Yaprak Toplayan Bir Yetim
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yaz mevsimiydi.Hava,sıcak olarak yorumlanmıştı artık.İnsanlar kendi gök kubbelerinde bir mangal külü bırakmama adına seyahate çıkmışlardı.Altınbaşak sütunlarına kırlangıçlar konuyordu.Ne tatlı gagaları vardı onların.Belki de insanlardan firari olarak yaşamaları onları gizemli kılmıştı.Hızlı sahne alan helecanlarında ufku delen süzülüşleri vardı.Sıcak havada gönüller de ısınmıştı.Ertelenmemişti ikram sözleri.Sıcaktan asfalt bademyağına batırılmış gibi parlamaktaydı.Sırra kadem basmayan adımlarla kalpler de yalnız kalmamıştı.Dilden dökülen sitare sözcüklerle kalp bayramı kutlanmaktaydı.
Babil’deki yetim yalnız değildi.Yıkılmayan surlarda dünyaya tebessüm eden bir can vardı.Karanlık koridorlarda perdeli kahkahalar atanlar incitemezdi onu.Pirinç fincanlar ona gölge olamazdı.Gökyüzünün enginliğine susamışlığı vardı.
Büyümüştü yetim.Kurumuş böğürtlen dallarının alevleri içerisinde kalan küçük bir fidanın yanmasına gönlü razı olmayan bir yaştaydı.Bu bir his arenasıydı.Alevlerden kaçarak buraya gelmişti.Yalnız kalmayı ve himayesizliğin ne demek olduğunu çok iyi bilirdi.Gece kirpiklerinde sağanak bir yağmur gibi yağan dakikaların masumluğunu da çok iyi anlardı.Hızla ilerlemişti bir bahar ülkesine.Elhamra çinilerinin yere düştüğü sahneyi hatırladı.Defalarca ağladı,hıçkırıklara boğuldu.Rüya perdesini aralamadan bakıyordu etrafa.Firuze saksısında yetim bahçesini hayal eden ihtiyar bir bahçıvana rastladı.Göz göze geldiler.Ziyareti çok uzun sürmedi.Toprak yumuşaklığıyla bezenmiş o mübarek ellerini öperek oradan ayrıldı.Şimşek gürültüsünü bastıran ve kalbi dağlayan bir ses duydu.Vücudundan bir kemik dışarı fırlamış gibiydi.Bu ses Hülagü’nün atlı ordusunun sesiydi.Çiğnediği her toprak hacminde bir ebucehil karpuzu yetişiyordu.Kabuk bağlamayan yaralardan matem serumları hızlı adımlarla ilerlemekteydi.Vicdan kapıları şiddetli bir şekilde kapatılmıştı.Kırılan pencerelerden taze yetim hıçkırıkları sokağa dökülmekteydi.Bir minyatür simyacı,olan bitene anlam veremiyordu.Kalabalık ordunun tıknaz bir askeri kendine yakışmayan kirli elleriyle şadırvandan su içiyordu.İçsindi..Su,yine akacaktı..
Dedesi söylemişti “Çöl haydutları kaktüslere zarar vermezler” diye.Herkes kendi karakterini böyle sergilemişti.Kötülüğün yaveri her zaman iyilik masalları anlatamazdı.Olsun,şu da bir gerçektir ki,kukla niyetler hiçbir zaman sağlam netice sağlayamamışlardır.
Hayatın zehirli salkımlarını da gören yetim,seyahatine kaldığı yerden devam ediyordu.Yolda bir dervişe rastladı.Vücudundaki ter damlaları aşkı haykıran tennuresiyle ahenk sağlamıştı.Uzun bir yolculuğun kafiyesi vardı gözlerde.Göz konuşuyordu bu seyahatte.Kırk gönül dostunun bir araya gelmesi için bir gönül dostuna ihtiyaç vardı.İşte o aranıyordu.Beklenen ve bekleyen aynı çadırdaydı.Yetim sordu dervişe:
-“Peki var mıdır bir alameti,nasıl bulacaksınız onu?”
-“Aşk ile beslenenler gıdasını erken bulurlar.Hatadan kurtulmaları ve doğruyu yakalamaları geç olmaz.At hırsızlığına da soyunsalar,yaptığı işe karşı duyduğu pişmanlıkları arşı titretir.Aşkın gözyaşında pişmanlık ve sevinç aynı anda pişer.Onun için biz,aradıklarımızı aramadan önce bulmuşuzdur!”
Bu ince hasbıhalden sonra yola koyuldu.His santrali yeni kurulmuş gibiydi.Yıllardır kalemiyle yazmak istediklerini az önce yaşamıştı.Bir geçmişine bakıyordu,bir de şimdiki yaşadıklarına.Aramadan bulanlar neyi kaybedeceklerdi.Aşk kapısı içten açılan bir kapı olduğu için misafirler zahmet yudumlamazlardı.Haykırmak geldi içinden.Fotoğraf albümünde kendini göremedi bir ara.Üzülmesine gerek yoktu.Kendisini unutmadığı her yerde bir düşüncesi vardı ya.
Mürekkep içinde yüzen bir kuğu kuşu olmak istemişti.Kaleme aşık olanların yolunda kanat çırpabilmek ne güzeldi.Masasına akıttığı gözyaşlarını hatırladı.Sessiz ortamdan alınmış ganimet gibiydi onlar.Masasını hiç silmemişti,silmek istememişti.Gözyaşlarının kurumasından korkuyordu.Kendisine can veren bir enerjiydi o.Okuduğu her kitapta bir gönlü kırık var mı diye etüt hamlesine girerdi.Bu arayış bitmeyecekti.Ayakları yaz sıcağında yürümekten nasır tutsa da vazgeçmeyecekti.Nasıl vazgeçsindi?Dünyanın dörtte üçünün seviyesinden daha büyük olan gözyaşlarını dostu sayesinde elde etmişti.Dost varsa gönül rahattı.Şehrin nabzı burada atmaktaydı.Kurak insanlık mayasına yelpaze sunabilecek fedakardı o.
