- 1737 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞAH VE SULTAN NEYİ ANLATIR?
Not : Adı anılmayan ve geleceğe mevcudiyeti olmayacak eserler
ŞAH VE SULTAN NEYİ ANLATIR?
Mezhepler arası kardeşliğe inancını her platformda vurgulayan ve bunu, Alevilerin gönülden bağlı olduğu,ne pahasına olursa olsun yolundan ve inancından zerre kadar şaşma göstermediği ünlü Türk hükümdarı Şah İsmail üzerinden kitabında da dile getiren yazarın aşağıda satır satır işleyeceğimiz cümleleri,zannımızca samimiyetten yoksun,bir tarafgirlik nazariyesiyle beyaz kağıda şöyle bir karalanmıştır.Tabi gündemin Alevilik ve sorunları üzerine teşkil edilen siyasi gelişmeleri de kitabın zamanlaması açısından son derece manidar.
Toplumsal, mezhepsel görüş ve ayrılıkların tarihin en eski çağlarından bugüne kadar her daim sosyal-siyasi amaçlar doğrultusunda revaçta kalması,şahsi hırs ve menfaatlerini,toplumun yekununa yakınının huzur ve istikrarından yeğ görenlerin işidir.Şimdi gelelim kitaptan birkaç alıntıya:
Kitabın 9.bölüm 78.sayfa 2.paragrafında,Haydar Can’ın ağzından aktarılan “Tebriz’de dört günde neler gördüm ve öğrendim ki burada Kızılbaşlık çeşit çeşit idi.Teke ilinde bizim bildiğimz…Kızılbaşlık,halkın çoğuna yabancı idi.Kur’an’ı küçümseyor,haram kılınan günahların birçoğunu helal sayıyor…terk edilmiş camiden getirdikleri dini kitapları ve Kur’an nüshalarını ateş yakmada kullanıyorlar…” sözleri ve daha ağza alınamayacak,normal bir insanın inanamayacağı, gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilintisi bulunmayan bu cümlelerde,bir bütün inanışı-Aleviliği/Kızılbaşlığı-bu şekilde vermesi neyle yorumlanabilir.Burada anlatılanlar,üstelik Can Haydar’ın dilinden verilmiştir.Çünkü Can Haydar,Alevi’dir.Onun Kızılbaşlık inancı hakkında söyledikleri daha kafa karıştırıcı,sözüm ona daha inandırıcı olur.Halbuki farklı mezhepten biri tarafından verilseydi bu sözlere hiç itibar edilmezdi.Hoş,bunlar da bizim nazarımızda biitibarîdir ya!
Allah,Hz.Muhammet, Hz.Ali ve ehl-i beyt sevgisini,birbirine gönül bağlarıyla bağlamış;bunu insanlık sevgisinin harcı yaparak inancının temeline oturtmuş bir inanışın taliplerine,böyle bir davranışı yüklemek herhalde gözlerini gerçeğe kapamakla izah edilebilir.
İlk insan topluklarından içinde bulunduğumuz toplumlara kadar kimin/kimlerin neye inandığı hep merak konusu olmuştur.Halbuki insanların neye,nasıl inanıp inanmadığı diğer inanç sahipleri(!)tarafından sorgulanmamalı,yadırganmamalıdır.Herkes aynı şeye inanmak , aynı ritüellerle ibadetini yapmak zorunda değildir.Bu hususta inanç kaidelerinin farklılığına değil inançta amaçlanan,varılmak istenen noktaya bakmak önemlidir.Bu noktaya ulaşabilmek,inanç sahibinin inancının sadece şekilselliğini uygulamak değil bilakis onun ruhunu,eşref-i mahlukatın(yaratılmışların en şereflisi : insan) özünde ve her mahlukatta Mutlak Varlıkı’n (Allah) tecellisini (görülmesi,hissedilmesi,sezilmesi) görebilmek önemlidir.Ne yazık ki bunu göremeyenler veya gördüğünü(!) ima edenler,ne kadar ilim-irfan sahibi olsalar da gerçek ilmin insanda olduğunu hiçe saymakta,onu yabana atmaktadırlar.12.bölüm(Kamber)12.sayfa 2.paragrafta “İşte, Kızılbaşlık ruhu bu idi. Savaşmak,ganimet elde etmek ve eğlenmek…” bu sözler,medyaya çıkıp birlikten,kardeşlikten dem vurularak verilen demeçlere ,ne kadar inanacağımızı ve saygı duyacağımızı alenen ortaya koymaktadır.Kızılbaşlık ruhu, ne zaman talan kültürüyle tanışmıştır;ne zaman kan akıtmıştır;ne zaman incitmiştir. “İncinsen de incitme.”inancı ve düsturundan hareket eden Efendi,Dede ve Taliplerden düşünce ve eylemlerine o nispette ters davranış nasıl beklenebilir?Bu akla karayı karıştıracak kadar şaşılacak şey doğrusu!Bizler ki her devride gerek sözle gerekse de fiili şiddetle üstüne gelinen,çok kanı akıtılan,derisi yüzülen,dara çekilen ve hatta yakın tarihimizde,çok yakında Sivas’ta yakılan – Sivas ismini anıyorsam bu Pir Sultan’dan,Aşık Veysel ve daha birçok candan ötürüdür-insanlar olarak hiçbir zaman öç alama duygusuyla hareket etmedik.Tepkimizi hep şiirle,türküyle verdik;bu zulmü yüreklerindeki karanlıkta besleyenleri lanetledik.
