- 767 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
BİR DİLİN ÖYKÜSÜ…
Bu yazı kesinlikle Faşist bir duygu ile değil, seneler önce barışçıl bir his ile yazılmıştır.
Hayatın anlamını, konuşmak istediklerimizi, hayatın değişik tonlarını birbirimize anlatabildiğimiz bir araç. Benliğimizin simgesi haline gelen bir yapı. Temeli asırlara dayanan bir dilin öyküsü: ‘TÜRKÇE’
Zaman hiçbir kimseye torpil geçmeden ilerliyor. Hayat her geçen gün farklı görünen, ancak gerçekte tek bir ufkun yolcusudur. Bu yolculukta, aynı tohumdan ekilmiş farklı benlikler taşıyan insanların dünyasıdır. Yani bizlerin. Mozaikler belli bir hatta dizilmiş ve bizim oradan yürüyüp ilerlememizi sağlayan; hem ilahi hem de soyut kavramlardır. Var olunan mozaik taşının üstünde insanlar belirli bir topluluk halinde ilerleyişlerine devam ederler. Böylece her topluluk kendi benliğine uyacak bir iletişim ağı kurar. Bu iletişim organı kendi etnik yapılarını farklı mozaiklere yansıtacak kadar zarafetli ise, o toplulukta geçerlilik kazanmış olur. Türk milletinin etnik yapısına uygun, milletler arası bir saygınlık kazanmış Türkçe’de Anadolu’dan, Orta Asya’nın uçsuz bucaksız dağlarına, vadilerine ve yaşanılan her karış toprağına ışığını yansıtabilmiştir. Türkçe, bir Türk insanı için hayatının her anına kök salmış, hayatına mana katan, sevilmeyi, sevmeyi, incitmeyi veya incitilmeyi insana tattıran farklı bir heyecanın kaynağıdır.
Türkiye, Türkçe’nin geliştirilip, yaşatılmasında en önemli görevi üstlenen bir devlettir. Bu görevi yerine getirecek ve rengarenk tohumlar atarak nesillere kazandıracak bir potansiyele sahiptir. Ülkelere köprü olan, ulaşım olarak dünyanın ana hatlarını birbirine bağlayan, her gün yattığı toprak altında tonlarca maden yatan ve zenginliklerini ciltlere sığdıramayacak kadar geniş olan Türkiye’miz, kalkınmanın birinci adımını sahip olduğu dilinde bulmalıdır. Diline sahip çıkıp onu geliştirecek her ortama zemin hazırlamalıdır. Çünkü dil, geliştirilip daha müzeyyen bir makama ulaştırılmak için uğraşılmazsa, kendini daha çok yalnız hisseder ve farklı medeniyetlerin esiri olur. Yapacağımız işlerde kullanacağımız Türkçe’miz bağımsız olmalıdır. Pak bir sayfa insanlara ne kadar beyaz görünüyorsa, kendini masum hissettiriyorsa, dilde yalın olduğu kadar insanlar için de makul gözükür. Yapısın da ışık dolu bir geçmişi olan, zafer taklarına eşlik edip, kulaklarda nağme olan, asırlardır Türklüğü barbar görenlere heybet veren dilimiz, ona karşı olunan her atılımda direnmiş, ancak çok yontulduğu için gerçekliğinden uzaklaştırılmıştır. Böylece bizlere gerçek dilimiz unutturulup, sahte, mozaik taşlarına gölge olan, varlığı birkaç kitaba sığdırılmayacak kadar küçük bir dil verilmiştir
Bizim sahip olduğumuz nitelikleri nitelendireceğimiz kadar kapasitemizin üstünde olan bir dilimiz vardır. Ne yazık ki bu sahip olduğumuz nitelikleri nitelendirecek kadar gücümüzü kullanma yoktur. Bizlerin, yani Türk milletinin en zayıf olduğu noktada gücünü kullanamamasıdır. Türkçe büyük bir başkalaşıma zorla sürülmüştür. Üzerine vuran her dalga ondan bir şeyler alarak tarihin tozlu sayfalarına gömmüştür. Türkçe değiştirilmiştir. Kelimelerimiz görünüş bakımıyla şen şakrak, sahte boyalarla boyanmış, cilası fazlaca atılmış ve nakışları düğümlenmiş bir yapıya bürünmüştür. Türkçe’miz herkesin gözü önünde ,artık utanılmayacak bir şekilde taciz edilmeye de başlanmıştır.
