun eşliğinde yürüdüm. Yerimi bulup oturduğumda hala benimleydi.
“Bay Büke? Çantanızı yine yukarıdaki göze koymayacaksınız, değil mi? O zaman lütfen kalkış sırasında ayaklarınızın dibinde tutun.”
“İyi akşamlar Ivory.”
Ivory Venera... Artık havayolları onun gibi hostesleri barındırmıyor. Fırsat eşitlikçilerinin çabaları sonucu uçakta size yaşlı, şişman ya da erkek bir görevli servis yapabiliyor. Ivory ise görmemezlikten gelebileceğiniz biri değil. Ama uzun süre gözlerine bakamayabilirsiniz. Sarışınlardan hoşlanıyorsanız, uçakta uyumakta korkmayın: Ivory size rüyanızda eşlik edecektir. Eğer sarışınları sevmiyorsanız, bu da sorun değil, artık seviyorsunuz.
Ivory ile sıkça karşılaşırız. Bir süredir ne istediğimi bile sormuyor; tepsi önüme konduğunda herhangi bir süprizle karşılaşmıyorum. Genelde kendisi kalkışa kadar biraz gergindir. Bir sürü emir yağdırır:
“Koltuğunuzu dik konuma geçirin! Kemerinizi bağlayın! Çantanızı aşağıya, öndeki koltuğun altına koyun!”
Kalkışla beraber yumuşar. Artık arzularınızı sorgulayan bir Ivory vardır karşınızda.
“Bu sefer Londra’dan başka yere transferiniz var mı?”
“Yok, işim sadece Londra’da. Yeni kitabımın tercümesi üzerinden geçeceğiz.”
“Oh! Yenisi çıktı demek. Genelde İngilizceye çevrildiğinde onlardan haberim oluyor. Aslında gayet akıcı konuşuyorsunuz, niye İngilizce yazmıyorsunuz?”
“Ivory, sen benden çok daha güzel konuşuyorsun. Sen niye yazmıyorsun?”
“Ben yaşamayı tercih ediyorum Sayın Büke.”
Henüz Ivory ile yaptığım bir laf dalaşını kazanamadım. Sadece Ivory değil, hiç bir kadınla yaptığımı kazanamadım. Artık nerede hata yaptığımı da bulmayı bıraktım. Yenilgilerin tadını çıkarıyorum.
...
Havalandık. Her zamanki gibi okyanusa doğru geniş bir kavis çizdik ve kuzeye yöneldik. Kemerlerini çözebilirsiniz sinyali gelince koltuğu arkaya yatırdım. Film seyretmeyecektim. Birazdan Ivory şarap servisi yapar, o zaman da bir şeyler okumaya başlardım.
“Affedersiniz.”
Ben seni çoktan affetim. Böyle bir sesin sahibi affedilmez mi? Hatta hangi sebepten kusurlu bulunabilinir? Hayatınızdan çıktıktan sonra enkaz bırakmasından mı? Varsın bıraksın.
“Affedersiniz, rahatsız ediyorum.”
Kafamı kaldırdım, sesin sahibi yanımdaki koltuktaydı. Onun arkasındaki camdan akşam güneşi geliyor, yüzünü göremiyordum. Topuklu ayakkabıları, uzun bacakları vardı. Bir yerlerde eteği de olmalıydı ama şimdilik görüş alanımın dışındaydı.
“Siz Yusuf Büke’siniz değil mi? Hostes size hitap edince istemeden kulak misafiri oldum.”
Gözlerim ışığa alışınca hatlarını seçebildim: Uzun, koyu renkli saçlar, hafif kemikli bir yüz ve şarap rengi dudaklar. Saçları kulaklarını örtüyor, küpeleri olup olmadığını göremiyordum. Göz göze gelince, ifadesinden o ana kadar hiç bir sorusuna cevap vermediğimi farkettim.
“Pardon, bir an kafamı toparlayamadım. Evet, ben Yusuf Büke’yim.”
“Tam da sizin kitabınızı okuyordum...”
Elindeki kitabın kapağını gösterdi: Rhye’ın Yedi Denizi.
“Güzel. Ama ciltlisini alsaydınız bana daha çok para kazandırırdınız.”
“Ciltlileri sevmiyorum, çantama sığmıyorlar.”
Herhangi bir okurla yapılan klasik sohbet girişiydi. Okurlar size gelirler ama ne diyeceklerini bilemezlerdi. Ben her zaman Dostoyevski ya da Kafka’ya soru sormak için hazırlıklıyımdır ama herkesten bunu beklememeyi çabuk öğrenmiştim.
“Bu ilk okuduğum kitabınız değil. Hemen hepsi var bende. Tekrar tekrar okuyorum.”