Özünde aynı ırktan gelen,aynı dine inanan,dolayısıyla kardeş olanların kardeşliğinin bir tema olarak verildiği bu kitapta s.133’e kadar-yaklaşık olarak kitabın yarısı-bütün olumsuz nitelikler Şah’ın etrafında-Şah’ın düşmanının kafatasından şarap içmesi,annesini boğdurtması,sürekli alkol alması vs.- pervane edilmiştir.Sultan’la ilgili hükümlere gelince bir iki ufak tenkitin- Kızılbaşlara yapılan çaprazlama kol ve bacakların kesimi,Sultan’ın babasını boğdurtması- dışında genelde övgülerin ve ululamaların olduğunu, kitabın iletisini düşünerek “Hani eşitlik,kardeşlik teması nerede?”cümlesi eşliğinde yazılanları,şaşkınlıkla ve esefle okumaktayız.
Sultan’ın Anadolu’daki Kızılbaşlık üzerine kurduğu politikalar,şiddetiyle uygulanadursun,halkın da buna iştirak etmesi için verilen fetvalar,devlet desteklidir.Şeyhülislam Zembilli Ali Cemali ile müftü Nurettin Sarı Gürz bu çirkin karalama safhasını,aklı başına devşirilmiş bir insanının inanamayacağı nispette yapmıştır.Ayrıca yüreklerinin karalığını yansıtan ifadelerle, bu inancın kendisine ve taraflarına yapılan hakaretlerde“…biraz da Osmanlı’daki siyasi gücün talebi doğrultusunda hareket ediyor gibiydiler.” cümlesi,sanki bu karalamanın tamamen ilgili kişilerin ve bağlı olduğu kuruluşların takdirindeymiş,siyasi erkin bunda etkisi neredeyse yokmuş gibi lanse edilmesi tamamıyla şaşırtıcı.
Dikkat çekici unsurlardan biri de Sultan’ın Şah üzerine yapacağı seferi “…cihat emri mucibince yollara dökülmüş ilerleyen…”(s.155,2.p.) cümlesinde dile getirdiği “cihat emri” mana itibarıyla ilginçtir.Çünkü cihat bir yönüyle“Din uğruna gayrimüslimlerle yapılan savaş” manasındadır.Peki,burada savaşılan taraf kim,onların dini inancı ne?Yoksa inançları,Alevilik, İslam dışı mı kabul görmektedir?
Bir başka bölümde de Şah,Anadolu Alevilerini,gücüne güç katmak,manevi kimliğinin olanaklarını genişletmek için,Anadolu’da daha önce hiç yaşanmamış(!) ayaklanmanın, emirleri ve askerleri nezdinde çıkmasını sağlamıştır.Buradan anlaşılacağı üzere Şah,iman konularını ve inanç sistemini, siyasete alet etmiş görünmektedir.Fakat bizler biliyoruz ki bu böyle olsa bile diğerlerinin de aynı oranda işlenmesi,samimiyet açısından gerekliydi.Ayrıca,Anadolu’daki Alevilerin siyasete inanç nezdinde karıştırılması ta,Selçuklulara kadar-Babai İsyanlarına- indirilmelidir.Sultan’ın zamanına kadar o topraklar,çok ayaklanma ve sonucunda da katliamlar görmüştür.
Gelişmiş bir hayat yaşantısını,eşitlik anlayışını kendi yaşantılarında idrak etmiş ve bunu nesillerine aktaran inanç ehillerinin inancını ve itibarını zedelemek için her zaman gerçekle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan iftiraların atılması “Çamur at izi kalsın.”sapkın düşüncesinden hareket edilerek benimsenmiştir.Kitabın sonlarına doğru,mum söndü, anlayışının doğruluğunu asla kabul etmediğini söyleyen yazarın,sürekli mum söndü,sözcükleri üzerinde gezinmesi de çok tuhaf , bir o kadar da şaşırtıcıdır.
Bir tarafta kitabın felsefesi olan Şah ve Sultan nezdinde Alevi-Sünni kardeşliği,bir tarafta yukarıda ele aldıklarım ve alamadığım daha bir çok farklı unsur.Tam bir tezatlar,çelişkiler yumağı.Bizler, insanı merkeze alan inancı,hiçbir din,dil,ırk ve mezhep farklılığı gözetmeden -bizlere gözetilmediği sürece- hayat felsefi olarak benimsemekteyiz.Toplumlar arasında gerçek kardeşliğe şu güzel sözle inandığımız aşikardır: “İnanç gereği yetmiş iki millete aynı nazarla bakılmalıdır.”
Ibrık-ı Tûmenî
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.