Herkes bilinçli bir şekilde Türkçe’nin dokunulmazlığını savunmuş, ama dokunulmazlığı bozanda yine savunucular olmuştur. Kelimelerimiz zorbaca değiştirilmiştir .Tanıtım-demo, sunucu-spiker ,radyo sunucusuna-diskjokey, hanımağa-firstlady, dükkan-store, bakkal-market, torba-poşet, mağaza-süper, hiper-gross market, ucuzluk-damping, sayı tablosu-skor board, bildirge-deklarasyon, sevdiğimiz şeyler-hobby, belediye girişleri-welcome, çıkışta-goodbye, savunucuya-bodyguard, meslek ve sanat uzmanlarına-duayen, itibara-prestij, alana-platform, merkezin-center, büyüğe-mega, küçüğe-mikro, sonlara-final, işhanlarına-plaza, bedestenler-galeria, sergiyerlerine-showroom, yol üstü yemeklere-fastfood, yemek çeşitleri-mönü, hesaba-adisyon, iki katlı ev-dubleks, üç katlı ev-tripleks, köşklere-villa, eşiklere-antre, bahçe çiçeklerine-flora, sevimliye-sempatik, sevimsize-antipatik, destek çıkmaya-sponsorluk, kır gezisini-picnic, bilgisayara-computer, hava yastığına-air bag, evetlerimize-okeyler, yıldızlarımıza-starlar; hatta Anadolu’mun sarp tepelerindeki bir tepede,bir köyde gözleme evine-cafe show diyenler…..
Türk ulusunun aynası olan Türkçe sahip çıkılmaya kıymettar bir hazinedir. Eğer dünya çapında düşünülecekse , eğer bir bayrak dalgalanacaksa , eğer temele bir taş koymak istiyorsak; Türkçe her zaman bizim kaynağımız olacaktır.
Dilimizi bilinçli kullanmalıyız. Her şeyden önce bilinçaltına alınmayan istemler uzay sonsuzluğunda uçmaya mecbur kalırlar. Belki iz bırakırlar, ancak bu iz kara bir is tabakasından başka bir şey değildir. Sigara dumanın kokusunun bir yerde bıraktığı koku nasıl pis ve tehlikeli ise; dilin yanlış kullanılmasından sonra bıraktığı iz de böyle bir girdapta didinir ve sonu gelmeyen bir çırpınışa, bir adıma kulaç atar.
Türkçe’mizin bu durumlara gelmesinin başlıca nedeni bizleriz. Çünkü suçu başkasında aramak yersizdir. Susuz bir ortamda boşuna çırpınan bir balık gibi, biz de yanlışlarımız ört bas etmek için çırpınıp duruyoruz. İstediğimiz birilerinin bizleri dürtüklemesidir. Birileri karşımıza çıkmadan, biz sessiz ve miskin bir ortamda beklersek tabi ki yeteneklerimizi köreltip, kaybederiz. Bizim gururumuz bir yarışmada birincilik olmamalı. Sevincimiz eğlencelerle gece geç vakitlere kadar kadehlere konmamalı. Silahlar zelil bir insan tarafından masumlara tutulmamalı. Bizim gururumuz dünyada kardeşlik bilincini oluşturmak olmalıdır. Bunu yerine getirebilmek de din, dil, ırk ve daha nice faktörlerin ışığı altında Türklüğün kardeş bilincini göstermekle olur. Türkçe’mizde bizim bu konuda en büyük dayanağımızdır. Kısıtlı değil, geniş bir diyalog çerçevesi altında Türkün o sıcak sevdasını; savaşlardan, yoksulluktan usanmış olan o soğuk bedenlere iliştirmektir. Bosnada, Pakistan’da, Afganistan’da, Irak’ta, Kafkaslar’da, Afrika’da, Sibirya’da ve belki de medeniyetler şehri adı verilen; Viyana’da, Paris’te, Londra’da….Türkçe’ye susamış olan Ural dağlarının eteğindeki Batumlulara, Karslılara, Muşlulara, Erzurumlulara...Ve vatan aşkıyla yanan genç Türk dili savunucularına…Adları zorla değiştirilen Şakirlere, Mehmetlere, Ahmetlere ve nice Türk adı konulan insanlarımıza. Namusu uğruna, Türklük adına kavgasının sürdüren Nine Hatunun torunlarına ve nicelerine.