“Demek ki onları benden çok okumuşsunuz.”
Kitabını kapattı. Kaldığı yeri işaretlememesi dikkatimi çekti.
“Yüz kırk altıncı sayfadayım. Genelde aklımda tutabilirim.”
“Ya tutamadığınızda?”
“Yeniden okurum, fena mı?”
Manalı bir şekilde gülümsedi, ya da o dudakların herhangi bir sebepten dolayı kımıldaması bana manalı geldi.
“Şarap ister misiniz?”
“O dudaklardan mı?” diye soracaktım ama seslenen Ivory idi.
Durumu farkedip hostese döndüğümde, onun anlamlı şekilde gülümsediğine emindim.
“Kırmızı mı, beyaz mı?”
“Ne zaman beyaz içtim ki?”
Her zamanki küçük şişelerden uzatmak yerine plastik bardağımı bir 75 likten doldurdu. Şişenin etiketi dikkatimi çekti.
“Galet au Chalet mi? Chateau Condillac’a ne oldu?”
“Bu gayet güzel bir Bordeaux, Bay Büke. Güvenin bana, seveceksiniz. Hem sohbete Chateau’dan daha iyi eşlik eder.”
Yanımdaki koltuğa ise bir Chardonnay verdi. Ivory koridorun diğer tarafındaki yolcularla ilgilenmeye başlayınca ben de okuruma döndüm.
“Sizin adınızı hala bilmiyorum.”
“Michele Bachmann, memnun oldum.” dedi ve elini uzattı. Parmakları benimkilerden uzundu.
“Ben de öyle” deyip elini hafifçe sıktım. O kadar kitabımı okuduktan sonra hala karakter tahlilimi el sıkışımdan yapıyorsa onun bileceği işti.
Şarabından bir yudum aldı.
“Ne diyordum, evet, size hayranım Bay Büke. En sıradan konulardan anlatacak bir şeyler çıkarıyorsunuz. Bunu süslü bir dille de yapmıyorsunuz ama yine okurken geriye dönüp tekrar okumak durumunda kalabiliyorum. Nereden aklınıza geliyor bu fikirler? Bu ortamları, kurguları nasıl yaratabiliyorsunuz?”
Tipik bir okur sohbetine devam ediyorduk. Sorun yoktu, bildiğim sulardı.
“Bir olay örgüsü yaratmak zor değil aslında. İnsanlar zaten çelişkilerle dolu. Yazar olarak sizin yaptığınız okuyucunun kendi çelişkilerini ona hatırlatmak.”
“Çelişkiler derken?”
“Doğru olduğunu düşündükleri ile yapmak istedikleri arasındaki farktan bahsediyorum.”
“Her zaman doğru olduğuna inandığımızı yapmıyor muyuz?”
“İstediğimizi yapıyoruz, sonra da doğruları ona getiriyoruz.”
Burada onu kaybettim.
“Basit bir olay hayal edelim” dedim. “Ne olsun? Hımm, diyelim ki metro istasyonundasınız. Metroya biniyorsunuz, değil mi?”
“Tabi ki. New York’ta yaşıyorum.”
“Güzel, örnek daha da canlı olacaktır. Perondasınız, tren bekliyorsunuz. Sizden başka bir adam da var. Adam iyi giyimli.” Bu noktada Michele’i baştan aşağı süzme fırsatı elde ettim. “Siz de öyle. Trenin ne zaman geleceği belli değil. Bekliyorsunuz. Birbirinizi görüyorsunuz ama pek de farkında değilsiniz.”
“Adam biraz ileride ve kenara daha yakın, ben de arkasından mı bakıyorum?”
“Nasıl isterseniz, öyle olsun. Sonra bir üçüncü kişi çıkageliyor. İri yapılı ve kılıksız biri. Bu adam nerede duruyor sizce?”
“Zenci benim yakınıma mı geliyor?”
“Adamın zenci olup olmadığını söylemedim ama önemli değil. Önemli olan sizin, yani okurun, boşlukları kendince dolduruyor olması. Artık okur da yazarla birlikte öyküyü oluşturmaya başlamıştır.”
“Doğru, siz zenci demediniz. Ben neden onu zenci yaptım?”
Sebebini söyleyemezdim. Uçakta, ellerimizde şaraplar varken söyleyemezdim.
“Her neyse. Zenciniz size yaklaşmak yerine az ilerideki beyefendinin arkasında duruyor. Niye böyle yapıyor?”
“Onu mu soyacak?”
“Hayır. Bir anda adamın sırtına yüklenip, onu perondan aşağı, rayların üzerine atıyor.”
“Tren geliyor mu? Hep korkmuşumdur birisinin beni trenin önüne itmesinden.”
