- 830 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ölümün Kıyısında Hayal Kırıklıkları
BÖLÜM 1
Kırış kırış bir yüz… Altmış yılın çizgileri… Askerlikten kalma bir kurşun izi… Çukura kaçmış çakır gözleri… Dünyanın kahrına dayanmaya çalışan, gelecekten umudu kalmamış bir adam sahilde kayıkların arasında taşlıklara uzanmış; mehtaplı gecenin pırıltılar içinde aydınlattığı denizin öfke ve kırgınlık dolu sesini kıyıya yükselten haykırışlarını dinliyordu. Ufuktan esen hafif bir meltem gecenin sıcaklığını bastırmak için tüm soluğunu harcıyor, göç eden kuşların birbirine seslenişleri ardında ortaya kartpostallara layık bir manzara sunuyordu. Uzak diyarları düşleyen, farklı boyutlarda yaşamayı dileyen küçük bir çocuk gibi ufka seyre dalıp giden adam sessizliğini bu muhteşem manzaranın büyüsünü bozmamak dileğiyle koruyordu. Ama bir anda öyle bir düşüncelerle sarsıldı ki… sanki içinde bir yerlerde konser veriliyormuş gibiydi adeta. Hayatı boyunca hiç kimseye açılmadığından içine kapatmış olduğu dertleri bir anda su yüzüne çıktı. Adam bu dert denizinde boğulmamaya çalışırken aniden kapıldığı büyülü manzaranın etkisinden de çıkıverdi. Aklına gelenler uzun sayılmayan kısa bir aşk hikâyesinin başlangıcıydı…
Pardüsen savrulurken
Köşeyi döndüğün o günde
Beni ağlattığın
O pencere önünde
Sen uzaklaştın
Hıçkırıklarım çoğaldı…
O ses hala kulaklarımda
Kapı pervazını nasılda
Arzuyla bağrına basmıştı
Ve bir şeyler kavuşurken
Biz ayrılmıştık…
…Yaşlı adamın yani Anthony’nin düşler kraliçesine hitap ettiği son sözler bunlardı. Hayatı boyunca düşlediği o kadını savaş esnasında kaybetmek onu hayata küstüren ve bir daha döndüremeyen son darbe olmuştu. Gençken yaşadıklarının yaşlandıkça unutacağını sanmış olsa da altmışlara merdiven dayadığı vakit arkasına usulca dönüp baktığında tüm dertlerinin bir basamak ardından onu takip ettiğini görmesi şaşırılacak bir şey değildi… Anthony içinde yarım kalmış bir hikâyenin izlerinin onu umutsuzca ölüme sürüklediğinin farkında bile değildi. Sonunda karaya vuran bir balığınki gibi son çırpınışları içerisinde son nefesini de vermiş olacaktı. O son gününde de Sabrina’yı düşlüyordu.
Bir pamuğun cilde dokunuşu gibi yumuşacık hisler bırakan o nazik esinti kendini hoyratça bir esintiye bıraktı. Sanki rüzgar adama hislerini anlatıyordu. O zaman fark etti küçük aşkının ölmeden önce söylediği son sözlerini… “sen uyurken kızıla boyanan denizler ardında uçuruma attım sensizliği, haber saldım rüzgarlara fısıldasınlar kulağına seni çok özlediğimi”
BÖLÜM 2
Vapurların sahile gelişlerinde bağlanmak için atılan halatlar gibi güneş de dünya yüzeyine kendi ışınlarını saçıyordu. Savaşın getirisini andıran kırmızıya çalan bir renk vardı havada. Yeryüzünde kurumuş ağaçlar, kurumuş dallar, kurumuş göller ve kurumuş hayaller… güzelim çayırlıklarda koşuşturan çocuklardan, otlayan ineklerden, süt emmeye çalışan minicik kuzulardan, koyunları aynı yerde toplamaya çalışan çoban köpeğinin pire saldırısına karşılık zıplayıp durmasının ve bu halinin Anthony için gerçekten komik olduğu düşüncesiyle gülmekten kırılan eğlenceli hali yoktu şimdi. Eskiden yaşanan mutlu zamanlar şimdi birer ölüm çığlına dönüşmüştü.