Bu uğraşımız vatana sevgimizden gelir. Kurtuluş savaşında vatanı uğruna haklarını oğullarına kabul etmeyen ninelerimiz Türklük ateşiyle kavrulmuşlardır. On altı yaşındaki Hanefi bacının yürek yakan Çanakkale destanı bir vatan aşkıdır. İşte vatan aşkı demek Türkçe’yi korumak demektir. Günümüzü gün eylerken suçu başkalarında aramamalıyız. Biz böyle miskin olursak bizi makaraya ip gibi tabi ki sararlar. Biz Türklük tuğramızı adımını bastığımız her toprakta oluşturmalıyız. Atalarımız gibi Yüce Allah’ı tanımalı, ona sonsuz hamd ve şükürlerde bulunmalıyız. Çünkü onsuz yola çıkarsak sahipsiz kalırız. Türk dili gibi mukaddes bir davanın yolunda Allahın izniyle, ulusa mal olmuş kişilerin nasihatleriyle devam etmeli ve eskide kalan yırtık sayfalardan ders çıkartarak atiye azimle çalışmalıyız.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN dediği gibi;
‘ Birbirimize vereceğimiz işaret:İleri,ileri,daima ileridir.’
YORUMLAR
Yazınızı keyifle okudum;altına imzamı koyuyorum... Türk Dil Kurumunun bu milletle dalga geçtiği, adeta mizah örneği verircesine uyduruk sözcükler ürettiği şu günlerde Atatürk'ün kemikleri sızlıyor mudur? Öte yandan en çok kullanılan yüz sözcükten altmışının yabancı kökenli oluşu bizleri mutsuz ediyor mudur?
Hakkın Sesi öyle güzel yazmışsın ki inan yürekten alkışlıyorum seni. Türkçe'miz öyle güzel bir dil ki. Ona layık olduğu değeri vermeli ve dikkatli kullanmalıyız.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN dediği gibi;
‘ Birbirimize vereceğimiz işaret:İleri,ileri,daima ileridir.’
Bu söze karşı daha ne denir ki. İyi ki yazıyorsun ve çok da güzel kuralına göre yazıyorsun. Tebrik ederim. Selamlarımla.
muhteşem yazmışsınız sevgili gönül dostu
bir millet diline , dinine ,gelenek ve göreneklerine sahip olmnalı.
Aslında sözün altın gümüşün sükunet olması lazım.
bizim ülkemiz gerçekten çok güzel yalnız biraz insanlarımız fazla deyişti
made kavramı insanlığın bu gibi değerlerin önüne geçmiş gibi
geçmişinden ders almak yerine geçmişini umursamaz durumda
yıllardır batılı insanlar geçmişlerin araştırmasında iken ,bizler kendi geçmişimize
sahip bile deyiliz.
insan aslına bakarsak bu zamanda kendisine birey olarakta değerlerini yitirmiş gibi duruyor
bizede şu kalıyor Yunusun dediği gibi
görelim MEVLAM neyler neylerse güzel eyler..............sevgiler selamlar gönlünüze A E olunuz