Söz vermişti.Gençliğine küsmeyecekti.Geçmişinden taze yapraklar koparıp bir bahçeye bırakmayı çok özümsemişti.Alevler yükselmeye devam etse de hayatının taze kısımlarını bir albümde toplamaya karar vermişti.Nar çiçeği renkli evler en yakın komşularıydılar.Beyaz ibrişimlerle örülmüş çitlerde bir kahvenin kırk yıl hatırı vardı.Tadı dudaklara emanet..En yakın komşusu kalbine serinlik hediye etmişti.Bu yüzden sevmişti bu semti.Samimiyeti yüklemiş bir komşu, semte bedeldi.Üç gün sonra barıştığı bir arkadaşı ona ”Çalkantılı Deniz” konulu tuvali anlatmaya başlamıştı ki,ruhu sıkıldı.Yüz hatlarını renklere bulaştırmadan bir ressam hassasiyetinde kaldırıma bırakıp oradan uzaklaşmıştı.
Bir ara ömür ağacının dallarının siyah ve beyaz fareler tarafından inceltildiğini gördü.Kaçamazdı siyahtan ve beyazdan;geceden ve gündüzden..Zaman daralsa da gençleşiyor,güzelleşiyordu.Dikenler gül yoluna elçilik yapıyor,kalp kapıları yavaş yavaş aralanmaya devam ediyordu.Fildişi merdivenlerden ilerleyenlerin belkemiği kamburlaşıyor,fakat zaman ses çıkarmıyordu.Sonsuzluğa ait bir damla nasihat yayılıyordu etrafa:”Gel!”…
Ama nasıl gelecekti?Tüm olup bitenler bu seyahatin bir parçası olduğuna göre,ilerleyerek “gel” çağrısına daha da yakın durmanın faydalı olacağı belliydi.Kitaplarda okuduğu hazzı bir çırpıda yakalamanın heyecanı vardı üzerinde.Şimdi bu heyecanla karşı karşıyaydı.Aşktan dönmek ile aşkı kucaklamak arasında dönüp gidiyordu.Tarifsiz bir bahçenin savurduğu yaprağın üzerindeydi.Yere düşmüyordu bu yaprak.Daha doğrusu süzülmüyor,sadece bir pervane şıklığında dönüyordu.Bir yaprak bu bahçede ne de şık görünüyordu!
Bir adım gerisine baktığında gördüklerine inanamadı.Az önceki geldiği yol burasıydı.Bozkır ve sessizlik…Sessizlik,aşk diyarına kendisini adapte etmişti.Kurumuş nehir yolunda ava giden insanlar içindeki arzuyu nasıl törpüleyemezlerse,aşka giden her kalp de bu şekilde müptela olurdu!
Gözüne bir mezarlık ilişti.Asırlık servilerin nizamlı duruşu,mezarlığa heybetli bir güzellik veriyordu.Bir hazineye kavuşmuş olduğunu hissetti.İçine bir cemre düştüğünü anladı.Mezarlık kapısının görüntüsü aşkın aynasıydı.Evet,evet,ta kendisiydi..Yıllar öncesinin tatlı hatıraları gözünde canlanıyordu.Annesinin kabrini ziyaret etmek için geldikleri o mübarek şehre yaklaştıklarında,teyzesinin sıcak ellerini bırakır ve adımlarını hızlandırırdı.Okaliptüs ağaçlarıyla bezeli yoldan muzaffer bir kumandan edasıyla ilerler,yetim heyecanını bir kez daha yudumlardı…Konya’ya gelişi de böyle olmuştu..
Aşkın aynasında kendisini gören yetim,artık dinlenmeye karar verdi.Aşk sultanı Mevlana’nın yurduna geldiğinde ayaklarının altında kırık bir baston gördü.Bu,gençlik koridorunda pişmanlığın köpürmesiydi.Kahverengi külahlı semazenler ona tebessüm ediyorlardı.Bu nasıl olurdu?Dünya’nın terazisi buraya kurulmuştu sanki.Durmuştu saat,kurulmuştu aşk zembereği..Bir Mevlevi selam gönderiyordu ona.Karanlıktaki ıstırap güvercinleri son kanatlarını çırpıyorlardı yeşil kubbe etrafında.İnmemişti eller.Tebessüm bir aşk aynasına dönüşmüştü.Kırılmayan rüya aynalarının içerisinden rengarenk insanlar el açmıştı gökyüzüne.Gözyaşları gülbank kaselerine boşaltılıyordu.
Silmeyecekti masasını..Gözyaşı kasesi masasında kaldığı müddetçe bu böyle devam edecekti.
Gürsel ÇOPUR
YORUMLAR
gurselc
Kalem ile dostluk kurmak,bu gibi ilgi-alakayı meyveler halinde tetikliyor.Aslında meyveler tetiklenmiyor,o zaten olgunlaşır;ilham getirisideğişik koridorlar açıyor temas ettiğimiz düşüncelere..
Görüşmek dileğimle,
Bir adım gerisine baktığında gördüklerine inanamadı.Az önceki geldiği yol burasıydı.Bozkır ve sessizlik…Sessizlik,aşk diyarına kendisini adapte etmişti.Kurumuş nehir yolunda ava giden insanlar içindeki arzuyu nasıl törpüleyemezlerse,aşka giden her kalp de bu şekilde müptela olurdu!
Çok güzel bir yazı, anlatım ve konu çok güzel.
Tebrik ederim.
saygılar.