“Belki geliyordur. Henüz görmüyoruz. Bu durumda siz ne yapardınız?”
“Adama yardıma koşardım. Ama bu arada zenci ne yapıyor?”
“Çok güzel!”
Kadehim, daha doğrusu plastik bardağım boşalmıştı. Hostesi çağırma düğmesine bastım.
“İşte bahsettiğim doğru olanla canınızın istediği ayrımına girmeye başladık bile. Doğru olan adama yardıma koşmak. Ama hemen ardından kendinizi riske atmama fikri geliyor ve kılıksız adamın, nam-ı diğer zencinizin, ne yaptığını soruyorsunuz.”
“İyi de zenci beni atacaksa oraya gitmemin kimseye faydası olmaz ki.”
“Bu düşünce de sizi doğru bildiğinizi yapmaktan alıkoyuyor: Kendi üzerimizdeki potansiyel tehlikeyle başkasının halihazırda içinde bulunduğu tehlike arasında bir ikilem yaşıyoruz. Bir romanı değilse bile bir öyküyü bunun üzerine kurmaya başlarsınız. Gerisi gelir.”
“Bir şey mi arzu etmiştiniz?”
Ah Ivory! Başka zaman olsa inene kadar kafamda bu sorun çınlardı ama bu sefer değil.
“Bir şarap daha alabilir miyim? Hatta daha iyisi, şişeyi getirir misin?”
“Ne yazık ki misafirlerimize her seferinde yalnızca bir kadeh verebiliyoruz. Bir ikincisi için beni yeniden çağırmanız gerekli.”
“Gelecek olan sensin. Gözünde büyümüyorsa...”
“Size hizmet bir zevktir Bay Büke.”
Son cümleyi neredeyse dişlerinin arasından söylemişti. Bu sefer giderken arkasından bakmadım.
Dikkatimin dağıldığını farkeden Michele:
“Siz nasıl bitirirdiniz bu olayı?”
“Olay derken?”
“İyi giyimli bey rayların üzerinde, zenci yerinde duruyor. Ben de öyle. Herkes tren gelene kadar hareketsiz mi kalırdı?”
“Bir çok varyant denemek mümkün. Ama benim tercihim, biraz durakladıktan sonra sizin peronun kenarına kadar gitmeniz olurdu. En azından adamın ne durumda olduğunu görmek için.”
“Peki zenci bir şey yapmayacak mı?”
“Hayır, kımıldamadan size bakacak.”
“Sonra?”
“Ne zaman ki siz raylardaki adama seslenmeye başlayacaksınız, kılıksız adam devreye girecek ve size susmanızı söyleyecek. Siz de susacaksınız. Sonrasında zenci size yerinizden kımıldamamanızı söyleyecek. Yoksa sizin için kötü olacak.”
“Ne yapacak ki? Beni de mi atacak?”
“Bilmiyorsunuz. Ama eli kapüşonlu eşofmanının cebinde.”
“Silahı mı var?”
“Bilmiyorsunuz.”
“O zaman?”
“O zaman hiç bir şey yapmıyorsunuz. Rayların üzerindeki adam tam olarak kendine gelemiyor. Siz hiç olmazsa peronun ortasına geri dönmek istiyorsunuz ama zenci size kımıldamamanızı tekrar emrediyor. Yerinizde çakılı kalıyorsunuz. Trenin sesi geliyor. Sinirden, çaresizce ağlamaya başlıyorsunuz. Trenin kendisini görüyorsunuz. İstasyona girdiği için yavaşlıyor ama duracak kadar değil. Tren adamın üzerinden geçiyor. Kanının bir bölümü üzerinize, hatta yüzünüze sıçrıyor.”
“Ama böyle şey olmaz. Kimse orada hareketsiz kalmaz. Ya raylardaki adama yardım eder, ya da kaçar.”
“İki sebepten dolayı yanılıyorsunuz. İlki, bu tip ortamlarda insanlar otoriteye sorgulamadan uyma eğilimindedirler. Hele tren gelmiyor olsa yerinizden kımıldama fikri aklınıza bile gelmez.”
“İkincisi?”
“İkincisi, öyküyü ben yazıyorum. Bu yüzden siz olduğunuz yerde kalacaksınız ve okuyucu da bunu doğal kabullenecek.”
“Galiba haklısınız. Siz yazarsanız inanırırım.”
“Tabi inanırsınız. Ben profesyonel bir yalancıyım.”
Anlamadı. Yüzüme “Nasıl yani?” dercesine baktı. Ben de gözlerimi kaçırmadım. Belki de bu yüzden yanıbaşımda, hiç bir şey söylemeden dikilen Ivory’i farketmedim. Getirdiği şarap bardağını önüme koydu ve eğilip kulağıma “Hemen söylemenize gerek yoktu. Nasıl olsa sabah kendisi farkedecekti.” dedi.