Savaşlarda yaşanan hiçbir şey unutulmuyordu… Balıkçıların suda debelenirken görülmesi ve sonunda kan gölü olmuş deniz… Ya o kadının kaçmaya çalışırkenki çığlıklarına ne demeli? Kadın anneydi… savaştan küçücük bir canlıyı kurtarmaya çalışan bir anne… Helikopterler kadının çekmeye çalıştığı kayığı gördükleri an ateş alına alınması emredilmişti askerlere… hiç düşünmelerine fırsat kalmadan kadın ne kadar bebeğine sıkı sıkıya sarılmış olsa da tüm bedenleri delik deşik olmuştu… Savaşları açanlar hiç düşünmüyorlardı bile ardında bıraktıkları o et torbalarının üstüne akbabalarının konuşunu…
İşte bu kötü zamanlarda sevmişti Anthony o unutulmaz aşkını. Ne feryatlar etse de ailesi çocuklarını yolcu edemeden bu diyardan göçüp gitmişlerdi. Ardında bir garip hüsran bırakmışlardı. Her büyük kayıp bir güzel haberi yanı başında sürüklerdi. Bu haber değildi. Bu bir aşktı… Korkudan altını ıslatan, istediği şeye sahip olamadığında ağlayıp sızlayan bu sekiz yaşındaki velet altı yaşında küçücük bir kıza aşık oluvermişti. Anthony düşler kraliçesine kırık dökük, hiç de vilayet sahibi bir kraliçeye yaraşır olmayan çürük tahta parçaları, yerlerde büyüklü küçüklü böceklerin dolaşığı bir yerde sahip olmuştu. …
BÖLÜM 3
Uzaktan bir siluet yaklaşmaya başladı. Anthony ise ailesinin kaybı ardından evlerinin arta kalan çürümeye yüz tutmuş gecekondularının tahta parçalarının altında saklanıyordu. Annesinin almak için uzun zamandır biriktirdiği ve sonunda sahip olduğu o muhteşem antika vazolar şimdiyse etrafa saçılmış parçaları üstüne basıldıkça ufalanıyordu. Babasının kelepir aldığı eski basım kitapların kağıtları havada süzülmekteydi. Etrafta bu kadar çok hayal kırıklığının olması dünyayı yaşanmaz bir hale sokmuştu…
Siyahlara bürünmüş cenaze arabası gibi yavaşça toprak üstünde süzülüp Anthony’nin yanına kadar gelen aslında küçücük bir kızdı… “Düşler kraliçesi” diye geçirdi Anthony içinden. Bir anda altı yaşındaki o küçücük kıza, simsiyah kibirli bakışlarına, saçlarının rüzgârla birlikte büyük bir edayla savruluşuna kapılmıştı. Hayal dünyasına yolculuk ettiğini, kız onu ayağıyla dürttüğü an fark etti. Hayallerinde onunla bir ömür boyu hastalıkta sağlıkta evet diyebileceği, yaşamı boyunca onunla aynı yastığa baş koyup hayatının sonuna dek bir çatı altında yaşamayı diledi.
Sonunda Anthony konuşabildiğinde kızın çok utangaç olduğunu fark etti. İsminin Sabrina olduğunu ağzından zar zor alabilmişti. Sabrina her konuştuğunda utancından yüzü kızarıyor, sesini alçaltıyordu. Bu Anthony’nin onu daha da sevmesine yol açmıştı. Anthony, Sabrina’nın yanına oturmasını talep ettiğinde kızın bakışlarında tedirginlik olması içten değildi. Onun bile savaş yanlışı olabileceği konusu geçti aklından. Ama sonra çok geçmeden oturmuş ve aralarda sessizlik eşliğinde sohbet ortamına çevirmişlerdi. Arkalarında hala bir savaşın varlığını unutmuş gibiydiler. Şimdi ölümü değil oyunları düşünen, yüzü gülen, ellerinde çikolatayla ağızlarını kirleten bluzleri çamurdan geçilmeyen bir çift çocuğa dönüşmüşlerdi.
Etrafın yalnızlığından yararlanan can çekişen ruhların saadete erdiği sokaklarda, kiliseden yükselen çan sesi sanki tüm kenti hipnoz etkisine almıştı. Düşmanlar bıkmadan insanları katletmekte, kaybedenler sevdiklerinin ardından haykırışlarla son nefeslerini vermekteydiler. Savaş halen devam etmekteyken alacakaranlığın ortasından gözü kör kocaman bir kuzgun yalpalayarak Anthony ve Sabrina’nın oturdukları yerin üstüne kondu.