Ivory’i seviyordum.
YORUMLAR
Bu hareketli öykünün içinde dolaşıp durdum. İçine girdim.
Çok severek okudum. Güne gelmesi gereken bir öykü,
Güne geldi mi bilmiyorum.
Başarılarınızın devamını diliyorum, sevgilerimle...
İlhan Kemal
Umarım herkes yolculuğa çıkıyordur (Ben çıkamıyorum). Sevgilerimle.
İlhan Kemal
Yazılarınızdaki hareketlilik, sıra dışılık, sürprizler, olay örgüsünün sağlamlığı okura iyi ki okumuşum dedirtiyor. Haklı başarınızı tebrik ediyorum. Yine çok titiz bir çalışmaydı. Saygılarımla.
İlhan Kemal
Bu kadar uzun olmayacaktı ama bir yanımda Michele, diğerinde Ivory, sahneyi bırakmak elimden gelmedi. Siz de bu iddiasız öyküden keyif aldıysanız ne mutlu bana.
Aysel Hanım, hazır burada kimse yokken söyleyeyim, öykülerinizi bekliyorum. Uzun bir aradan sonra bir tane yazdınız ama o da tek kaldı gibi. Saygılarımla.
Kadınların neden yazarlara karşı bu denli safça yaklaştıklarını anlamadım gitti. Hiç bir erkekte yazar fanatizmi olduğunu sanmam.
İlk kez bu kadar uzun bir yazınızı okuyorum. Sanırım pek de yabancı gelmedi. Bir kez daha anladım ki, uzun yazıyı okutmayı başarabilenler de varmış...
Ayrıca öyküde çaktırmadan ders de veriliyor, bu da güzel.
Türkçe'yi son derece başarılı kullanıyorsunuz. Hem de Türkçe'nin en sade haliyle...Bu da sizi anlaşılır kılıyor.
Havai fişek gibi patlayan bir final beklemiyordum zaten. Ama daha sıradışı bir şeyler de bekliyordum -final anlamında- Tabi eğer son cümlenin demek istediğini yanlış anlamadıysam.
Beyefendi, çok başarılısınız. Ve evet...Siz sahiden bir yalancısınız; böyle bir yeteneğin profesyonel olmadığına inanmamı beklemeyin benden. Ya da siz hala keşfedilememişseniz bu kimin suçudur diye düşünüyorum...
Bu site sizden çok şey öğrenecek.
Saygılar.
İlhan Kemal
Herhangi bir erkek mesleğinden dolayı bir kadından etkilenme var mıdır ki? Eğer bu meslek feminen kabul edilenlerden biri değilse (Hosteslik, mankenlik, vs) gözü kapalı peşinden gitme (Meslekten etkilenip) olmaz. Peki kadınlar bunu niye yapar? Bilmiyorum. Kadınlar yapıyor mu? Bunu da bilmiyorum.
Finale dediğiniz gibi eğer sevgili Michele kalkıp uçağı kaçırmayacaksa patlayan bir final olmazdı. Sıkça yaptığım süpriz finallerden sonra daha durağan, bitmemiş izlenimini veren, hatta "Yalancı! Öykü böyle değil başka şekilde bitiyordur ama sen söylemiyorsun" dedirten bir final istedim: Ivory de yardımını esirgemedi.
Anlatılara giden yollardan ben bir tanesini seçtim, siz biraz daha ötedekini. Dillerin, kurguların ve anlatılanların farklılığı inanılmaz zenginlik sağlıyor, baklavaların altından güller açıyor.
Yeteneğe gelince: Bugünkü yazınıza yapılan yorumları tekrar okumanızı öneririm. Bu konuda da epey fikir veriyorlar. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Evet eminim yanılmıyorum...
Tekrar saygılar.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
Böyle iyiyim. İnşallah daha uzun süre de böyle devam eder. Baskıdan, tepkiden ve gereksiz tartışmalardan uzak...
Siz de öylesiniz ve hep öyle kalın, yani bu gün polemiğinden daima uzak kalın. Ki kaldığınızı görüyor ve profesyonel yazarımla tekrar tekrar gurur duyuyorum.
Aynur Engindeniz
Günün yazısı seçilirse hiç şaşırmam doğrusu. Çok başarılıydı. Öyküsü, kıvraklığı, iç içe geçişleri ve anlatımın dozu... Sevdiğim tarzda bir paylaşım olduğu için zaafımdan faydalandınız biraz da...bayıldım, kutlarım değerli kalemi.