Yasak bir takım işlere başvuran, bunda da şimdi pişmanlık duymaya karar verip onu bağışlamaları için yalvaran gözlerdeki bakışlara karşılık kin dolu bakışların ardında, cellâdın gözünü yummadan oracıkta adamın kafasına hançeri indirişi… Ölümünün son anında adamın çığlıklarınkini andıran sesi kuzgunun can çekişen gaklayışıyla birebirdi. Kuzgunlar bir yere konup bu şekilde bağırdıklarında ölümün ya da hastalığın habercisi olurlardı. Bu da onun bir benzeriydi. Çok geçmeden uzaklardan cübbeli bir adam, nasırlı elleriyle dalları sinsice itip yanlarına yaklaşıyordu. Kusursuzca düzenlenmiş bir oyun gibi adam elinde baltayla Sabrina’nın boğazına hızla saplayıverdi. Anthony kıza bir süre bakakaldı. Sabrina onu sevdiğini dile getiren sözlerini son nefesiyle birlikte verdiği an unutulmaz aşkı ardından göz yaşı döken Anthony ağlasa da geri gelmeyeceğini düşündü. Adam o anda baltayla Anthony’e döndü. Çocuk korkudan bağıra çağıra upuzun çalılıkların ardında gözden kayboldu.
BÖLÜM 4
Hayat…
Hem uzun, hem de kısa… Dar yaşam alanımızda her gün farklı mutluluklar ve sürprizler yaşıyoruz. Öyle anlar oluyor ki, zorlukları alt edemeyecek kadar küçük hissediyoruz kendimizi… İşte böyle anlarda yaşamın, Latin danslarındaki kadar hareketli, tangodaki gibi hata yapıldığında baştan başlanabilen ve modern danstaki gibi sınırları zorlayan dürtülerinden fazladır.
Anthony düşler kraliçesini kaybettiğinde hayata bu şekilde bakmaktansa kara bir çarşaf altına gizlenmeyi tercih etti. Unutulmaz aşkının ardında bıraktığı rüzgarlarla dile gelen sesleri onu dimdik hayatta tuttu… Ama o hala yaşama somurtarak bakmaya devam etti ve Sabrina’yı unutmamaya yemin etti. Ve sonunda aklına gelen dertleri onu hayatın kıyısına sürüklediğinde yaşamın bittiğini kendine hatırlatıp uçurumdan kedini soğuk suya atıverdi… Yaşamı, vücudu sert bir şekilde denize çarptığında sona erdi…
YORUMLAR
Eskiden yaşanan mutlu zamanlar şimdi birer ölüm çığlına dönüşmüştü.
Savaşlarda yaşanan hiçbir şey unutulmuyordu… Balıkçıların suda debelenirken görülmesi ve sonunda kan gölü olmuş deniz… Ya o kadının kaçmaya çalışırkenki çığlıklarına ne demeli? Kadın anneydi… savaştan küçücük bir canlıyı kurtarmaya çalışan bir anne… Helikopterler kadının çekmeye çalıştığı kayığı gördükleri an ateş alına alınması emredilmişti askerlere… hiç düşünmelerine fırsat kalmadan kadın ne kadar bebeğine sıkı sıkıya sarılmış olsa da tüm bedenleri delik deşik olmuştu… Savaşları açanlar hiç düşünmüyorlardı bile ardında bıraktıkları o et torbalarının üstüne akbabalarının
ŞİİR İÇİN UĞRAMIŞTIM..NE ÇIKARSA BAHTINA MİSALİ BURAYA YOLUMUZ DÜŞTÜ...İYİKİDE DÜŞMÜŞ...ETKİLEYİCİ VE İBRET VERİCİYDİ YAZI...ÇOK ÇOK ANLAMLI BİR DUYGU PAYLAŞIMIYDI...DİĞER YAZILARINIZA GEÇİYORUM..
YÜREĞİNİZ VEDE KALEMİNİZ DERT GÖRMESİN ..KUTLUYORUM.